Gazeteciliğin duayen isimlerinden Saruhan Ayber Bursa'da iz bırakmış biri. Onunla çalışanlar kendisinden bir efsane gibi söz ederler. Yönettiği gazetelerde patron temsilcisi ve meslektaşlarının tarafı olmak üzere masanın iki tarafında da bulunmuş biri. Meslektaşlarının sevgi ve saygısını kazanmış ancak zaman zaman eleştirilere de hedef olmuş bir gazeteci. Çalıştığı patronların kimi sırlarını bilen Ayber, şimdi sakin bir köşede emekliliğini yaşıyor.
Haber Giriş Tarihi: 27.08.2014 00:19
Haber Güncellenme Tarihi: 27.08.2014 00:19
Kaynak:
Haber Merkezi
https://www.bursaport.com
RÖPORTAJ: ZAFER OPSAR
Saruhan Ayber yerel ve yaygın medyada masanın her iki tarafında da çalışmış 21 yaşında iken Türkiye'nin en genç yazı işleri müdürü olmuş gazetecilerden.
Gazetecilikteki birikim ve deneyimin yanı sıra derin bir entelektüel birikime sahip olan Ayber, genç gazetecileri teşvik etmesi, hatta onları pat diye genel yayın müdürü yapacak kadar keskin kararları ile tanınan, Bursa basın tarihinin önemli simalarından biri.
Zaman zaman medyada ucuza adam çalıştırması ile eleştirilmiş biri, ama o bunu değişik gerekçelerle açıklıyor. Ayber 12 Eylül dönemi ve sonrasında solcu gazetecilere yönelik cadı avı sırasında meslektaşlarına sahip çıkmasıyla da bilinir.
Emeklilik günlerinde Bursa'da yaşamayı tercih eden Saruhan Ayber, akciğerlerindeki rahatsızlığı nedeniyle sık sık oksijen tüpüne ihtiyaç duyuyor. Bir zamanların efsane gazetecisi Ayber'in çevresi boşalmış durumda. Artık ne gazete patronları ne de meslektaşları pek arayıp sormuyor.
Ayber'in eleştirilere hedef olduğu konulardan bir diğeri de danışmanlığını yaptığı Cargill. Söyleşimizde bu konuyu ayrıntılı olarak konuşamadık. Ayber, bu konuyu sonraya bıraktı.
Saruhan Ayber, Bursa'da gazete yöneticiliği yaptığı yılları, 12 Eylül döneminde yaşadıklarını, medya patronları ve meslektaşları ile ilişkilerini, medyanın dünü ve bugününü uzun yıllara sığan anılarını anlattı.
Mesleğe ilk adım atışınızdan başlayalım Saruhan Bey... Gazeteciliğe nasıl başladınız?
- Gazeteciliğe 1960'tan önce başladım. 27 Mayıs'tan sonra da Demokrat İzmir Gazetesi'nde çalıştım. Bir yıl sonra Bülent Ecevit'in Çalışma Bakanlığı döneminde 212 Sayılı Basın Yasası çıktığı gün Türkiye'de bütün gazete patronları eylem yaparak gazeteleri yayınlamadı ama bizim gazete çıktı. Tabi o zamanlar biz genç gazeteciyiz, abiler aldı götürdü bizi mitinge. Benim elimde 'Fasulye yedik dayandık, ama şimdi uyandık' pankartı var. Bizi bu mitinge götüren tüm abiler şutlandı... Kadın gazeteci falan yok. Kadın dediğin gazetede muhasebeci bir de patronun karısı Ayten Hanım. Tabi bunların hepsi gidince, Adnan Düvenli herkesi sorguladı. Sorguladıklarının arasında bir ay evvel gazeteciliğe başladığımız genç arkadaş da vardı. Bir tanesi Şevket... Benim herhalde sesimi beğendi, bir süre sonra beni Yazı İşleri Müdürü yaptı. Yani ben gazeteciliğe başladıktan 1 yıl sonra, 21 yaşında Türkiye'nin en genç Yazı İşleri Müdürü oldum... Ki daha gazeteciliğin ilk basamağındaydım. Ondan sonra Yeni Asır macerası başladı. 1963 yılında Yeni Asır'a girdim. 1964'te askerlik geldi. Askerlikten sonra yine Yeni Asır, sonra bir Bursa macerası, 1973'ten 87'ye kadar. Sonra yine İzmir'e gittim. Bu sefer Yeni Asır'ın hem Yönetim Kurulu Başkanı hem de Genel Yayın Müdürü olarak 4 sene çalıştım. Oradan İstanbul'a Günaydın gazetesine... Günaydın sonra Yeni Günaydın adını aldı ve ben sahibi oldum, el koydum gazeteye... O macera bittikten sonra Bursa'ya geldim. Bursa Hakimiyet Gazetesi'ne... Orayı bir medya grubu haline getirmek için görev yaptım. AS TV'yi ben kurdum. Benim gazetecilik maceram kısaca böyle...
Yeni Asır'dan Bursa'ya gelişiniz nasıl oldu?
- Bursa'da Armağan Gerçeksi Günaydın'la anlaşmıştı. Beni Bursa'ya Haldun Simavi'nin oğlu Hamdi Simavi çağırdı. Askerliği sırasında İzmir'de tanışmıştık. Gazeteciliğimi de beğendiği ve gelecekte kendisini Günaydın'ın patronu olarak gördüğü için bana bu çağrıyı yaptı. Bursa Hakimiyet'in kurulması kararlaştırılmıştı ama ortada doğru dürüst bir kadro yoktu.
Bursa Hakimiyet'in kuruluş sürecini de dinleyelim sizden...
