Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi Bursa İl Örgütü son günlerde sıkça konuşulan yerinden yönetimin tartışıldığı, ''Yerinden Yönetim; Fatsa'dan Diyarbakır'a'' konulu panel düzenledi.
Haber Giriş Tarihi: 14.12.2015 23:46
Haber Güncellenme Tarihi: 14.12.2015 23:46
Kaynak:
Haber Merkezi
https://www.bursaport.com
Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi Bursa İl Örgütü son günlerde sıkça konuşulan ''yerinden yönetim'', ''özyönetim'', ''yerel özerklik'' kavramlarının tartışıldığı, ''Yerinden Yönetim; Fatsa'dan Diyarbakır'a'' konulu panel düzenledi.
Ördekli Kültür Merkezi'nde gerçekleştirilen panele CHP PM üyesi Sena Kaleli, HDP 24. Dönem Milletvekili Demir Çelik ve Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi Eş Sözcüsü Naci Sönmez konuşmacı olarak katıldı.
Panelde ilk konuşmayı yapan CHP PM Üyesi Sena Kaleli, ''Merkeziyetçi yönetim anlayışının yerel yönetimlerin, yerinden ve öz yönetime dönüşmeyişi ve iktidar mücadelesi sonuçlarıyla Türkiye'nin bugün yönetilemez hale gelişidir'' dedi.
'Aydınlanma ve modernizm iyi değerlendirilmeli'
Aydınlanma ve modernizmin iyi değerlendirilmesi gerektiğini söyleyen Kaleli'nin konuşmasının satır başları şöyle:
"Biz aydınlanmayı geçmişte moderleşmeyi, çağdaşlaşmayı bir devrim olarak algılamışız ama bu devrimde bir evrimleşme, olgunlaşma geliştirmemişiz. Ulus devlet kavramı içerisinde sınıf, cinsiyet ayrımları maalesef sıkışıp kalmış. Daha sonra batılı ülkelerde çoklu kültür anlayışıyla çözümlenmeye çalışılmış. Yani çoğulcu anlayışla herkesin katılımıyla sorunların çözümüne gidilme kavranmış.
Biz eğer projeci yaklaşımlarla, planlamayı ikinci konumda gösterirsek Türkiye'deki kaotik imar durumları ortaya çıkıyor. Geçmiş yıllarda bir takım imar yasalarıyla çözümler getirilmeye çalışılmış, fakat bu sorun giderek daha da büyümüş, yaşamsal riske dönüşmüş. 1980- 90 yıllarında değer paylaşımlarına dönmüş, yapı ve yaşam kalitesi artık risk altına girmiş, şehirleşmeler, çarpık kentleşmelerden sonra, 2000'li yıllarda yaşam haklarımızı yok sayan, yaşam kalitesini giderek düşüren bir yaşamı doğru pazarlayamayan bir anlayış benimsenmiş.
'Şehirler kimliklerini yitirdi'
Artık şehirler markalaşma laflarıyla kimliklerini yitirmeye başlamış, dönüşümün dönüşümü yaşanarak dönüşüm şiddetleriyle, gayrimenkul ortaklıklarıyla yaşamda ortaklaştırılacağına, kamuyla ve özel şirketler arasında bir ortaklaşma hakimiyeti söz konusu olmuş.
Halkın rızası alınarak hiç kimse planlama süreçlerine katılmadan, dayatılan bir anlayışla, gayrimenkul şirketlerin danışan haline getirilerek, tepeden belirlenen şekilde şehirler tamamen kendi anlayışlarına göre dönüştürülmeye başlanmış. Burdan maalesef kentsel dönüşüm anlayışının sosyal ayrışmalar dönüşmesi ortaya çıkıyor.
Bugün ülkemizde norm kadro sıkıntısı nedeniyle yerel yönetimler kurallara ve kanunlara karşı kendi kadrolarını yaratmaya çalışıyorlar. Merkezi hükümet doğuda, batıda istediği yerel yöneticiyi istediği suçla yargılayabiliyor.
