"Bir dil tarihin, coğrafyanın, maddi ve manevi hayatın, sadece konuşan kişinin değil, onu yüzyıllardan beri konuşmuş olan kişilerin kusurlarının ve erdemlerini özetidir." Elena Ferrante
Bu coğrafyanın suskun tüm dillerinin erdemlerini taşıyan biri benim için Sırrı Süreyya. İşin sırrı ise şefkat ve sevgi dilini ana dili olarak benimsemiş olması.
Siyasetten geçen yoluna sanatını, tatlı dilini, insan olmanın en doğal hallerini, babacanlığını nakşetmiş bir adam. Hayatın her doğan güneşini kimi hapishanede, kimi meclis kürsüsünde, kimi yönetmen koltuğunda karşılamış yüzü güleç bir adam. Ben uzaktan tanıyarak sevenlerdenim onu.
Onca yoksulluktan, yorgunluktan çıkıp gelmişliğini incelikli zekâsının içine sakladığı anlatı dolu diliyle herkese helalliğini çoktan ödemiş bir adam. Tanrı’dan bile daha zor bulunan ‘İnsan’ aradığımız bu karanlık zamanların en ışıklı anlatıcısıdır benim için.
Barışı anlatır. Adıyaman hikâyelerini anlatır. Bize bize anlatır her şerrin bir hayır içerdiğini çoktan öğrenmiş bilgeliğiyle. Zamanın kıyıcı, kıran girmiş insan ruhunun içinde o güleç yüzüyle nereye gidiyor ki daha biz hiç barışı görmemişken.
Pek çok çevreden hakkında yazılar yazılıyor. Yazılsın. Çünkü o kendi kalbine giden damarlarında bütün insanların sevgisini taşıyordu. Aort damarı taşıyamadı onca kinin zehrini. Hepimizden kan bağışı, dil bağışı, sevgi bağışı akıyor hasta yatağına biliyorum. Kelimelerin gücü varsa eğer duysa bizi.
Onca kedere biz de dayanamayız artık. Ölüm kalanlara biliyorum. Ama iyi bir insanın ölmeme gibi bir görevi olmalı. Ben hala azraili güldürüp geri döneceği anı bekliyorum.
Menkıbeleri birikiyordur yoğun bakımdaki her geçen gününde. Zaten bizler de burada yaşamıyor da, eskiyoruz sanki. Başımızdaki karı eriticez, madem doğmuşuz bu topraklarda. Alından yel geçen dünyanın nesine güvenelim, dillerin krallığı sırtımızda gıcırdarken.
Biliyorum hayatın anayurdu ölüm ve bizler de ölümün mültecileriyiz. Bütün mültecilerin diliyle söylüyorum; bize keder bırakıp nereye böyle?