SON DAKİKA
Hava Durumu

Mevsimlik tarım işçileri: Okul bahçesinde değil tarla sıcağında

Mevsimlik tarım işçilerinin çocukları, maddi yetersizlikler yüzünden okulu terk edip aileleri gibi tarlada çalışmak zorunda kalıyorlar. Devletten destek isteyen mevsimlik tarım işçileri, memleketlerinde iş imkânı, sağlıklı yaşam koşulları, okumak ve çocuklarını okutabilmek istiyor.

Haber Giriş Tarihi: 15.08.2023 23:26
Haber Güncellenme Tarihi: 15.08.2023 23:26
Kaynak: Fikir İşçisi
https://www.bursaport.com
Mevsimlik tarım işçileri: Okul bahçesinde değil tarla sıcağında

PELİN AKDEMİR / BURSAPORT

İnegöl’de 24 Temmuz’da Şanlıurfa’dan gelen mevsimlik tarım işçilerinin çalıştığı tarlada 4 yaşındaki Esmanur Solmuş, uyurken tarla sahibinin kamyonetle üzerinden geçmesi sonucu hayatını kaybetmişti. Esmanur’un ailesi, tarlada çalışmayı bırakarak olayın ardından memleketlerine geri döndü. 3 ve 8 Ağustos’ta meydana gelen kazalarda da mevsimlik tarım işçilerini taşıyan araçlar devrilmiş, 3 işçi ölmüş, 7’si çocuk 21 kişi yaralanmıştı. Kazaların ardından yaşantılarına tanıklık etmek için Şanlıurfa’nın Viranşehir ve Siverek ilçelerinden Mustafakemalpaşa’nın Koşuboğazı ve Çeltikçi köylerine gelen mevsimlik tarım işçilerini ziyaret ettik. 

Koşuboğazı köy merkezini geçtikten sonra sol tarafta kalan tepecik, tarım işçilerinin çadırlarının ve briketten yapılma evlerinin olduğu yer. Yağmurdan dolayı zarar gören çadırlar nedeniyle belediye briket bırakmış, tarım işçileri tek göze evlerini kendilerini yapmış. Burası mevsimlik tarım işçilerinin kaldıkları yerlere göre biraz daha iyi durumda denebilir. Henüz ilkokul ve daha küçük yaşlardaki çocuklar çadırların yanlarında oynuyorlar. Tavukların üzerinde az sayıda tüy kalmamış. Sıcaktan olduğunu söylüyorlar. İbrahim Halil Yaprak, sıcaktan neredeyse bayılacak gibi duran tavuğa su veriyor. 

‘ORADA ZORUNLU EĞİTİM DİYE BİR ŞEY YOK’

Yaprak, nisan ayında ailesiyle birlikte Şanlıurfa’nın Viranşehir ilçesinden gelmiş. Urfa’da depremi yaşadıktan sonra Antalya’ya gitmiş, oradan da Bursa’ya. Beş çocuğu var. Biri henüz okul yaşına gelmemiş, biri beşinci sınıfta olması gerekirken üçe gidiyor. Diğer üç çocuğu liseye gitmesi gerekirken okulu terk etmişler, babaları gibi tarlada çalışıyorlar. Yaprak, neden geldiğini anlatıyor: “İş imkânı olmadığı için geliyoruz. Yoksulluk. Ben tek başına çalışsam bunlara nasıl bakarım? Elde yok, avuçta yok. Okula gönderemiyorum. Altı yıldır çocuklar tarlada çalışıyor. İlkokul diplomaları yok. Zorunlu eğitim diye bir şey yok bizde. Yok, gerçek yok yani. Burayla orası farklı. Burada bakıyorlar, orada bakmıyorlar. Artık neden dolayı biz de bilemiyoruz. Devlet iş imkânı sağlasın, okul masrafını versin, bir şeyler yapsa göndeririz. Çocuklar okula gitmek istiyor, gönderemiyorum.”

