SON DAKİKA
Hava Durumu

Halil Yıldız'ın ilk kitabı yayınlandı

Bursaport yazarı Halil Yıldız'ın, Türkiye'nin 1980 öncesi fırtınalı yıllarını anlatan "Kısa Hayatların Uzun Hikâyeleri" adlı kitabı raflarda yerini alarak okuyucular ile buluştu.

Haber Giriş Tarihi: 09.05.2025 11:10
Haber Güncellenme Tarihi: 09.05.2025 12:19
Kaynak: Haber Merkezi
https://www.bursaport.com
Halil Yıldız'ın ilk kitabı yayınlandı

Bursaport yazarı Halil Yıldız'ın, köşe yazılarından derlediği, Türkiye'nin önemli bir dönemini insan hikayeleri ile anlatan "Kısa Hayatların Uzun Hikâyeleri" yayınlandı. Kitap, Türkiye'nin 1975-80 arasını, çalkantılarla geçen ama umut dolu beş yılını anlatıyor.

İstanbul Yüksek Ticaret ve Marmara Üniversitesi İktisadi İdari Bİlimler Fakültesi mezunu olan Halil Yıldız'ın kitabı için gazeteci-yazar Merdan Yanardağ'ın moderatörlüğünde İstanbul'da söyleşi ve imza günü etkinliği gerçekleştirildi. Yoğun katılımla gerçekleşen etkinlikte biraraya gelen eski arkadaşlar Türkiye'nin önemli bir dönemini tanıklıklarını ve anılarını konuştular.

Halil Yıldız Bursa'da da tarihi belirlenecek bir imza günü ve söyleşi etkinliğine katılacak.

Bir Yeni Cumhuriyet İçin yazarı Osman Çutsay, Halil Yıldız'ın ilk kitabı  "Kısa Hayatların Uzun Hikâyeleri"ni değerlendirdi.

Çutsay'ın, "1975-80: Küçük kara civcivleri ve buzdağının görünmeyen yüzünü anlatmak" başlıklı yazısı şöyle:

"Okurken paramparça olmak mı? Öyle: Temiz bir dille ve büyük “edebî” iddialar taşımaksızın ama bir görev bilinciyle üretilmiş, sevgi dolu bir kitap karşısındayız. Neredeyse 50 yıl sonra, eski Türkiye’nin belki de en uzun ve umut dolu 5 yılının hâlâ meçhul kavgacılarını ucundan ucundan anlatan bir kitap. Sonda söyleyeceğimizi, başta söyleyelim: Her durumda, kirli Türkiye kapitalizmine serpiştirilmiş sürüyle “şaşaalı” kitabı ıskartaya çıkaran bir zenginlik bu. Saklı portrelerden oluşuyor. Ancak asıl önemlisi, yazarın portresini de bu portreler üzerinden okuyabiliyoruz.

Hepimizin portresi aslında. Anlatılan bizim hikâyemizdir.

Bir şeylerin değişeceği, hatta değişmeye başladığı anlaşılıyor.

İsteyen bir roman olarak da okuyabilir. Böyle parçalı olmasına şaşırarak ve romanın tanımına sığmadığından emin olarak. Ama öyle. Halil Yıldız, “Kısa Hayatların Uzun Hikâyeleri” başlığını uygun gördüğü kitabında, yazacağı yeni kitap veya kitapların da haberini veriyor. Bu bir yana, asıl mesaj galiba şu: Müthiş bir dönemin müthiş hayatlarını anlatan hiç olmadı, bazıları hiç denemedi değil, özellikle liberal karşıdevrimcilik buraların ekmeğini yedi epey, ama devrimcilere yakışır bir işçilikle bizimkiler bu hayatları bir türlü yazamamıştı. Ortada büyük bir boşluk hâlâ var ve işte Halil Yıldız, bu boşluğa da dikkat çekmiş oluyor: Neden anlatılamadı? Bu soruya yanıt aramayacağız.

Yanıtını burada derinlemesine aramayacağımız bir diğer soru da şu: Antikomünist bir histeri cephesi halini almış Türk edebiyatı bu yükün altına girebilecek güçte miydi? Böyle bir niyeti var mıydı? O niyeti uygulamaya sokabilecek enerjiye bugün sahip mi? Olan bitenin farkında mı? Yoksa bir işgal edebiyatı olarak zaten kendi halinde yaşayıp, daha doğrusu çürüyüp gidiyor mu? Antikomünist histerinin liberal gölgesi her şeyi çürütmedi mi? Öyledir.