Herkesin birbirine yaşam hakkını tanıdığı anlayışın şehirler arasında yerleşiminin sağlanması gerekir. Sadece piyasa güçleriyle kentesel dönüşümün sosyal, bilimsel yanın hiç dikkate alınmadan yapılmasından maalesef Türkiye standartlaşmış şehirlerden oluşan,kimliğini kaybetmiş şehirler oluşmaya başlamıştır."
'36 yıl önce bu topraklarda bir deney yaşandı'
Kaleli'den sonra Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi Eş Sözcüsü Naci Sönmez konuştu.
Bu ülke topraklarında 36 yıl önce ciddi bir deney yaratıldığını söyleyen Sönmez, "Adaletsizliğin ve eşitsizliğin hüküm sürdüğü dünyada ve Türkiye'de bir yandan da dünyadaki Sosyalist Blok'un tartışmalı bir duruma düştüğü ve adeta geriye dönüşlerin yaşandığı, kendini geliştiremediği süreçte solun da aklının karıştığı bir dönemde bir deney ortaya çıktı" dedi.
"Fatsa sadece kapitalizme karşı bir eleştiri kurmuyordu, aynı zamanda sosyalizm ve bir sol eleştirisiydi. Egemenleri korkutan en büyük gerçek buydu" diyen Naci Sönmez'in konuşmasının satır başları şöyle:
"Bugün Kürdistan illerinden, Türkiye'nin batısındaki illere kadar nerede halıkn kendini idare etme iradesi ortaya çıkıyorsa orada Fatsa'nın bir işaret fişeği olduğu gerçektir.
36 yıl öncede Türkiye'de karaborsa tefecilik, sömürü vardı, bir ekmeği bile tezgah altından 3 katı fiyatla almaya çalışıyorlardı. Tüm bunlarla mücadele içersinde bir halkın açığa çıkardığı başarılar ve mevziler vardı. O dönemde şimdi olduğu gibi siyasi kutuplaşmalar vardı, bir yanda CHP içersindeki kutuplaşma, diğer yanda Adalet Partisi arasındaki bloklaşma. O dönemin eşrafı ve toprak ağaları ikiye ayrılmıştı. Sınıfsal talepleri itibari ile aşağıda oy verenler ve bu hareketlerin başında gidenlerin dünyasından başka bir şey temsil ediyorlardı. Ezilmişlikten, yoksullaştırılmışlıktan ve sömürülmüşlükten kaynaklanan sorunlarımız vardı ve biz esasen ayrı bir blok olursak ve bir blok halinde hareket edersek, tüm bu sorunları aşarızın üzerinde durmuştuk.
Yürütülen mücadele belli bir aşamaya gelince o kentte halkların talepleri üzerine seçimlere girmeyi tartıştık eğer 12 Eylül ile önü kesilmeseydi ve ciddi bir direniş örgütlenmesi olsaydı bugün Türkiye 36 yıl sonra özerkliği, öz yönetimi tartışıyor olmayacaktı, çoktan kazanılmış bir şey olacaktı.
'Fatsa barışcıl siyasetin egemen olduğu bir kentti'
Fatsa en az çatışmanın olduğu bir kentti. Siyasi, demokratik ve barışcıl siyasetin egemen olduğu bir kentti ve bu durum iktidar kesiminin korkulu rüyasıdı, çünkü, alternatif rejimin filizleri yeşeriyordu orada. O nedenledir ki 12 Eylül'den bir iki ay önce Fatsa'ya bir darbe yapılarak bu oluşumun önüne geçilmek istendi.
Kürtlerin özerk ve yerinden kendi kendini yönetmesi olağan hakkıdır ve Türkiye solunun tarihsel görevi de bu hareketin arkasında durmasıdır. Burada sadece Kürt siyasal hareketinin talepleri sınırları içerisinde bir talep olarak algılanmasını ve batıda da buna karşı ciddi bir kitlenin güçlenmiş olması tehlikesini Türkiye'nin demokratikleşme talebinin etrafında, demokratik siyasete inanarak bertaraf edebiliriz.