- Hamdi Simavi beni aradı, 'Saruhan abi sen Bursa'ya git, bizimkiler bir gazete çıkarıyor, onlara danışmanlık yap' dedi. Aslında onların başına gönderiyor gibiydi. 24 Temmuz 1974 günü sabahın 5'inde İzmir'den Bursa'ya yola çıktım. Aksihar'a gelince radyoyu açtım, Kıbrıs Harekatı'nı öğrendim. Gürültü patırtı, geldik. O gece Bursa'da Acar Otel'de kaldım. Ondan sonra gazetenin kuruluş hazırlıkları başladı. Armağan Gerçeksi 2 tane ofset makine almış, gazete çıkartmaya uğraşıyor. Erdal Özdür, Enver Ayhan, Kahraman Atılgan ve Feridun Evrenosoğlu var. Günaydın, Armağan Gerçeksi'ye gönderdiği iki rotatifle ortaklığa geçti. Armağan Gerçeksi'nin Mavi Köşe'ye çıkan Hamam Sokak'taki binasında çalışmaya başladık. Biz gazete hazırlığı yaparken Kemal Kınacı geldi, elimizde Hakimiyet gazetesi var, sizi niye uğraşıyorsunuz dedi. Hakimiyet Gazetesi'nin sahibi de Hayri Terzioğlu. Bursa'da tanınan Demokrat Parti zamanında da önde gelen biri, milletvekiliymiş. Gazete çıkaracağımızı duymuş beni aradı, 'Gazete çıkartacakmışsınız, ne yapacaksınız gazete çıkartıp, burada gazete var ben onu size satayım' dedi. 'Olabilir' dedik, konuştum Hamdi Simavi'yle. Hakimiyet Gazetesi'ni satın aldık. Böylece Bursa Hakimiyet'in ilk yılları başladı. Bursa Hakimiyet çıkarken, Doğru Hakimiyet tekrar kara baskıyla çıktı. Sonra Bursa Hakimiyet'i Mümin Gençoğlu ailesi satın almak istedi, olmadı. Tabii onların satın alması biraz centilmenlik dışı olacaktı, beni satın alacaklardı.
O yıllarda kaç gazete var Bursa'da?
- Bursa Hakimiyet, Doğru Hakimiyet, Milletindir Hakimiyet ve Marmara gazeteleri var. Milletindir Hakimiyet Gazetesi'ni bir arsacı çıkarıyordu. Rekabet başladı. Ofset bir makine getirdi Mümin Gençoğlu. O makineyle beraber ilk defa Bursa'da ilaveli gazete çıktı; Yaşayan Bursa ilavenin adı. İsmi bana ait. Hatta uzun süredir konuşmadığımız halde Dinç Bilgin bu gazetenin ününü duyunca pat diye Bursa'ya geldi. Yeniden arkadaş olduk. Aradan 5 yıl geçti, en sonunda beni yakaladı yine İzmir'e götürdü. Yaşayan Bursa ilavesi, İzmir'de hemen Yaşayan Fuar ilavesi diye yayınlandı. Durmadan yenilikler yaptık. Bir ara tirajımız 10 bini geçti.
Bursa'da gazete tirajları nasıldı?
- 1981-1982 yılları... Bursa'da o yıllarda ulusal gazetelerle birlikte toplam 65-70 bin gazete satılıyor. Bursa şehir gazetelerinin tirajı yüzde 15'in üzerinde olacak, hedefimiz o... O tarihte Doğru Hakimiyet ofset çıkarken Bursa Hakimiyet'ten ne kadar adam varsa kör topal aldılar. Bizden gidenleri söyleyeyim; Engin Özpınar, Erdal Özdür, Enver Ayhan... Herkesi aldılar. Bunlar gittikçe ben de yerlerine insan koydum. O arada da Bursa durmadan yeni gazeteler hatta yeni yazarlar kazandı.
Kemal Kınacı(solda), Necati Zincirkıran(oturan)Saruhan Ayber, Armağan Gerçeksi(sağ başta)
'BURSA BANA SORULUR OLDU'
O yıllarda Bursa'da basın gerçekten güçlüymüş. Bunun sebebi neydi?
- Diğer illerde yoktu daha. Biz yaptık işte, şehir gazetesi. Türkiye'nin en büyük şehir gazetesi... Slogan da bizim. Şu an Olay kullanıyor bu sloganı. Neler yaptık biliyor musun, ben hiç Bursa'yı tanımayan bir insan olarak geldim, aradan 4-5 yıl geçtikten sonra neredeyse Bursa bana sorulur oldu. Vali beni arıyor, danışıyor, herkes beni arıyor... Zannettiler ki gazeteci böyle bir adam oluyor. Ondan herkes merak sardı.
Bir gazeteci ağırlığı ve saygınlığı kazandırmışsınız demek ki?
- Saygınlığı tabi... Benim orada tanıdığım insanlarla sonra yıllarca beraber olduk. Mesela Yılmaz Akkılıç.
Yılmaz Akkılıç'la dostluğunuz nasıl başladı?
- Yazı yazmak istiyormuş, Feridun(Evrenosoğlu) tanıştırdı. Bir kitapçı dükkânı vardı Yılmaz'ın, orada tanıştık. Ertesi gün bir yemek yedik. Benim kanım ısındı. Aklı başında bir adam, yazı da yazıyor. 4 yazı yazdıktan sonra 'Gel seninle şu Bursa Ansiklopedisi'ni yapalım' dedim. Bursa Ansiklopedisi Yılmaz'la başladı. Ama Yılmaz huysuz bir adam sürekli kavga ediyoruz. Onu da benden başkası idare edemez. Yılmaz, benimle yıllarca çalıştı. Ben İzmir'e gittim, giderken onu da Yeni Asır'a götürdüm. Ona gazetede tarihi roman yazdırdım. Bir de güncel roman yazdırdım. Bilir misiniz, 'Kâbus' diye bir romanı var. Hiç yayınlanmadı. Bir nüshası var bende. Kurgusunu da ben yaptım. Neydi; 1995, 'Kâbus', Türkiye'de İslami Cumhuriyet kuruluyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti yıkılıyor.
Çok ilginç, günümüz Türkiyesi ve Ortadoğu'yu düşününce...
- Tabii... Romanın içinde Yeni Asır da var. Yeni Asır'ı yerin altına inşa etmişim, gericiler basıyor imha ediyorlar. Bir de orada sıkıyönetim komutanı var; adı Atakurt. General Atakurt savaş açıyor Ankara Hükümeti'ne. İsyanda, Cumhuriylet yıkılıyor, bir yığın olay... Tema bu. Hepsinin karakterlerini ben hazırladım. Mesela, İzmir'in önemli bir yatırımcısı Selçuk Yaşar, romandaki adı Yakup Kaşar, onun Genel Sekreteri Veli Daim Dubalı, Ali Nail Kubalı... İsimler de benden... Mesela; Burhan Özal Belge, Burhan Özfatura... Böyle şeyler de yaptık. Yeni Asır'da ben Dinç'le(Bilgin) tekrar kavga ettim, İstanbul'a gittim Günaydın'a Yılmaz oraya da geldi köşe yazarı oldu. Sonra buraya Medya S'e geldim, yine benimle geldi. Ama yine de en çok kavga ettiği insan benim. Ama benim şu anda en çok aradığım insan da yine o...
Sizinki tatlı bir kavgaymış... Birbirinizden kitap falan yürütürmüşsünüz galiba?