(Elbette bir tartışma konusudur, değinmeden geçmeyelim: 1960’lar mı yoksa 1970’ler mi eski Türkiye’nin en uzun 10 yılıydı? Büyük sıçrama yıllarının, 60’ların -Türkiye’de bir 68 yoktur, 60’lar vardır, ille aranırsa 1965 vardır- bütün ışığı ve gölgesini 1970’ler, özellikle de 1975-1980 arası taşımıştı. 12 Eylül’ü hazırlayan ve egemen sınıflarca örgütlenen içsavaşın en uzun, en sıcak, en acımasız yıllarıdır 70’ler. Öncesi bu denli sıcak değildi. Peki, ya o direnen on binlerce devrimci genç? Buzdağımızın suyun altında kalmış onda dokuzluk kütlesi? 650 bin kişinin gözaltına alındığı, 1 milyon 683 bin kişinin fişlendiği bir dönemin hemen öncesindeki yıllardan söz ediyoruz.)

KENDİMİZİ ANLATAMAYINCA…

Halil Yıldız, acımasız 70’lerin kahramanlarını, yani sıradan insanlarını, her zaman mütevazı genç devrimcileri hatırlıyor ve hatırlatıyor. Bilemediğimiz, anlayamadığımız, anlatamadığımız bir insan tipi bu. Cehennem yolcuları. Büyük bedelleri gözlerini kırpmadan ödeyen ve bu dünyadan “sessiz sitemsiz” çekilip giden kardeşlerimiz. Bu insanları doğru dürüst işleyememiş, çünkü hiç anlayamamış ve anlatamamış bir edebiyatın muhafızları mı, yoksa Halil Yıldızlar mı? Halk çocukları: Cumhuriyetin son kırıntılarından yararlanarak yoksulluğun ve cehaletin pençesinde kavrulmaktan kurtulmuş, ama kendilerini halka adamış gencecik yetenekli insanlar. Halil Yıldızlar.

Çoktular: Esatların, Özcanların, Refahların, Ahmet Zenginlerin, Şevki Ömeroğluların, hatta Süleyman ağabeylerin, Kemal Karaca, Kâmil Amca ve oğlu Enver’in Türkiye’sinde genç olmak “gencölmek” idi. İyi de bütün bu genç devrimcileri neden yol arkadaşları değil de Ahmet Altan-Latife Tekin okulu pazara sürdü ve anılarını kirletebildi? Her devrimcinin biraz da şair olduğu yılların kavgacıları, neden kendilerini anlatamadı? Halil Yıldız, yitirdiği kadim dostu Esat’a sesleniyor kitapta: “Bunları özellikle yazıyorum, oraları unutmayalım diye.” (s. 81) Unuttuğumuzun, anlatamadığımızın bir ifadesi olarak da okunabilir bu serzeniş.

Her biri gerçekten ince gözlemlerin ve iyiliğin ürünü bu saklı portrelerin, yazarın da resmini verdiğini söyledik. Yoksulluğun pençesinden çıkıp gelen genç insanların resmi: “1965 Genel Seçimleri öncesinde Antalya’nın Serik ilçesinin bir köyünde pamuk işçiliğindeydik ailecek.” (s. 83) Sadece bu bile 70’lerdeki toplumsal yükselişin bir emekçi karakteri taşıdığını göstermiyor mu? Öyle. İç içeydik.

KARA CİVCİV VE BALYOZ

Bir kuşak dedik. Onat Kutlar’ı(*) da anarak ve Halil Yıldız’ın devrimciliğinin başında -tıpkı bu satırların yazarı gibi- çok etkilendiği bir kısa filmi vurgulamış olalım. Bir Yugoslav filmi “Malj” (Balyoz) bu. Gerçekten de sözü geçen yılları ve devrimcilerini en iyi anlatan bir film. Kara civcivlerdik…

Kimileri için çok acı olabilir, ama gerçekler hep böyle değil midir? Acıtır: Son 50 yılın Türk edebiyatı hiçbir şey anlatamadı. İnsanı yazamayan bir edebiyattı. Anlatmaya kalktıkları canlı insanlarımızı temsil etmiyordu. Kurmaca ve kukla şeylerdi. Eğer kısaca özetlemek gerekirse, böyle bu. Oysa somut gerçeklik (mekân) büyük olanaklar içeriyordu. Toplumsal kalkışma, edebiyatta bir hareketi, bir aşkınlığı tetiklemedi. Ekmeğini bu havuzdan çıkaranlar oldu gerçi. Bu sitede Semih Gümüşgillere dikkat çekmiştik.(**) Onların egemenliğinde de devam ediyor zaten. Tabii bazı devrimci arayışların ve atılımların hakkını yemeyelim. Ancak onların etkili ve kalıcı olamadıkları çok açık.

