SON DAKİKA
Hava Durumu

'İnsana rağmen sanayi olmaz'

Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu Kocaeli Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı. Aynı zamanda bizleri yanı başımızda sessiz sedasız büyüyen 'tehlikeye' karşı uyaran bilim insanı.

Haber Giriş Tarihi: 26.01.2012 16:37
Haber Güncellenme Tarihi: 26.01.2012 16:37
Kaynak: Haber Merkezi
https://www.bursaport.com
'İnsana rağmen sanayi olmaz'

SELİN ÖZÇELİK KANALP

'Patronların özerklik bölgesi' dediği Organize Sanayi Bölgelerin'de herkesin gözleri önünde olup bitenleri bilimsel bir yaklaşımla inceledi, hepimizle paylaştı.Yıllarca kamu kurumlarıyla ortaklaşa yürüttüğü projelerle 'halk sağlığı' için çalışan Onur Hamzaoğlu, Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı tarafından 'şarlatan' ilan edildi..

Binlerce kişi 'Onurumuzu Savunuyoruz' diyerek onun için imza topladı, mahkemelerine katıldı.  26 Ocak'da Prof. Dr. Hamzaoğlu'nun Belediye Başkanı'na açtığı hakaret davasının 4. duruşması görüldü.Davayı takip eden hakimin izne çıkmış olması nedeniyle bu kes de karar çıkmadı.

Duruşmadan birkaç gün önce bir söyleşi için Bursa'ya gelen Onur Hoca'yla örtbas edilmek istenen araştırmasını, üniversiteleri, çevre mevzuatını konuştuk.

Ne mahkeme süreçleri, ne de disiplin soruşturmaları Onur Hoca'yı yıldırmıyor, onun için 'Onurlu yaşamak, nefes almaktan daha değerli'.

Halk sağlığı konusunda görünür kılmak istediğiniz temel sorun neydi?

İçinde yaşadığımız kapitalist sistem içinde çevre; sanayi ile ilişkiler boyutunda bir maliyet unsurudur ve özellikle kriz dönemlerinde bu maliyetten sakınılır. 2000'lerin başından beri hem Türkiye'de hem de dünyada sermaye grubunun çevreyi tahrip edici girişimleri hızla artıyor. Bizim gibi ekonomik ve siyasal olarak bağımlı ülkelerin hemen hepsinde böyle bir süreci uzun yıllardır yaşıyoruz. Esas konumuz bunun görünür kılınmasıydı.

100 ÖLÜMDEN 32'Sİ KANSER NEDENİYLE

Bu konuda neden Dilovası'na yoğunlaştınız?

Dilovası Kocaeli sanayi havzasında özel bir alan, çok yoğun. Ayrıca Organize Sanayi Bölgesi (OSB) ilan edilmesiyle, hukuka uyumsuzluğuyla ilgili özel bir yeri var.

Mevzuata göre bir alan OSB olmadan önce üretim için hazırlanır, arıtma tesisleri biter, daha sonra üretim başlar.Dilovası'nda 100'ün üzerinde sanayi kuruluşu faaliyet gösterirken, içinde kahvehanesinden lokantasına kadar bazı mahallelerin sokakları dahi varken OSB ilan edilmiş bir bölge.

Ayrıca resmi rakamlara göre Dilovası'ndaki 100 ölümden 32'si kanser nedeniyle. Bu önemli, çünkü aynı yıl Türkiye'de 100 ölümden 12'si, dünyada da yüzde 12 civarı kanserdendi. Arada 2.6 kat bir fark vardı ve bunun görünür kılınması analitik araştırmalarla ortaya konması gerekiyordu. Bir ilginç nokta da şuydu; Dilovası'nda 10 yıl ve daha üzeri yaşayanlarda kanser gelişme riski 10 yılın altında bulunanlara göre 4.5 kata fazla. Üstelik bu durum yaş ve sigara tüketiminden bağımsızdı.