- Yılmaz kütüphaneye bağış yaptı. İçlerinde benden yürüttüğü kitaplar da var. Ama ben de oraya kitap bağışladım, benim kitapların içinde de Yılmaz'dan yürüttüğüm kitapları var. İddiaya girdik. 'Bu kez benden kitap yürütemeyeceksin' diye. Ben kitabı 4'üncü kattan bahçeye attım giderken de aldım ve iddiayı kazandım.
Bursa Hakimiyet kadrosu ile Arap Şükrü Sokağı'nda (4 Mart 1987)
'SAKINCALI' GAZETECİLERE SAHİP ÇIKTIM'
Bursa Hakimiyet'e dönelim yine. Ali Osman Sönmez gazetenin nasıl sahibi oldu?
- Aslında benim o günleri yazmam, kayda almam lazım. Çünkü 12 Eylül'den sonra yeni bir gazetecilik türü başladı. 12 Eylül süreci benim en rahatsız olduğum dönemdir. Bayağı sıkıntılarım oldu burada. Biraz da o yüzden Bursa'dan kaçıp İzmir'e gittim. Bir de işadamlarının gazete sahibi olma merakları çıktı. Hepsi politikaya giriyor, hepsine güç lazım... O nedenle Mümin Gençoğlu gazete sahibi oldu. Oldu da ne yapacak, Ali Osman'la(Sönmez) Cavit'le(Çağlar) rekabet edecek. Tabi onun gazetesi varsa Sönmez'in de olur Cavit'in de olur. O safhaya geldi iş. Ben de o zaman rakip bu kadar fazla diye, herkes gazete çıkarmasın diye ilgi gösteriyorum. Nail Yenice de gazete çıkarmaya kalktı, Uludağ... Ama 12 Eylül döneminde sakıncalı görülen bir kadro oluştu. Mesela o günün yetişen gazetecileri içinde; Arzu (Arınel), Belkıs (Önal Pişmişler), Yeşim (Doğan), Nuri (Kolaylı)... Bu sırada ben aynı zamanda Gazeteciler Cemiyeti Başkanıyım. Arkadaşlar komünistlikle suçlanıyor, isimsiz imzasız ihbar mektupları geliyor. Yani gazete yöneticisi ve Cemiyet Başkanı olarak çok baskı altında kaldım. Ama ben onlarla çalışmaya devam ettim.
Peki siz 12 Eylül şartlarında bunu yapabilirken şimdiki gazete patronları neden baskılara direnemiyor?
- O zaman patrona karşı bir ağırlığımız vardı. Ben gazeteciliğe başlarken korumasız, genç, ne olduğunu bilmeyen biriydim. Kariyerimde tırmanırken çok rahatsızlık çektim. Üstümde olan insanların birikimleri benim kadar olmasa bile beni çok hırpaladılar. O yüzden ben çalıştığım her yerde yeni başlayan gençlere arka çıktım. İzmir'de yeniden başladım işe yeni bir kadro kuracağım, gazetelere İngilizce ilan verdim. '2000'li yılların Genel Yayın Müdürünü Arıyorum' diye... O ilan için başvuranların bir çoğu bugün gazeteci. O görüşmeleri yaparken 22 yaşında bir genç adamın odama girip yarım saatlik görüşmeden sonra gazeteye Dış Haberler Editörü olarak işe başladığını hatırlarım. Yarım saat konuştuğun adamı, gazetenin önemli bir bölümünün başına getiriyorsun.
Zeynep Biberoğlu olayında yaptığınız gibi... Herkes şok olmuştu o zaman.
- Zeynep'in sonra yaptığı da diğerlerinden farklı değildi zaten. Gençler iyidir. Çalıştırmaya başladığım insanlar içerisinde şu anda bir yığın genel yayın müdürü var. Fatih Çekirge mesela... İzmir'de stajyer muhabirdi, ben onu istihbarat şefi yaptım. Bazı dinazorlar da gençlerin önünü keser. Niye, bu sana saygısızlık mı yaptı. Hayır, yanına şortla geldi. Yahu adam Los Angeles'ta gazetecilik okumuş. Orada pantolonla dolaşan insan yok. Dinç Bilgin'e falan söylemişler. Alamadım çocuğu, kim biliyor musun, Murat Birsel... Yeni Asır'ın kadrosunda o zaman kimler var... Mesela Yılmaz Özdil. En tepede olduğun zaman aşağıdaki insanların birbirlerini kötülemek için neler yaptıklarını da görüyorsun. Özellikle çaresiz ve korunaksız olan insanlara ister istemez sahip çıkıyorsun.
12 Eylül dönemi zor yıllardı. Bir gazeteci olarak sıkıyönetim döneminde neler yaşadınız? O dönem sansür nasıl işliyordu?
- Sıkıyönetimle ciddi sorunlarım oldu. Hatta bir ara neredeyse gazeteyi kapatıyorduk. Şöyle bir uygulama vardı; gazete basılacak, bir nüsha, götüreceksin en büyük örfi idare yetkilisine göstereceksin. Örneğin İnegöl gazetesi 50 tane basıyor, düzgün bir örnek götürmesi için yüzlerce basması gerekir. Adam örnek gazeteyi alıp askere götürüyor o da canı isterse onay veriyor. Bu binbaşıdan astsubaya kadar düştü. Başlıklarda da sıkıntı yaşıyoruz. Örneğin biz başlıkta Orgeneral Kenan Evren diyoruz, astsubay hayır Sayın Orgeneral Evren diyeceksiniz diye geri çeviriyor.
ALBAYIN SORUN ETTİĞİ SOYADI
Bir komutanın adının yazılmasıyla ilgili de komik bir anınız varmış galiba....
- Albay Cumhur Teker... Soyadından gocunuyormuş Teker değil 'Tek'er' yazılacakmış. Teker yazıldığında tekerlek anlamına geliyormuş. Biz de Teker yazmışız. Sıkıyönetim Komutanı bunun yüzünden suratıma gazete fırlattı. Sonra emekli olmuş. Gelmiş ilan verecek, beni istiyor sözde ilanı bedavaya getirecek. İlanın altına da daktiloyla büyük harflerle 'Cumhur Tek'er' yazmış... Ben de bu ilanı gazeteye 'Teker' şekliyle yani apostrofsuz bir şekilde daha büyük harflerle koydurdum.
Anlaşılan sizde o günlere ait ilginç anılar çok...