12 Eylül kuşağı yazılamadı. Elbette yazılanlar var. Hatta bazıları çok önemli. Ama bir genelleme yaparsak, etkileri olmadığını söylemek durumundayız. Yazıldığını iddia edip Ahmet Altangilleri masaya sürenler olacaktır; onları biliyoruz. Hepsinin özeti: 1975-1980 arası devrimci kuşak, biraz geniş tutarak söylersek 1952-1962 doğumlu devrimciler, edebi bir aşkınlığa konu olamadılar. Kendi içlerinden devrimci ve etkili bir edebiyat çıkaramadılar, onları anlatan bir sonraki kuşak da çıkmadı. Tam bir çıkmaz sokak.

1975 yılı: Aradan 50 yıl geçince bunun sancıları daha bir görünür oluyor. Sevindirici olan, edebiyat dışı kitaplarla o müthiş on yılın mücadele insanlarının konu edilmesidir. Gerçi Latife Tekin ve Ahmet Altangiller hemen edebiyata sardırmıştı gençlerin devrimci direncini ve kirletmişlerdi bütün gericilikleriyle. Sonra zaman değişti. 1970’ler kuşağının 12 Eylül’e gerekçe olan gençlerin, özellikle bazı önder kadroların yaşamı, direnci, son yıllarda edebiyat dışı (“nonfiction”) yapıtları tetikledi. Art arda sosyalist eğilimli yayınevleri biyografi ağırlıklı kitaplarla o kuşağın olağanüstü gençlerini, o muhteşem mağlupları, direnen önder kadroları işliyor. Buzdağının görünen kısmını yani…

Edebiyatın bu alanda nasıl bir işgal altında olduğunu verimlere bakarak görebiliyoruz. Halil Yıldız bu alanda cüretli bir deneme yapıyor. “Kısa Hayatların Uzun Hikâyeleri” alışılmış edebiyatın sınırlarını zorlayan ve hatta onunla ilgisizliğini saklamayan bir kitap aslında. Her sayfasında paramparça olarak okumak zorunda kalıyoruz. Bir haberci de diyebiliriz. Bu devrimci biyografilerin mutlaka ayrıntılarıyla anlatılması gerekiyordu ve bu, yapılamıyordu. Ancak artık yeni adımlar atılıyor. Nitekim, yoksul bir ailenin zeki çocuğu, Halil Yıldız, yaşamından ve en önemlisi tanıklıklarından kesitlerle yıkılan cumhuriyeti kurtarmaya çalışan bir kuşağın kaderini/karakterini anlatıyor. Başkalarının yapamadığını yapıyor.

MAĞDURİYET DEĞİL, ŞİKÂYET DE DEĞİL

Halil Yıldız biyografik denemesiyle bizatihi romanesk bir şans. Yenilgiyi kabullenmeyenlerin içinden gelen, devrimci ve duyarlı bir gözlemci, tanık ve anlatıcı… Bu gözlem gücünü kitaba, ancak fazla da öne çıkarmadan, serpiştirdiğini görüyoruz. Tevazu, her zaman güçlü bir enerji kaynağıdır. 

Bir şikâyet olarak da okunmaması gerekir bu kitabın. Bir mağduriyet inlemesi değil çünkü. O binlerce, on binlerce devrimcinin ve direnme günlüklerinin layıkıyla anlatılamamasından doğan bir hüzün aslında. Kendine bu eksiklikten bir görev biçmiş olduğu anlaşılıyor. 2015’te Esat’ın, 2011’de Refah’ın kendilerine biçtikleri sonu, Boğaziçi Üniversitesi’ni kazanan ama devrimci siyaset adına belgesi yırtılıp atılan Ahmet Zengin’i, genç ömründen beri çektiği sağlık sorunlarına rağmen sorularla yaşamayı, onlara çözüm aramayı bırakmayan ve sessizce çekilip giden Şevki Ömeroğlu’nu, Nihal’i  kimler hatırlıyor? Hatırlayanlar neden anlatmıyor? Türkiye devrimci hareketinde saklı ama bizi zenginleştirmeyen, tersine, tarihimizi yoksullaştırma hizmeti veren bir yanlış tevazuyu zorlama zamanı gelmiş değil midir? Halil Yıldız, Alexandar İliç’in bizim kuşağı derinden etkileyen o kara civcivini hatırlatır ve cezaevlerindeki genç ve hatta -pek nadir de olsa- yaşlı ömürleri, bütün yalınlıklarıyla anlatırken, “buzdağımızın görünmeyen asıl büyük kütlesine yönelmeyi” önermiş oluyor. Peki..

YAZININ TAMAMI İÇİN TIKLAYIN

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar (0)
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.