Çözüm açıktır, savaşa karşı duran, barışı isteyen aynı zamanda halkın kendini yönetmesini ve özellikle kimlik sorunu yaşayan, yıllarca başkılara maruz kalmış halkların yürüttüğü mücadelenin kazanımlarının hakkının verilmesini savunarak ancak savaş karşıtı bir politika ortaya konulabilinir.
Bugün Kürt halkının yürüttüğü mücadelenin Türkiye'nin batısında vicdanlarında yer açmasına olanaklı hale gerirmesine yol açmamız gerekiyor.
Barış mücadesi yürütmek, soykırıma, asimilasyona uğramış tüm halkların talepleri iade edilmeden Türkiye'nin barışa ve demokrasiye kavuşma şansı yoktur."
Son olarak HDP 24. Dönem Milletvekili Demir Çelik yaptığı konuşmada "Öz yönetim özdür, halktır, devletten de iktidardan da önce vardır. İnsanlık milyonlarca yıl iktidar ve adalet olmadan demokratik, ekolojik ve ekonomik olarak kendini yönetmiştir'" dedi.
'Halkın kendini yönetmesi engellenmek isteniyor'
Demir Çelik'in konuşmasının satır başları söyle:
"Rojova'da Kürtlerin ve diğer halkların kendini yönetiyor olması eşit, adalet ve özgürlük umutlarının yeşerdiği bir bölge olmasından dolayı engellenmek, karalanmak isteniyor.
Kürtler kendi kendilerini nasıl yöneteceği meselesini meclise devretmiyor, söz yetki ve kararlarını bölge halkının mücadelesine veriyor.
Bu zamanda iki çizgi mücadelesinden bahsediliyorsa bir yanda davletçi, iktidarcı sistem diğer yanda bu güce karşı devletsiz, halkları yönetim dışı kalmış kesimlerin, ezilenlerin mücadelesi. Bu mücadele sınıfsız, sömürüsüz bir topluma erişinceye kadar devam edecektir. Sancı ve korkuları bu yüzdendir.
Kürt özgürlük hareketi ve Türkiye'nin diğer bölgelerindeki halklar da az devlet çok toplum demokratik ortak vatanda ve ortak anayasa çerçevesinde kendi kendini yönetmeli.
Ankara olmalı, parlamento olmalı, yalnız bu parlemento belediye başkanı ve milletvekili seçmekle yükümlü bir parlamento değil, toplumun demokratik ihtiyaçlarını, barış ve özgürlük ihtiyaçlarını güvence altna alacak, karar ve söz yetkisine sahip adil bir parlamento olmalı.
'Özerklik bir parçalanma projesi değil'
Demokratik özerklik bir parçalama projesi değildir, aksi takdirde yeni bir hiyerarşik yapılanmanın bize bir faydası olmayacağını biliyoruz. Devlet kendini barışı çalarak büyütmek istiyor ve bu nedenle bizler de devletten beklemek yerine direne direne kendimizi ve kentimizi 20 yıldır yerel ve genel yönetimlerde bir mücadele yönetiyoruz.
Zihnimiz, dilimiz, inancımız kültürümüz helaldir ve helali çalana itiraz etmek yerine o hakkı kullanacağım diye ölümü göze alanları itibarsızlaştırmak, demokratın, ilericinin, sosyalistin işi olmamalı.
36 etnik 3 semavi dinin ve farklı inançların olduğu bu toplumda herkesi Türk ve İslam görme ısrarı yüz yıldır bize katliam ve soykırım getirdi. Devlet bana hizmet için vardır, eğer etmiyor, yok sayıyor inkar ediyorsa mücadelenin direniş araçlarıyla kendimi, kentimi, dilimi, dinimi korumak meşrudur.