- Başka bir gün 3'üncü sayfada bir haber; pavyonda çalışan 2 hayat kadını gözaltına alındı. Bir resmi tebliğ var 'Emniyet'in raporunda yer almayan polisiye olayları yayınlamak yasaktır' diye. Bu olay polisin günlük raporunda yok. Belki önceki raporlarında var. Bu haberi çıkarın diyor. Benim o haberi çıkarmam için 2 ton kağıdı atmam, yeniden gazeteyi basmam lazım. O tarihte de Vali Zekai Gümüşdiş, Garnizon Komutanı da Teoman Koman... Bunlara da ulaşamıyorum. 12 Eylül yönetimi bizim Necati Zincirkıran'ı Anadolu Ajansı Yönetim Kurulu Başkanı yapmış, dönemin Başbakanıyla da arası iyi. Sabahleyin gazeteye geldim, basılmış gazete sıkıyönetime götürülmüş, teğmen demiş ki gazeteyi dağıtamazsınız. Açtım Necati Zincirkıran'a durumu anlattım. 'Sen dur ben bir Başbakan'la konuşayım' dedi. Başbakan Bülent Ulusu da Necati Zincirkıran'ın Deniz Harp Okulu'ndan sınıf arkadaşı. Yarım saat sonra beni aradı; 'Saruhan Gölcük'e git, Güney Deniz Saha Komutanı randevu verdi konuş, o da halledemezse kapat gazeteyi' dedi. Ödüm patlıyor ama beni kapıda bir tuğamiral karşıladı. Özel bir araçla, mükellef bir kahvaltı sofrasında derdimizi anlattık. Adam beni dinledi; böyle şey olabilir mi yahu. Saruhan Bey siz dönün Bursa'ya gerisini biz hallederiz' dedi. Gazete kapanacaktı, öyle kurtardık anlayacağın.
Günümüzdeki medya ile o zamanki basını karşılaştırdığınızda ne düşünüyorsunuz?
- Ben günümüzde medya olduğuna inanmıyorum. Medya tüm dünyada değişti. Medya artık dünyanın gidişatına servis veren bir sektör haline geldi. Türkiye'de benim hiç tanımadığım, aklımın da ermediği bir medya var şu anda.
Eskiden gazetede bir haber çıktığı zaman gündeme oturur günlerce konuşulurdu. Şimdi anlık tüketim var ve bir etki de yaratmıyor...
- Geçenlerde Dinç Bilgin'le bir cenazede buluştuk. Bir saat sonunda kendimizi, bugünün gazetecileri nasıl yanlış yapıyorlar konusunu konuşurken bulduk. Eskiden biz doğru olduğunu bildiğimiz şeyi veriyorduk, onlar da onu doğru kabul ediyorlardı. Şimdi gazeteler sadece bilinenleri servis ediyor. Bilinmeyenleri servis edemiyor. Bilinmeyeni servis etmek de başka bir şey oluyor. 'Saruhan bunu değerlendirmemiz lazım' dedi. Ne benim gazetecilik yapacak, ne de onun gazete çıkaracak hali kalmış ama 20 yaşında ne konuşuyorsak onları konuşmaya başladık. İnsanın içine işlemiş bir şey bu. Ben kariyerini tamamlamış bir gazeteciyim.
Neden bu kadar iktidar bağımlısı oldu medya. Bu, sermaye yapısı ile ilgili mi?
- Herkesin işleri var. Gazetelerin de işleri var... Sermaye yapısıyla ilgili tabii... Dünyada akıl almaz şekilde paradan para kazanma düzeni var. Sanal para yükseliyor, insanlar yok oluyor.
Bugünün Türkiyesine nasıl bakıyorsunuz?
-Sen asırlardır ümmet olan bir toplumu birden bire değiştirmiş yurttaş olacaksın, sorgulayacaksın demişsin. O sistem iyi yetiştirseydi bugün bu hale gelmezdik. Ama bu işler tekrar tersine dönecek. Ne yaparlarsa yapsınlar akışı değiştiremezler. Bana soruyorsanız eğer imam hatip okulları harika fen liseleri olabilir. AVM'ler de teknik üniversite olabilir.
Saruhan Ayber, Çekirge Caddesi'ndeki evinde sorularımızı yanıtladı
GEZİ'DEN SONRA HİÇ KARAMSAR DEĞİLİM
Ütopik oldu biraz...
- Ütopik oldu ama bunlar demokratik hayatta gel-gittir. Hele Gezi'den sonra hiç karamsar değilim. Türkiye'yi mezhep savaşına sokuyorlar. Demokrasi paket açmak ve kapatmakla olmaz. Türbanı yasaklayınca demokrasi gitmez, getirince de demokrasi olmaz. Bir kere İslamiyet'in olduğu yerde demokrasi olmaz. İslamiyet demokrasi için güvence vermez, veremez. Yapısına aykırıdır. Demokrasi ise İslam'a güvence verir...
Ortadoğu'da yaşanan gelişmeler ve Kürt sorununa ilişkin çözüm süreci konusunda ne düşünüyorsunuz?
-Dünyada artık ulus devletler kalmadı. Dünya çok uluslu devletlerle idare ediliyor. İngiltere'ye bak, İrlanda örneği. Eskiden Londra'da 'Buraya köpekler ve İrlandalılar giremez' yazarmış. Amerika'daki zenciler gibi. Bunlar dünyada kaldı mı? Kürtlerse Kürtler... Efendim, 'Şehitlerin kanı yerde kalmayacak...' Ulusalcılık söylemlerine kuvvet kazandırıyorlar. Adamlar istiyorlarsa kendi kimliklerini kullanabilirler ama sen bu kimliği hırpalarsan, üst kimlik diye Müslümanlığı koyarsan işin cılkı çıkar. Şimdi isterse adam 'Ben Kürdüm' desin, özerk olsun. İskoçya, BASK, Katalonya ayrılmak istiyor. Ne oluyor yani? Referandum yapıyorlar... Bana sorarsan keşke ayrılsalar, ama ayrılmazlar zaten. Çok uluslu bir ulusalcılığı görmemiz ve anlamamız lazım.
Su yolunu bulacak diyorsunuz yani... Mesela çevremize bakıyoruz İran'da bir geriye dönüş yaşandı. Bizde de öyle bir risk yok mu?
- Olabilir ama İran eninde sonunda yolunu bulur. Bizden daha köklü kültürleri var.
En rahat hangi dönemde gazetecilik yaptınız? Mutlu olduğunuz gazete hangisiydi?
- Çoğunda keyif alarak çalıştım. Daha çok Bursa Hakimiyet'te... O zaman başyazıyı ben kurardım, Yılmaz Akkılıç yazardı. Belediye aleyhinde haberler yapardık, çok şeyi sorgulardık. Bugün Bursa basınında belediye aleyhinde haber yapmak mümkün mü?