Yalnızca Dilovası bölgesi de değil, yine edindiğimiz belgelerde gördük ki Kocaeli'ndeki her 100 ölümden 19'u kanser nedenli. Bu oran Gebze'de yüzde 22, Gölcük'de yüzde 21. Bu oranları Meclis'e taşıyarak sorunun Dilovası'yla daraltılamayacağını, Kocaeli havzasının bütününde sorunun görülmesi ve müdahale edilmesi gerektiğini paylaştık.

Bu konuda Meclis'te herhangi bir adım atıldı mı?

TBMM'de Dilovası araştırma komisyonu kuruldu. 2007 Şubat ayında Genel Kurul'da görüştüler ve '29 sorun 29 çözüm önerisi ' belirlediler. Rapordaki önemli meselelerden biri kapasite artışının engellenmesi ve OSB başta olmak üzere atıkların zararsız hale getirilmesi ve denetimlerin arttırılmasıydı.

İnanır mısınız OSB için 2002 de ilan edilen OSB alanı açılmadan önce inşa edilmesi gereken atıksu arıtma tesisi, 2010 Nisan'ında gerçekleşti. Böyle bir ülke ve kentte yaşıyoruz!

OSB'LER PATRONLARIN ÖZERK BÖLGESİ

OSB'lerle ile ilgili yasal düzenlemenin çerçevesi nedir, sorunları çözebilecek durumda mı?

OSB'lerle iligili mevzuatı değiştirmeden onu denetleyebilir hale getirmeden sorun çözülmez. Her yer OSB haline getirildi. OSB patronların özerk bölgesi demek. Sınırlarını kendilerinin çizdiği, duvarlarını ördüğü içerideki herşeyi kendilerinin ölçüp biçtiği ve karar verdiği bir alan demek. Hangimizin özerk bölgesi var? Kalkmışız o mevzuatla patronlara denetimsizlik alanı veriyoruz.

Bazı çevrelerde rahatsızlık yaratan son çalışmanıza dönersek...Araştırma süreci nasıl başladı, içeriğinde neler vardı?

Bir proje hazırladık. Bu proje; kentin en kuzeyinde en temiz diye düşünülen Kandıra ilçesiyle, en kirli diye bilinen Dilovası ilçesindeydi. Bu iki bölgede havadaki partiküler maddeyi saptayarak, içerisindeki kimyasalları, ağır metallerin ölçülmesini ve bu noktalara yakın yaşayan hamile kadınlarda, kabul edenleri araştırmaya dahil ederek onları izleyip doğum yaptıklarında ilk sütlerinden ve bebeklerin ilk kakalarından örnekler alınmasıyla bunlarda havadaki tozda baktığımız ağır metallere bakmayı kapsıyordu. 2009 Şubat ayında bu proje için Üniverste'nin de desteğini aldık.

Bu proje hem etik açıdan hem de bilimsel olarak değerledirilerek uygun bulunmuştu. Biz de 2009'un Mayıs ayında bu faaliyete başladık. Bu proje ilerlerken Kocaeli'nde hayat her zamanki gibiyken 2010 sonbahar itibariyle yeni bir demir-çelik fabrikası kurulacağı haberleri yayıldı.

Bu aynı alanda faaliyet yürüten dördüncü fabrika oluyor sanırım?

Evet. Kocaeli'nde, hurda ve demir çelikten demirçelik elde edilen 3 özel fabrika var. Bildiğimiz kadarıyla dünyanın başka bir ülkesinde aynı kentte bu biçimde 3 fabrika yok. Üstelik 2 tanesi Dilovası'nda ve yaklaşık 200 metre mesafede komşulukları var. Bu nedenlerle Dilovası hava emisyonları konusunda dünyanın en riskli alanlarından biri.

HİNDİSTAN'DA GERİ PÜSKÜRTÜLEN FABRİKA KOCAELİ'NDE

Dördüncü fabrika da aynı bölgeye mi kuruluyor?