Tarlada şimdi domates ve biber var. Sıcak olduğu için gece üçte tarlaya gidiyorlar. Günlük yevmiyeleri 390 lira. Dayı başına verdikleri parayla ellerinde 350 lira kalıyor. 30 gün üzerinden haftanın her günü çalıştıkları hesaplandığında ayda 10 bin 500 lira kazanıyorlar. “Yerel yetkililerden bir destek alıyor musunuz?” diye soruyorum. Yağmur yağdığında parke taşı getirdiklerini söylüyor ve ekliyor: “Tuvalet dolu, belediye gelip almıyor. Ölen hayvan buraya atılıyor. Mecbur idare ediyoruz.” 

‘İMKÂNIM OLSA ÇOCUKLARIMI AVRUPA’YA GÖNDERİRİM’

Öğlen vakti, tarlada çalışan işçilerin yanına gidiyoruz. Kadınlar tozdan korunmak için ağızlarını yazmalarıyla kapatmışlar, gözleri dışında yüzleri görünmüyor. Erkeklerin pantolonları baştan sona çamur içinde. “Ben konuşurum” diyor Mehmet Yaprak. Sabah saat üçten akşam altıya kadar 390 lira yevmiyeyle tarlada çalışıyor. 7 çocuğu var. Sadece bir kızı üniversite okuyor. Diğer çocuklarını okutamamış. Domateslerin yüklendiği kamyonun yakınında çalışan kız çocuklarını göstererek konuşuyor: “Bu hükümet anamızı ağlattı. Açık söyleyelim. Kazandığımız yetmiyor. Biz vicdanen rahat değiliz. Pırıl pırıl gençler, üç buçuktan beri çalışıyorlar, öğlen olmuş daha kahvaltı yapmamışlar. Öbürlerini de okutmak istedim ama yapamıyoruz. Ülkenin durumu iyi değil. Kimse yalan söylemesin. Kimse vatan, millet edebiyatı da yapmasın. Ben kendimi vatansız hissediyorum. İmkânım olsa çocuklarımı Avrupa’ya gönderirim. Urfa kadar geri kalmış bir toplum yok. AK Parti'ye on tane milletvekili gönderdik. Hepsi neredeler?”

Yaprak, sürekli sağlık sorunları yaşadıklarını anlatıyor: “Benim şu anda dört yaşında küçük bir kızım var. Enfeksiyondan dolayı dört günde bir hastaneye götürüyorum. Bizim içtiğimiz suyu hayvana verseniz içmez. Yetkililer 4-5 kez geldi, ‘koşullarınızı iyileştiririz’ dediler ama yalan. Bir arkadaş sıcaktan kustu. Hemen hastaneye götürdük. Doktor, ‘çalışmayın’ diyor. Dört tane küçük çocuğu var, nasıl çalışmayacak? Eşim rahatsızlığı için hastaneye gittik. Sağlık sigortam yok. ‘210 lira vermezsen seni muayene edemeyiz’ diyor doktor. Muayene etmedi.” 

‘DEPREM, MADDİ DURUMLAR YÜZÜNDEN İKİ KARDEŞ OKULU BIRAKTIK’

Mehmet Yaprak’ın eliyle gösterdiği kadınların yanlarına gidiyoruz. 17 yaşında Binnaz Yaprak. Bu yıl okulu bırakmış. Neden okulu bıraktığını anlatıyor: “Maddi durumlar yüzünden 11’inci sınıfta, bu yıl okumayı bıraktım. Mecburum. Aileye destek olmak için çalışıyorum. Ailem de burada çalışıyor. Ablam şu an üniversitede okuyor, ona destek olmak için çalışıyoruz. Bu yıl depremden dolayı onun için zor geçti. Zaten depremzedeleriz. Ablam ailede tek okuyan. Deprem, maddi durumlar yüzünden iki kardeş okulu bıraktık. Doktor olmak isterdim. Hayalimdi ama olamadım.” Tarla sahibi, işleri yavaşlattığımızı söyleyerek artık gitmemizi istiyor. Diğer bir söylemle, nazikçe kovuluyoruz. 