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
'Bursa medyasının kara kutusu' konuştu!
Gazeteciliğin duayen isimlerinden Saruhan Ayber Bursa'da iz bırakmış biri. Onunla çalışanlar kendisinden bir efsane gibi söz ederler. Yönettiği gazetelerde patron temsilcisi ve meslektaşlarının tarafı olmak üzere masanın iki tarafında da bulunmuş biri. Meslektaşlarının sevgi ve saygısını kazanmış ancak zaman zaman eleştirilere de hedef olmuş bir gazeteci. Çalıştığı patronların kimi sırlarını bilen Ayber, şimdi sakin bir köşede emekliliğini yaşıyor.
RÖPORTAJ: ZAFER OPSAR
Saruhan Ayber yerel ve yaygın medyada masanın her iki tarafında da çalışmış 21 yaşında iken Türkiye'nin en genç yazı işleri müdürü olmuş gazetecilerden.
Gazetecilikteki birikim ve deneyimin yanı sıra derin bir entelektüel birikime sahip olan Ayber, genç gazetecileri teşvik etmesi, hatta onları pat diye genel yayın müdürü yapacak kadar keskin kararları ile tanınan, Bursa basın tarihinin önemli simalarından biri.
Zaman zaman medyada ucuza adam çalıştırması ile eleştirilmiş biri, ama o bunu değişik gerekçelerle açıklıyor. Ayber 12 Eylül dönemi ve sonrasında solcu gazetecilere yönelik cadı avı sırasında meslektaşlarına sahip çıkmasıyla da bilinir.
Emeklilik günlerinde Bursa'da yaşamayı tercih eden Saruhan Ayber, akciğerlerindeki rahatsızlığı nedeniyle sık sık oksijen tüpüne ihtiyaç duyuyor. Bir zamanların efsane gazetecisi Ayber'in çevresi boşalmış durumda. Artık ne gazete patronları ne de meslektaşları pek arayıp sormuyor.
Ayber'in eleştirilere hedef olduğu konulardan bir diğeri de danışmanlığını yaptığı Cargill. Söyleşimizde bu konuyu ayrıntılı olarak konuşamadık. Ayber, bu konuyu sonraya bıraktı.
Saruhan Ayber, Bursa'da gazete yöneticiliği yaptığı yılları, 12 Eylül döneminde yaşadıklarını, medya patronları ve meslektaşları ile ilişkilerini, medyanın dünü ve bugününü uzun yıllara sığan anılarını anlattı.
Mesleğe ilk adım atışınızdan başlayalım Saruhan Bey... Gazeteciliğe nasıl başladınız?
- Gazeteciliğe 1960'tan önce başladım. 27 Mayıs'tan sonra da Demokrat İzmir Gazetesi'nde çalıştım. Bir yıl sonra Bülent Ecevit'in Çalışma Bakanlığı döneminde 212 Sayılı Basın Yasası çıktığı gün Türkiye'de bütün gazete patronları eylem yaparak gazeteleri yayınlamadı ama bizim gazete çıktı. Tabi o zamanlar biz genç gazeteciyiz, abiler aldı götürdü bizi mitinge. Benim elimde 'Fasulye yedik dayandık, ama şimdi uyandık' pankartı var. Bizi bu mitinge götüren tüm abiler şutlandı... Kadın gazeteci falan yok. Kadın dediğin gazetede muhasebeci bir de patronun karısı Ayten Hanım. Tabi bunların hepsi gidince, Adnan Düvenli herkesi sorguladı. Sorguladıklarının arasında bir ay evvel gazeteciliğe başladığımız genç arkadaş da vardı. Bir tanesi Şevket... Benim herhalde sesimi beğendi, bir süre sonra beni Yazı İşleri Müdürü yaptı. Yani ben gazeteciliğe başladıktan 1 yıl sonra, 21 yaşında Türkiye'nin en genç Yazı İşleri Müdürü oldum... Ki daha gazeteciliğin ilk basamağındaydım. Ondan sonra Yeni Asır macerası başladı. 1963 yılında Yeni Asır'a girdim. 1964'te askerlik geldi. Askerlikten sonra yine Yeni Asır, sonra bir Bursa macerası, 1973'ten 87'ye kadar. Sonra yine İzmir'e gittim. Bu sefer Yeni Asır'ın hem Yönetim Kurulu Başkanı hem de Genel Yayın Müdürü olarak 4 sene çalıştım. Oradan İstanbul'a Günaydın gazetesine... Günaydın sonra Yeni Günaydın adını aldı ve ben sahibi oldum, el koydum gazeteye... O macera bittikten sonra Bursa'ya geldim. Bursa Hakimiyet Gazetesi'ne... Orayı bir medya grubu haline getirmek için görev yaptım. AS TV'yi ben kurdum. Benim gazetecilik maceram kısaca böyle...
Yeni Asır'dan Bursa'ya gelişiniz nasıl oldu?
- Bursa'da Armağan Gerçeksi Günaydın'la anlaşmıştı. Beni Bursa'ya Haldun Simavi'nin oğlu Hamdi Simavi çağırdı. Askerliği sırasında İzmir'de tanışmıştık. Gazeteciliğimi de beğendiği ve gelecekte kendisini Günaydın'ın patronu olarak gördüğü için bana bu çağrıyı yaptı. Bursa Hakimiyet'in kurulması kararlaştırılmıştı ama ortada doğru dürüst bir kadro yoktu.
Bursa Hakimiyet'in kuruluş sürecini de dinleyelim sizden...
- Hamdi Simavi beni aradı, 'Saruhan abi sen Bursa'ya git, bizimkiler bir gazete çıkarıyor, onlara danışmanlık yap' dedi. Aslında onların başına gönderiyor gibiydi. 24 Temmuz 1974 günü sabahın 5'inde İzmir'den Bursa'ya yola çıktım. Aksihar'a gelince radyoyu açtım, Kıbrıs Harekatı'nı öğrendim. Gürültü patırtı, geldik. O gece Bursa'da Acar Otel'de kaldım. Ondan sonra gazetenin kuruluş hazırlıkları başladı. Armağan Gerçeksi 2 tane ofset makine almış, gazete çıkartmaya uğraşıyor. Erdal Özdür, Enver Ayhan, Kahraman Atılgan ve Feridun Evrenosoğlu var. Günaydın, Armağan Gerçeksi'ye gönderdiği iki rotatifle ortaklığa geçti. Armağan Gerçeksi'nin Mavi Köşe'ye çıkan Hamam Sokak'taki binasında çalışmaya başladık. Biz gazete hazırlığı yaparken Kemal Kınacı geldi, elimizde Hakimiyet gazetesi var, sizi niye uğraşıyorsunuz dedi. Hakimiyet Gazetesi'nin sahibi de Hayri Terzioğlu. Bursa'da tanınan Demokrat Parti zamanında da önde gelen biri, milletvekiliymiş. Gazete çıkaracağımızı duymuş beni aradı, 'Gazete çıkartacakmışsınız, ne yapacaksınız gazete çıkartıp, burada gazete var ben onu size satayım' dedi. 'Olabilir' dedik, konuştum Hamdi Simavi'yle. Hakimiyet Gazetesi'ni satın aldık. Böylece Bursa Hakimiyet'in ilk yılları başladı. Bursa Hakimiyet çıkarken, Doğru Hakimiyet tekrar kara baskıyla çıktı. Sonra Bursa Hakimiyet'i Mümin Gençoğlu ailesi satın almak istedi, olmadı. Tabii onların satın alması biraz centilmenlik dışı olacaktı, beni satın alacaklardı.