Bu son girişimle kentin doğu tarafında Osman Kibar Organize Sanayi Bölgesi ilan edilmiş ama ÇED raporları nedeniyle tartışmalı olan OSB'de yine bu isme ait holding şirketinin Güney Kore firması (Posco) ile ortak yatırımı var. Bu girişimle başlangıçta soğuk haddeleme yapacaklarını ama zaman içinde tüm fabrikayı buraya yerleştireceklerini ögrenmiş olduk.

Ayrıca İstanbul Çevre Mühendisleri Odası'nın da katkılarıyla; bu fabrikanın Hindistan'da da kurulmak istendiğini ancak oradaki kent sakinleri tarafından bu girişimin bir halk hareketiyle püskürtüldüğünü öğrendik.

Bu duruma Kocaeli halkının tepkisi nasıldı peki?

Kocaeli halkı fabrikanın kurulmasına karşıydı, pek çok olay yaşandı ama kolluk kuvvetleriyle bu tepkileri bastırdılar ve hepimizin gözüne soka soka hükümetin başı da gelerek kapalı bir ortamda, törenle temel attılar.

Kısa sürede kamuoyu bunu tartışır hale geldı. Ciddi bir kaygı vardı, çünkü etraftaki kirlilik konusunda herkes sıkıntılıydı. Çocuklar daha cok hasta oluyorlar solunum hastalıkları cilt hastalıkları daha fazla görülüyordu.

Özellikle kanser vakalarının hava kirliliği ile ilişkili olabilecek özelliklerinin daha fazla olduğu gözlemleniyordu.

Gazetecileri Güney Kore'ye götürüp oradaki tesisi 4 gün gezdirdiler. Dönüşte yerel gazetelerimizde çarşaf çarşaf aslında yanlış bildiklerini kurulacak fabrikanın ne kadar güzel birşey olacağını yazdılar. Çünkü 2 milyon ağaç dikileceğini, ilk çalışan işçilerin Kore gazilerinin çocukları olacağını, Kocaelispor'a destek verileceğini, sosyal alanların tamamlanacağını yazdılar.

O donemde kamuoyunda bunlar konuşulurken konuyu daha önce inceleyen kişilerle de röportaj yapmak istediler. Ben de o zamana kadar elde ettiğimiz bilgileri kamuoyu ile paylaşmak adına aktardım. Onun uzerine bu iş bir şekilde farklı boyutlarıyla gündeme geldi.

AÇIKLAMALARIN ÜZERİNİ ÖRTMEK İSTEDİLER

Sizce açıklamalarınız neden bu kadar tepki gördü?

Şunu görmek gerekir, eğer Posco, Kibar Holding ve benzerleriyle, şu anki hükümetle, sermayeyle bu tür sıkı ilişkileri olan bir dönem olmasaydı 'Evet, napalım bebeklerin kakalarında var' diyip geçeceklerdi.

Üzerini örtmek istediler. Belediye Başkanı bu açıklamalardan çok kısa bir süre sonra kamu oyuna böyle birşey olmadığınıi herşeyin kontrol altında olduğunu söyledi.Şahsıma yönelik bazı sıfatlar kullanıp, yalnızlaştırma faaliyetleri yürüttüler.

Açıklamalarınızdan sonra kamu kurumlarının çözüme yönelik girişimleri olmadı mı?

Güzel gelişmeler de oldu. Kocaeli Valiliği çevre genelgesini değiştirdi, sıkı denetimler, ihbarlar oldu, bir sürü gömülü atıklar ortaya cıktı, bunlara tanıklık ettik.

Ankara'da Kimya Mühendisleri Odası tarafından yapılan bir sempozyumda da öğrendik ki Çalışma Bakanlığı bu açıklamaları ihbar kabul edip bölgede dentimler başlatmış ve birçok sanayi kurımuna 1.5 -2 aylık sürelerle düzeltme yaptırımında bulunmuş. Bu ay yeniden denetlenip karşılaştırılacak. Bilgilerin bu şekilde kullanılması önemli tabii.