On yıllardır barışa, demokrasiye, adalete inanan dostlarımızın sayısınıçoğaltıyoruz. İnanıyoruz ki bu yükselen sesin duraksamadan başarılara evrilmesi dileklerimi iletiyorum."
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
YSGP Bursa'dan yerinden yönetim paneli
Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi Bursa İl Örgütü son günlerde sıkça konuşulan yerinden yönetimin tartışıldığı, ''Yerinden Yönetim; Fatsa'dan Diyarbakır'a'' konulu panel düzenledi.
Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi Bursa İl Örgütü son günlerde sıkça konuşulan ''yerinden yönetim'', ''özyönetim'', ''yerel özerklik'' kavramlarının tartışıldığı, ''Yerinden Yönetim; Fatsa'dan Diyarbakır'a'' konulu panel düzenledi.
Ördekli Kültür Merkezi'nde gerçekleştirilen panele CHP PM üyesi Sena Kaleli, HDP 24. Dönem Milletvekili Demir Çelik ve Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi Eş Sözcüsü Naci Sönmez konuşmacı olarak katıldı.
Panelde ilk konuşmayı yapan CHP PM Üyesi Sena Kaleli, ''Merkeziyetçi yönetim anlayışının yerel yönetimlerin, yerinden ve öz yönetime dönüşmeyişi ve iktidar mücadelesi sonuçlarıyla Türkiye'nin bugün yönetilemez hale gelişidir'' dedi.
'Aydınlanma ve modernizm iyi değerlendirilmeli'
Aydınlanma ve modernizmin iyi değerlendirilmesi gerektiğini söyleyen Kaleli'nin konuşmasının satır başları şöyle:
"Biz aydınlanmayı geçmişte moderleşmeyi, çağdaşlaşmayı bir devrim olarak algılamışız ama bu devrimde bir evrimleşme, olgunlaşma geliştirmemişiz. Ulus devlet kavramı içerisinde sınıf, cinsiyet ayrımları maalesef sıkışıp kalmış. Daha sonra batılı ülkelerde çoklu kültür anlayışıyla çözümlenmeye çalışılmış. Yani çoğulcu anlayışla herkesin katılımıyla sorunların çözümüne gidilme kavranmış.
Biz eğer projeci yaklaşımlarla, planlamayı ikinci konumda gösterirsek Türkiye'deki kaotik imar durumları ortaya çıkıyor. Geçmiş yıllarda bir takım imar yasalarıyla çözümler getirilmeye çalışılmış, fakat bu sorun giderek daha da büyümüş, yaşamsal riske dönüşmüş. 1980- 90 yıllarında değer paylaşımlarına dönmüş, yapı ve yaşam kalitesi artık risk altına girmiş, şehirleşmeler, çarpık kentleşmelerden sonra, 2000'li yıllarda yaşam haklarımızı yok sayan, yaşam kalitesini giderek düşüren bir yaşamı doğru pazarlayamayan bir anlayış benimsenmiş.
'Şehirler kimliklerini yitirdi'
Artık şehirler markalaşma laflarıyla kimliklerini yitirmeye başlamış, dönüşümün dönüşümü yaşanarak dönüşüm şiddetleriyle, gayrimenkul ortaklıklarıyla yaşamda ortaklaştırılacağına, kamuyla ve özel şirketler arasında bir ortaklaşma hakimiyeti söz konusu olmuş.
Halkın rızası alınarak hiç kimse planlama süreçlerine katılmadan, dayatılan bir anlayışla, gayrimenkul şirketlerin danışan haline getirilerek, tepeden belirlenen şekilde şehirler tamamen kendi anlayışlarına göre dönüştürülmeye başlanmış. Burdan maalesef kentsel dönüşüm anlayışının sosyal ayrışmalar dönüşmesi ortaya çıkıyor.