O yıllarda kaç gazete var Bursa'da?
- Bursa Hakimiyet, Doğru Hakimiyet, Milletindir Hakimiyet ve Marmara gazeteleri var. Milletindir Hakimiyet Gazetesi'ni bir arsacı çıkarıyordu. Rekabet başladı. Ofset bir makine getirdi Mümin Gençoğlu. O makineyle beraber ilk defa Bursa'da ilaveli gazete çıktı; Yaşayan Bursa ilavenin adı. İsmi bana ait. Hatta uzun süredir konuşmadığımız halde Dinç Bilgin bu gazetenin ününü duyunca pat diye Bursa'ya geldi. Yeniden arkadaş olduk. Aradan 5 yıl geçti, en sonunda beni yakaladı yine İzmir'e götürdü. Yaşayan Bursa ilavesi, İzmir'de hemen Yaşayan Fuar ilavesi diye yayınlandı. Durmadan yenilikler yaptık. Bir ara tirajımız 10 bini geçti.
Bursa'da gazete tirajları nasıldı?
- 1981-1982 yılları... Bursa'da o yıllarda ulusal gazetelerle birlikte toplam 65-70 bin gazete satılıyor. Bursa şehir gazetelerinin tirajı yüzde 15'in üzerinde olacak, hedefimiz o... O tarihte Doğru Hakimiyet ofset çıkarken Bursa Hakimiyet'ten ne kadar adam varsa kör topal aldılar. Bizden gidenleri söyleyeyim; Engin Özpınar, Erdal Özdür, Enver Ayhan... Herkesi aldılar. Bunlar gittikçe ben de yerlerine insan koydum. O arada da Bursa durmadan yeni gazeteler hatta yeni yazarlar kazandı.
Kemal Kınacı(solda), Necati Zincirkıran(oturan)Saruhan Ayber, Armağan Gerçeksi(sağ başta)
'BURSA BANA SORULUR OLDU'
O yıllarda Bursa'da basın gerçekten güçlüymüş. Bunun sebebi neydi?
- Diğer illerde yoktu daha. Biz yaptık işte, şehir gazetesi. Türkiye'nin en büyük şehir gazetesi... Slogan da bizim. Şu an Olay kullanıyor bu sloganı. Neler yaptık biliyor musun, ben hiç Bursa'yı tanımayan bir insan olarak geldim, aradan 4-5 yıl geçtikten sonra neredeyse Bursa bana sorulur oldu. Vali beni arıyor, danışıyor, herkes beni arıyor... Zannettiler ki gazeteci böyle bir adam oluyor. Ondan herkes merak sardı.
Bir gazeteci ağırlığı ve saygınlığı kazandırmışsınız demek ki?
- Saygınlığı tabi... Benim orada tanıdığım insanlarla sonra yıllarca beraber olduk. Mesela Yılmaz Akkılıç.
Yılmaz Akkılıç'la dostluğunuz nasıl başladı?
- Yazı yazmak istiyormuş, Feridun(Evrenosoğlu) tanıştırdı. Bir kitapçı dükkânı vardı Yılmaz'ın, orada tanıştık. Ertesi gün bir yemek yedik. Benim kanım ısındı. Aklı başında bir adam, yazı da yazıyor. 4 yazı yazdıktan sonra 'Gel seninle şu Bursa Ansiklopedisi'ni yapalım' dedim. Bursa Ansiklopedisi Yılmaz'la başladı. Ama Yılmaz huysuz bir adam sürekli kavga ediyoruz. Onu da benden başkası idare edemez. Yılmaz, benimle yıllarca çalıştı. Ben İzmir'e gittim, giderken onu da Yeni Asır'a götürdüm. Ona gazetede tarihi roman yazdırdım. Bir de güncel roman yazdırdım. Bilir misiniz, 'Kâbus' diye bir romanı var. Hiç yayınlanmadı. Bir nüshası var bende. Kurgusunu da ben yaptım. Neydi; 1995, 'Kâbus', Türkiye'de İslami Cumhuriyet kuruluyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti yıkılıyor.
Çok ilginç, günümüz Türkiyesi ve Ortadoğu'yu düşününce...
- Tabii... Romanın içinde Yeni Asır da var. Yeni Asır'ı yerin altına inşa etmişim, gericiler basıyor imha ediyorlar. Bir de orada sıkıyönetim komutanı var; adı Atakurt. General Atakurt savaş açıyor Ankara Hükümeti'ne. İsyanda, Cumhuriylet yıkılıyor, bir yığın olay... Tema bu. Hepsinin karakterlerini ben hazırladım. Mesela, İzmir'in önemli bir yatırımcısı Selçuk Yaşar, romandaki adı Yakup Kaşar, onun Genel Sekreteri Veli Daim Dubalı, Ali Nail Kubalı... İsimler de benden... Mesela; Burhan Özal Belge, Burhan Özfatura... Böyle şeyler de yaptık. Yeni Asır'da ben Dinç'le(Bilgin) tekrar kavga ettim, İstanbul'a gittim Günaydın'a Yılmaz oraya da geldi köşe yazarı oldu. Sonra buraya Medya S'e geldim, yine benimle geldi. Ama yine de en çok kavga ettiği insan benim. Ama benim şu anda en çok aradığım insan da yine o...
Sizinki tatlı bir kavgaymış... Birbirinizden kitap falan yürütürmüşsünüz galiba?