‘SU DEĞİL SANKİ KAN GELİYOR’

Mevsimlik tarım işçilerinin diğer adresi, Çeltikçi Köyü. Şanlıurfa’nın Siverek ilçesinden gelen işçiler var. Burada işçilerin kaldıkları alan daha kötü. Çadırların yerleşimleri dağınık. Elektrik yok. Çadırların kenarlarına bırakılan güneş panelleriyle telefonlarını şarj ediyorlar. Yiyeceklerini buzdolabı niyetine toprağa gömüyorlar. Su faturası ödüyorlar, suyu kullanamıyorlar, temiz su almak için köye gidip geliyorlar. Genellikle çocuklar gönderiliyor su almaya. Yevmiyeden ellerine kadınlara 300, erkeklere 360 lira kalıyor. Henüz yaşına basmamış bir bebek, sineklerden korunmak için etrafı beyaz örtüyle çevrilmiş beşikte uyuyor. Kadınlar, rüzgârdan muşambası uçmuş banyoyu gösteriyorlar. İlk söyledikleri “Su yok” oluyor. 

Perişan Ekinci

“Ev yok, su yok, elektrik yok, çamaşır yok, buzdolabı yok, hiçbir şey yok. Su değil sanki kan geliyor” diyor Perişan Ekinci. Erkek çocukları 24 ve 18 yaşında, kız çocukları 19 ve 14 yaşlarında. Çocuklar da tarlada çalışıyor. Yaşadıklarını anlatıyor: “Bir ayda 6 bin 500 lira su faturası alıyorlar. Biz içmiyoruz o suyu. O suyu içen hastalanıyor. Çamaşırları kendi elimizde yıkıyoruz. Pazara gittiğinde bir milyar cebinde olsa iki kilo bir şey alamazsın. Kızım lise bire gidiyor. Okul kapanmadan getirdik buraya. Ne kazanacak daha? Biz de memleketimizde fabrika olsun, iş olsun istiyoruz. Domates, biber, patlıcan orada hepsi var, fabrika yok. Burada tarla sahibinin hoşuna gitmedi mi ‘Hadi çıkın’ diyor. Biz hayvan değiliz ki. Biz de insanız.”

‘AMPULE VURDUK AMA ÜSTÜMÜZDE AMPUL YOK’

Konuşmaya, 16 yıldır buraya geldiğini söyleyen Mihriban Kaya ile devam ediyoruz. Kızı burada doğmuş, büyümüş. Yıllarca yerel yetkililer gelip gitmiş, değişen bir durum olmamış. Kaya, durumlarını anlatıyor: “Ne buzdolabı ne elektrik ne temiz su. Bize diyorlar ki oya geldiğiniz zaman ampule vurun. Hani ampul bize ne yaptı? Ampul gelsin, bizim halimizi görsün. Ampule vurduk ama üstümüzde ampul yok. Biz karanlıkta yaşıyoruz. Gelsin bu milletin halini görsün. Ben de bu hayatı istemiyorum ama mecburen geliyorum.”

Kaya, çocuklarını okutamadığını söylüyor: “Orada gittiğiniz yerde okula gönderin diyorlar. Ben iş için buraya gelmişim. Okutabilsem memleketimde okuturdum zaten. Çocuklarımız bizim gibi yaşamak istemiyorlar.” Sıcaklarda tarlada nasıl çalıştıklarını soruyoruz. Çadırların olduğu yeri göstererek, “Bir tane kadın burada kalp krizinden öldü. 40 yaşında değildi” diyor. 