Bir yandan açıklamalarınız ihbar sayılıyor bir yandan da hakkınızda suç duyurusunda bulunuluyor. Bu çelişki nasıl gelişti?

Süreç devam ederken Büyükşehir ve Dilovası Belediye Başkanları ortak bir suç duyurusunda bulundu ama ilginç olan şu; bunu ben kendisi hakkında hakaretle ilgili savcılığa suç duyurusunda bulunduktan sonra yapmaları.

Savcılık suç duyurumu yerinde bulup mahkemeye sevk etti ve dava açıldı. 31 Mayıs 2011'de başlayan dava hala sürüyor. Bu başvurunun hemen ardından 1 hafta kadar süre içinde 2 Belediye Başkanı 'halkı paniğe sevk etmek' iddiasıyla hapis cezası talebiyle şikayette bulunmuşlar.

Savcılık bunun mahkemeye sevk edilmesini uygun bulmadı; benim görevim kapsamında bir faaliyet oldugunu düşündüğünü ifade ederek dosyayı Üniversiteye gönderdi. Üniversite de dosya hakkında apar topar 3 tane soruşturmacı atayarak ceza soruşturması açtı. Hala devam edıyor. İstanbul Ünversitesi'nden bir bilirkişiye gönderdiklerini öğrendik.

Onun dışında 2007 yılında birlikte çalıştığımız, 2008'de kendisine rapor gönderdiğim Kanserle Savaş Daire Başkanı da YÖK'e benim çalışmalarımın sonuçlarını paylaşarak halkta panik yarattığımla iligli şikayette bulunuyor. YÖK şikayeti Üniversiteye gönderdi, Üniversite de disiplin soruşturması açtı.

Disiplin soruşturması da devam ederken 15 Eylül'de 2. duruşmamız olacaktı. 13 Eylül'de etik kuruldan bir yazı geldi. Rektör dosyamı değerlendirmesi için beni etik kurula göndermiş. Gelen yazıda şöyle bir ibare var: Tamamlanmamış ve bilimsel olmayan açıklamaları kamuyoyuyla paylaşmasının değerlendirilmesi.

Yani rektörün esasında bir kararı var benimle ilgili. Hukuksal bir durumdur bunu da böyle görmek gerekir. Etik kurul duruşmadan bir gün önce rapörtörün bir gün önce bitirdiği raporu aynı gün inceleyip, gerekli özeni göstermeme ile iligli bir hüküm vermiş. Biz bunu ertesi gün duruşmada Büyükşehir'in avukatından öğrendik.

Bu da üniversite yönetmeliğine aykırı bir durum aslında değil mi?

Tabiki, böyle bir boyutu var.Üniversite bir şekilde Beledıye Başkanı'nın kendi mensubu bir üyesine yaptığı çalışma nedeniyle hakaret edip etmediğini değil de, hakarette haklı mı haksızmı olup olmadığını mahkemeye tartıştırmaya yardımcı oluyor.

'12 BİN KİŞİNİN DESTEĞİ OLMASAYDI NELER YAŞARDIK, TAHMİN BİLE EDEMİYORUM'

Olayların bu boyuta geleceğini tahim etmiş miydiniz?

Açıkçası Mayıs itibaryle arkadaşlarım bu durumu farkettıklerini, bunun kamuoyuyla paylaşılması gerektiğini söylediklerinde ben hiç gerekli bulmamıştım. O kadar somut ki herşey. Onların beni itham ettiği suçlamaların hepsine yanıt verecek belgeler var. Çok öncesinden elimizde veriler var bunları paylaşıyoruz, bundan doğal bir sey olamaz, toplumsal sorumluluğumuz bu. Çünkü biz bu çalışmaları deşifre etmek için görünür kılmak için yapıyoruz,akademik dosyalarımız için değil.