- Yılmaz kütüphaneye bağış yaptı. İçlerinde benden yürüttüğü kitaplar da var. Ama ben de oraya kitap bağışladım, benim kitapların içinde de Yılmaz'dan yürüttüğüm kitapları var. İddiaya girdik. 'Bu kez benden kitap yürütemeyeceksin' diye. Ben kitabı 4'üncü kattan bahçeye attım giderken de aldım ve iddiayı kazandım.
Bursa Hakimiyet kadrosu ile Arap Şükrü Sokağı'nda (4 Mart 1987)
'SAKINCALI' GAZETECİLERE SAHİP ÇIKTIM'
Bursa Hakimiyet'e dönelim yine. Ali Osman Sönmez gazetenin nasıl sahibi oldu?
- Aslında benim o günleri yazmam, kayda almam lazım. Çünkü 12 Eylül'den sonra yeni bir gazetecilik türü başladı. 12 Eylül süreci benim en rahatsız olduğum dönemdir. Bayağı sıkıntılarım oldu burada. Biraz da o yüzden Bursa'dan kaçıp İzmir'e gittim. Bir de işadamlarının gazete sahibi olma merakları çıktı. Hepsi politikaya giriyor, hepsine güç lazım... O nedenle Mümin Gençoğlu gazete sahibi oldu. Oldu da ne yapacak, Ali Osman'la(Sönmez) Cavit'le(Çağlar) rekabet edecek. Tabi onun gazetesi varsa Sönmez'in de olur Cavit'in de olur. O safhaya geldi iş. Ben de o zaman rakip bu kadar fazla diye, herkes gazete çıkarmasın diye ilgi gösteriyorum. Nail Yenice de gazete çıkarmaya kalktı, Uludağ... Ama 12 Eylül döneminde sakıncalı görülen bir kadro oluştu. Mesela o günün yetişen gazetecileri içinde; Arzu (Arınel), Belkıs (Önal Pişmişler), Yeşim (Doğan), Nuri (Kolaylı)... Bu sırada ben aynı zamanda Gazeteciler Cemiyeti Başkanıyım. Arkadaşlar komünistlikle suçlanıyor, isimsiz imzasız ihbar mektupları geliyor. Yani gazete yöneticisi ve Cemiyet Başkanı olarak çok baskı altında kaldım. Ama ben onlarla çalışmaya devam ettim.
Peki siz 12 Eylül şartlarında bunu yapabilirken şimdiki gazete patronları neden baskılara direnemiyor?
- O zaman patrona karşı bir ağırlığımız vardı. Ben gazeteciliğe başlarken korumasız, genç, ne olduğunu bilmeyen biriydim. Kariyerimde tırmanırken çok rahatsızlık çektim. Üstümde olan insanların birikimleri benim kadar olmasa bile beni çok hırpaladılar. O yüzden ben çalıştığım her yerde yeni başlayan gençlere arka çıktım. İzmir'de yeniden başladım işe yeni bir kadro kuracağım, gazetelere İngilizce ilan verdim. '2000'li yılların Genel Yayın Müdürünü Arıyorum' diye... O ilan için başvuranların bir çoğu bugün gazeteci. O görüşmeleri yaparken 22 yaşında bir genç adamın odama girip yarım saatlik görüşmeden sonra gazeteye Dış Haberler Editörü olarak işe başladığını hatırlarım. Yarım saat konuştuğun adamı, gazetenin önemli bir bölümünün başına getiriyorsun.
Zeynep Biberoğlu olayında yaptığınız gibi... Herkes şok olmuştu o zaman.
- Zeynep'in sonra yaptığı da diğerlerinden farklı değildi zaten. Gençler iyidir. Çalıştırmaya başladığım insanlar içerisinde şu anda bir yığın genel yayın müdürü var. Fatih Çekirge mesela... İzmir'de stajyer muhabirdi, ben onu istihbarat şefi yaptım. Bazı dinazorlar da gençlerin önünü keser. Niye, bu sana saygısızlık mı yaptı. Hayır, yanına şortla geldi. Yahu adam Los Angeles'ta gazetecilik okumuş. Orada pantolonla dolaşan insan yok. Dinç Bilgin'e falan söylemişler. Alamadım çocuğu, kim biliyor musun, Murat Birsel... Yeni Asır'ın kadrosunda o zaman kimler var... Mesela Yılmaz Özdil. En tepede olduğun zaman aşağıdaki insanların birbirlerini kötülemek için neler yaptıklarını da görüyorsun. Özellikle çaresiz ve korunaksız olan insanlara ister istemez sahip çıkıyorsun.
12 Eylül dönemi zor yıllardı. Bir gazeteci olarak sıkıyönetim döneminde neler yaşadınız? O dönem sansür nasıl işliyordu?
- Sıkıyönetimle ciddi sorunlarım oldu. Hatta bir ara neredeyse gazeteyi kapatıyorduk. Şöyle bir uygulama vardı; gazete basılacak, bir nüsha, götüreceksin en büyük örfi idare yetkilisine göstereceksin. Örneğin İnegöl gazetesi 50 tane basıyor, düzgün bir örnek götürmesi için yüzlerce basması gerekir. Adam örnek gazeteyi alıp askere götürüyor o da canı isterse onay veriyor. Bu binbaşıdan astsubaya kadar düştü. Başlıklarda da sıkıntı yaşıyoruz. Örneğin biz başlıkta Orgeneral Kenan Evren diyoruz, astsubay hayır Sayın Orgeneral Evren diyeceksiniz diye geri çeviriyor.
ALBAYIN SORUN ETTİĞİ SOYADI
Bir komutanın adının yazılmasıyla ilgili de komik bir anınız varmış galiba....
- Albay Cumhur Teker... Soyadından gocunuyormuş Teker değil 'Tek'er' yazılacakmış. Teker yazıldığında tekerlek anlamına geliyormuş. Biz de Teker yazmışız. Sıkıyönetim Komutanı bunun yüzünden suratıma gazete fırlattı. Sonra emekli olmuş. Gelmiş ilan verecek, beni istiyor sözde ilanı bedavaya getirecek. İlanın altına da daktiloyla büyük harflerle 'Cumhur Tek'er' yazmış... Ben de bu ilanı gazeteye 'Teker' şekliyle yani apostrofsuz bir şekilde daha büyük harflerle koydurdum.
Anlaşılan sizde o günlere ait ilginç anılar çok...