Sami Ekinci

‘LİSEYİ GÖREN OLMADI’

Bulunduğumuz alanın karşısında kalan çadırlarda Sami Ekinci ile karşılaşıyoruz. 6 senedir tarım işçisi olarak çalışıyor. 28 yaşındaki Ekinci, ortaokul ikinci sınıfta okulu terk etmiş. 11 kardeşinden yaşları küçük olanların 3’ü okuyor, diğer kardeşleri kendisi gibi tarlada çalışıyor. Mevsimlik tarım işçiliği dışında İstanbul’da geri dönüşüm işinde de çalışıyorlar. Her iki işte de kazançları hemen hemen aynı, sigortasız. Ekinci, buraya gelmelerinin nedenini anlatıyor: 

“Mecburiyetten, yoksulluktan dolayı ortaokul ikinci sınıftayken okulu terk ettim. İmkân olsaydı buraya gelmezdik. Tarlalarımız var ama imkân yok, su yok. 12 yaşından beri çalışıyorum. Küçük kardeşlerim, 11-12 yaşlarında, okuldalar. Geri kalan hepsi orta okul terk. Liseyi gören olmadı. Kimse okulu terk etmek istemiyor ama mecbur kaldık. Yaşadığımız koşulları anlatabilmek için gazeteci veya sinemacı olmak isterdim. Yoksulluğu görüyorsunuz. Çok affedersin, hayvanlar gibi yaşıyoruz burada. Özellikle sudan dolayı hastalık çok oluyor. Bugün ben yirmi sekiz yaşında bir adamım. ‘Ben ne yaptım şimdiye kadar?’ diye soruyorum kendime. Yoksulluk sadece bize mi mahsus?”

‘KARDEŞİMİ TARLAYA GÖTÜRMEYE KORKUYORUZ’

İşçilerle sohbetimiz esnasında down sendromlu bir çocuğun olduğunu öğreniyoruz. Yanına gidiyoruz. Çadırında elindeki defterle kendi kendine oyun oynuyor. Babası arkada, önündeki tepsiden yemeğini yiyor. Annesi, çamaşır ve kirli su ile dolu leğeni bize gösteriyor, “su yok” diyor. Ablası Sümeyye Akhanım, şanslı sayılabilecek durumda. Çünkü Erzincan Binali Yıldırım Üniversitesi’nde İlk ve Acil Yardım Bölümü ikinci sınıf öğrencisi. Hem yazın hem kışın çalışarak kendi masraflarını karşılıyor. Memleketlerinde hayvancılığı bıraktıklarını anlatıyor: “Hayvancılıkla uğraşıyorduk ama Türkiye şartlarında hiçbir şey düzgün gitmediği için bu yıl tarla işini deneyelim dedik. Devlette çalışan kimse yok, hayvancılık gitmiyor, Siverek de su olmadığı için tarım yok. Dışarıya gelmek zorunda kalıyoruz. Burada da sigorta yok, tarlada can güvenliğimiz yok. Hem üniversite harçlığı hem aileye yük olmamak için çalışıyoruz. Okumaktan başka kurtuluş yolumuz yok. Abim de Kıbrıs’ta okuyor. İkimiz de yaz-kış hem okuyup hem çalışıyoruz. Ama yetmiyor. Aldığımız en fazla 3-4 ay yetiyor.”

Akhanım, yerde oturan kardeşini göstererek, İnegöl’de yaşanan olayı hatırlatıyor: “Tarlaya giderken tarla sahibi traktörle götürüyor bizi. Kız kardeşim engelli. Onu tarlaya götürmeye korkuyoruz. Anlayamıyor, yola çıkmasından korkuyoruz.”

Akhanım, hijyen koşullarının kötü olduğunu, kaldıkları çadırları, bulaşık yıkadıkları yeri göstererek anlatıyor. “Gidin, bakın” diyor: “Hasta olsak bile tarlaya gidip çalışmak zorunda kalıyoruz. Tuvaletlerimiz çok kötü. Ne kadar temiz olmaya çalışsak da yetmiyor. Kullandığımız su çok kirli. İçtiğimiz zaman ishal, kusma oluyor.” 

Tarım işçilerini attıklarıyla baş başa bırakarak alandan ayrılıyoruz.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.