İşte aynı dönemlerde arkadaşlarım bu durumun ciddi bir süreç yaşatacağını ne kadar haklı olsam bile hiç tahmin edemeyeceğim boyutlara gelebileceğini söylemişlerdi, onların yardımıyla üreç gerçekten görünür kılındı. Kamuoyu ile paylaşıldı. Bir grup kuruldu, imzalar toplandı.Geriye dönüp baktığımda ben yanılmışım, arkadaşlar haklılarmış. Eğer bir de böyle 11-12 bin kişinin imzası, farkındalığı olmasaydı neler yaşardık acaba bu surecta tahmın etmek bile istemiyorum.

Şu anda son durum nedir?

Gelinen aşamada dsiplin cezası bitti, dsiplin cezası soruşturmacısı etik kurulun kararını temel alarak, esasında onun hukuksal bir özelliği yok ama şimdi bir hukuksal karara temel oluşturmuş oldu, bu 'özensizliği' gerekçe göstererek benle iligli kınama cezası verdi. Bu cezavda ondan sonraki duruşmaya yetiştirilmiş oldu, mahkeme de o kararın gerekçesini isteyerek ertelenmiş oldu.

Etik kurulun vermiş olduğu karar TTB tarafından oluşturlan bir heyet tarafından incelendi.Aynı dosyayı incelediler. Onlar da etik kurlun vermiş olduğu kararın yanlış olduğunu bilim insanının toplumsal sorumluluğunun önemli olduğunu ve uyarması gerektiğini dolayısıyla elde olan verilerin paylaşıldığını, bir sounç açıklama olmadığını da tespit ederek bır 12 Kasım'da bir rapor hazırladılar.

Şimdi bi tarafta etik konsunda bilgileri cok sıkıntılı bir heyet var, bir tarafta da konunun uzmanları var. İki rapor yanyana gelince bakalım mahkeme ne karar verecek onu bekliyoruz.
 

Projede birlikte çalıştığınız akademisyenler hakkında soruşturma ya da suç duyurusu oldu mu?

Yok. Çünkü projenin yürütücüsü benim, onlarla paylaşarak açıklamalarda bulundum tabiiki. Onlarla ortak makale yapabiliriz, onların böyle bir sürecin içinde olmasını istemiyorum, bir yönü bu. Bir yönü de bu projenin halk sağlığı alanı ile ilgili olan kısmının paylaşımıdır.

Sermayeyle, il yönetimiyle, Üniversite yönetimiyle, hükümetle karşı karşıya gelinecek işlerde herkesin bu riski göze almasını bekleyemeyiz. Onların bir kısmı da benim öğrencilerim, onları 'abi' olarak bu işin bu boyutunda olmalarını istemiyoru.Akademik yönünde olacaklar beraber çalışıyrouz, onu da söyleyelim.

'KORKU ORTAMI YARATILDI'

Üniversitenizden size destek var mı?

Bizim üniversitemizde imzacı sayısı çok çok az. Öğrenciler bir çığ olarak organize oldular, destek verdiklerini ifade ettiler. Fakat imza atan öğretim üyeleri tek tek çağrılıp, 'ne işin var bu imza atmakla' gibi sorular sorulduğu için bir korku ortamı doğdu. Türkiye'de akademik özgürlük bu, Kocaeli Üniversitesi'nde de bu. Kendi işinizi , laboratuvardaki çalışmanızı yapın, dışardaki işlere karışmayın, dışarıda iş yapacaksanız alın dosyanıza koyun demek istiyorlar.

ÜNİVERSİTELERİ BİRER KASABA BELEDİYESİNE DÖNÜŞTÜRDÜLER

Özgürlükten söz etmişken Türkiye'de akademik özerklik var mı?