- Başka bir gün 3'üncü sayfada bir haber; pavyonda çalışan 2 hayat kadını gözaltına alındı. Bir resmi tebliğ var 'Emniyet'in raporunda yer almayan polisiye olayları yayınlamak yasaktır' diye. Bu olay polisin günlük raporunda yok. Belki önceki raporlarında var. Bu haberi çıkarın diyor. Benim o haberi çıkarmam için 2 ton kağıdı atmam, yeniden gazeteyi basmam lazım. O tarihte de Vali Zekai Gümüşdiş, Garnizon Komutanı da Teoman Koman... Bunlara da ulaşamıyorum. 12 Eylül yönetimi bizim Necati Zincirkıran'ı Anadolu Ajansı Yönetim Kurulu Başkanı yapmış, dönemin Başbakanıyla da arası iyi. Sabahleyin gazeteye geldim, basılmış gazete sıkıyönetime götürülmüş, teğmen demiş ki gazeteyi dağıtamazsınız. Açtım Necati Zincirkıran'a durumu anlattım. 'Sen dur ben bir Başbakan'la konuşayım' dedi. Başbakan Bülent Ulusu da Necati Zincirkıran'ın Deniz Harp Okulu'ndan sınıf arkadaşı. Yarım saat sonra beni aradı; 'Saruhan Gölcük'e git, Güney Deniz Saha Komutanı randevu verdi konuş, o da halledemezse kapat gazeteyi' dedi. Ödüm patlıyor ama beni kapıda bir tuğamiral karşıladı. Özel bir araçla, mükellef bir kahvaltı sofrasında derdimizi anlattık. Adam beni dinledi; böyle şey olabilir mi yahu. Saruhan Bey siz dönün Bursa'ya gerisini biz hallederiz' dedi. Gazete kapanacaktı, öyle kurtardık anlayacağın.
Günümüzdeki medya ile o zamanki basını karşılaştırdığınızda ne düşünüyorsunuz?
- Ben günümüzde medya olduğuna inanmıyorum. Medya tüm dünyada değişti. Medya artık dünyanın gidişatına servis veren bir sektör haline geldi. Türkiye'de benim hiç tanımadığım, aklımın da ermediği bir medya var şu anda.
Eskiden gazetede bir haber çıktığı zaman gündeme oturur günlerce konuşulurdu. Şimdi anlık tüketim var ve bir etki de yaratmıyor...
- Geçenlerde Dinç Bilgin'le bir cenazede buluştuk. Bir saat sonunda kendimizi, bugünün gazetecileri nasıl yanlış yapıyorlar konusunu konuşurken bulduk. Eskiden biz doğru olduğunu bildiğimiz şeyi veriyorduk, onlar da onu doğru kabul ediyorlardı. Şimdi gazeteler sadece bilinenleri servis ediyor. Bilinmeyenleri servis edemiyor. Bilinmeyeni servis etmek de başka bir şey oluyor. 'Saruhan bunu değerlendirmemiz lazım' dedi. Ne benim gazetecilik yapacak, ne de onun gazete çıkaracak hali kalmış ama 20 yaşında ne konuşuyorsak onları konuşmaya başladık. İnsanın içine işlemiş bir şey bu. Ben kariyerini tamamlamış bir gazeteciyim.
Neden bu kadar iktidar bağımlısı oldu medya. Bu, sermaye yapısı ile ilgili mi?
- Herkesin işleri var. Gazetelerin de işleri var... Sermaye yapısıyla ilgili tabii... Dünyada akıl almaz şekilde paradan para kazanma düzeni var. Sanal para yükseliyor, insanlar yok oluyor.
Bugünün Türkiyesine nasıl bakıyorsunuz?
-Sen asırlardır ümmet olan bir toplumu birden bire değiştirmiş yurttaş olacaksın, sorgulayacaksın demişsin. O sistem iyi yetiştirseydi bugün bu hale gelmezdik. Ama bu işler tekrar tersine dönecek. Ne yaparlarsa yapsınlar akışı değiştiremezler. Bana soruyorsanız eğer imam hatip okulları harika fen liseleri olabilir. AVM'ler de teknik üniversite olabilir.
Saruhan Ayber, Çekirge Caddesi'ndeki evinde sorularımızı yanıtladı
GEZİ'DEN SONRA HİÇ KARAMSAR DEĞİLİM
Ütopik oldu biraz...
- Ütopik oldu ama bunlar demokratik hayatta gel-gittir. Hele Gezi'den sonra hiç karamsar değilim. Türkiye'yi mezhep savaşına sokuyorlar. Demokrasi paket açmak ve kapatmakla olmaz. Türbanı yasaklayınca demokrasi gitmez, getirince de demokrasi olmaz. Bir kere İslamiyet'in olduğu yerde demokrasi olmaz. İslamiyet demokrasi için güvence vermez, veremez. Yapısına aykırıdır. Demokrasi ise İslam'a güvence verir...
Ortadoğu'da yaşanan gelişmeler ve Kürt sorununa ilişkin çözüm süreci konusunda ne düşünüyorsunuz?
-Dünyada artık ulus devletler kalmadı. Dünya çok uluslu devletlerle idare ediliyor. İngiltere'ye bak, İrlanda örneği. Eskiden Londra'da 'Buraya köpekler ve İrlandalılar giremez' yazarmış. Amerika'daki zenciler gibi. Bunlar dünyada kaldı mı? Kürtlerse Kürtler... Efendim, 'Şehitlerin kanı yerde kalmayacak...' Ulusalcılık söylemlerine kuvvet kazandırıyorlar. Adamlar istiyorlarsa kendi kimliklerini kullanabilirler ama sen bu kimliği hırpalarsan, üst kimlik diye Müslümanlığı koyarsan işin cılkı çıkar. Şimdi isterse adam 'Ben Kürdüm' desin, özerk olsun. İskoçya, BASK, Katalonya ayrılmak istiyor. Ne oluyor yani? Referandum yapıyorlar... Bana sorarsan keşke ayrılsalar, ama ayrılmazlar zaten. Çok uluslu bir ulusalcılığı görmemiz ve anlamamız lazım.
Su yolunu bulacak diyorsunuz yani... Mesela çevremize bakıyoruz İran'da bir geriye dönüş yaşandı. Bizde de öyle bir risk yok mu?
- Olabilir ama İran eninde sonunda yolunu bulur. Bizden daha köklü kültürleri var.
En rahat hangi dönemde gazetecilik yaptınız? Mutlu olduğunuz gazete hangisiydi?
- Çoğunda keyif alarak çalıştım. Daha çok Bursa Hakimiyet'te... O zaman başyazıyı ben kurardım, Yılmaz Akkılıç yazardı. Belediye aleyhinde haberler yapardık, çok şeyi sorgulardık. Bugün Bursa basınında belediye aleyhinde haber yapmak mümkün mü?
YARIN: OTOSANSÜR VE MEDYA PATRONLARI
En Çok Okunan Haberler