Valla Türkiye'de üniversite var mı sorusuyla başlamak lazım. Üniversite özerkliktir. Üniversite özerkliği mali özerklikle başlar. Mali özerklik kendi parasını kazanmak değildir. Genel bütçeden yığarsınız gereksinim olan parayı onun nasıl kullanılacağıdır özerklik. Bir kişinin rektörün denetiminde olmaz. Fakültelerin, enstitülerin kendi kararlarıyla o bütçeyi kullanmalarıdır özerklik, böyle bir durum yok Türkiye'de. Aksine YÖK'le beraber ve 2000'den sonra çok daha fazla döner sermaye işletimi özelliğiyle her üniversite kendi parasını kazanmakla sorumlu tutuldu. Ne kadar kazanırsanız o kadar harcarsınız. Nasıl ki belediyeler iller bankasından ayrılmış bütçeyi kullanmak için bile hükümetle iyi ilişkiler kurup öyle kullanabiliyorlar, rektörler de doğrudan doğruya hükümetle, eğer hükümetin partisindense yerel yönetimlerle bu tür ilişkiler kurmak durumunda kaldılar. Üniversitelerle hükümet aynılaştılar. Dolayısıyla üniversiteler, bir kaçını dışında tutabilirsiniz ama iddia ediyorum hepsi birer kasaba belediyesi haline dönüştürüldüler, insiyatiflerinin dışında..

Öğretim üyeleri açısından bakınca durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Öğretim üyelerinin üniversite yönetimiyle içiçe geçtiğini görüyoruz. Yanlış yapıldığını, doğrusunun ne olduğunu söyleyemiyoruz artık rektörlüklere. Neden? Bütün yetki onlarda ve herkes geleceğiyle ilgili onursuz yaşamayı nefes almaktan daha az değerli buluyor. Öyle olunca da biz kendi içimizde bir yerlere gelelim, rahat çalışalım paramızla ilgili sorunlarımız olmasın kaygıları üzerinden üniversite yönetimlerinin iki dudağı arasında yaşamayı kabul eden bir yapıya gelmiş olduk. Söylenenleri, toplumda kabul edilenleri yapıyoruz onun dışında topluma ters gelebilecek, üniversite yönetimleri ve hükümetler tarafından tartışılabilecek sorunları ve çözümleri ortaya çıkarabilecek çalışmalardan kendimizi alıkoyuyoruz.

'İNSANA RAĞMEN SANAYİ OLMAZ'

Bu kaygıyı anlaşılır buluyor musunuz?

Anlaşılır buluyorum ama kabul etmiyorum. Korku insani bir şeydir, herkes korkar ama bu korkunun karşılığında kendi kimliğinizi, değerlerinizi teslim ediyor musunuz etmiyor musunuz? Ben bunu anlaşılır bulmuyorum ama teslim edenlerin çoğunlukta olduğunu söylemek isterim. Sadece Kocaeli'nde değil tüm üniversitelerde böyle.

Ortaya çıkan tabloya baktığınızda, çözümü nerede görüyorsunuz?

Bursa sınırlarında Cargill'le uğraşanların başına neler geldiğini hep beraber görüyoruz, sermayeyle uğraşmak böyle bir şeydir. Bunun karşısında örgütlü olmamız gerekiyor hep beraber, hiçbir ayrım yapmadan. Bu örgütlülüğümüzle bunları aşabiliriz, yoksa özgürlüğümüzü de satıyorlar, ülkeyi de satıyorlar, insanı da satıyorlar . Hani olur ya, full aksesuar, herşeyiyle içindeki insanlarıyla beraber ülkemizin getirildiği durumu görüyoruz. O bakımdan adalet için de, barış için de, özgürlüklerimiz için de, sağlığımız, geleceğimiz için de ortak mücadele etmemiz gerekiyor Şunu söyleyebilirim; hiç birimiz sanayiye karşı olamayız, teknolojiye de karşı olamayız ama doğaya ve insana rağmen' sanayi ve teknolojı kabul edilemez diye düşünenlerdenim.

Prof Dr. Onur Hamzaoğlu ile ilgili süreci takip etmek ve destek olmak için www.onurumuzusavunuyoruz.org adresini ziyaret edebilirsiniz.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.