Bugün ülkemizde norm kadro sıkıntısı nedeniyle yerel yönetimler kurallara ve kanunlara karşı kendi kadrolarını yaratmaya çalışıyorlar. Merkezi hükümet doğuda, batıda istediği yerel yöneticiyi istediği suçla yargılayabiliyor.
Herkesin birbirine yaşam hakkını tanıdığı anlayışın şehirler arasında yerleşiminin sağlanması gerekir. Sadece piyasa güçleriyle kentesel dönüşümün sosyal, bilimsel yanın hiç dikkate alınmadan yapılmasından maalesef Türkiye standartlaşmış şehirlerden oluşan,kimliğini kaybetmiş şehirler oluşmaya başlamıştır."
'36 yıl önce bu topraklarda bir deney yaşandı'
Kaleli'den sonra Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi Eş Sözcüsü Naci Sönmez konuştu.
Bu ülke topraklarında 36 yıl önce ciddi bir deney yaratıldığını söyleyen Sönmez, "Adaletsizliğin ve eşitsizliğin hüküm sürdüğü dünyada ve Türkiye'de bir yandan da dünyadaki Sosyalist Blok'un tartışmalı bir duruma düştüğü ve adeta geriye dönüşlerin yaşandığı, kendini geliştiremediği süreçte solun da aklının karıştığı bir dönemde bir deney ortaya çıktı" dedi.
"Fatsa sadece kapitalizme karşı bir eleştiri kurmuyordu, aynı zamanda sosyalizm ve bir sol eleştirisiydi. Egemenleri korkutan en büyük gerçek buydu" diyen Naci Sönmez'in konuşmasının satır başları şöyle:
"Bugün Kürdistan illerinden, Türkiye'nin batısındaki illere kadar nerede halıkn kendini idare etme iradesi ortaya çıkıyorsa orada Fatsa'nın bir işaret fişeği olduğu gerçektir.
36 yıl öncede Türkiye'de karaborsa tefecilik, sömürü vardı, bir ekmeği bile tezgah altından 3 katı fiyatla almaya çalışıyorlardı. Tüm bunlarla mücadele içersinde bir halkın açığa çıkardığı başarılar ve mevziler vardı. O dönemde şimdi olduğu gibi siyasi kutuplaşmalar vardı, bir yanda CHP içersindeki kutuplaşma, diğer yanda Adalet Partisi arasındaki bloklaşma. O dönemin eşrafı ve toprak ağaları ikiye ayrılmıştı. Sınıfsal talepleri itibari ile aşağıda oy verenler ve bu hareketlerin başında gidenlerin dünyasından başka bir şey temsil ediyorlardı. Ezilmişlikten, yoksullaştırılmışlıktan ve sömürülmüşlükten kaynaklanan sorunlarımız vardı ve biz esasen ayrı bir blok olursak ve bir blok halinde hareket edersek, tüm bu sorunları aşarızın üzerinde durmuştuk.
Yürütülen mücadele belli bir aşamaya gelince o kentte halkların talepleri üzerine seçimlere girmeyi tartıştık eğer 12 Eylül ile önü kesilmeseydi ve ciddi bir direniş örgütlenmesi olsaydı bugün Türkiye 36 yıl sonra özerkliği, öz yönetimi tartışıyor olmayacaktı, çoktan kazanılmış bir şey olacaktı.
'Fatsa barışcıl siyasetin egemen olduğu bir kentti'
Fatsa en az çatışmanın olduğu bir kentti. Siyasi, demokratik ve barışcıl siyasetin egemen olduğu bir kentti ve bu durum iktidar kesiminin korkulu rüyasıdı, çünkü, alternatif rejimin filizleri yeşeriyordu orada. O nedenledir ki 12 Eylül'den bir iki ay önce Fatsa'ya bir darbe yapılarak bu oluşumun önüne geçilmek istendi.
Kürtlerin özerk ve yerinden kendi kendini yönetmesi olağan hakkıdır ve Türkiye solunun tarihsel görevi de bu hareketin arkasında durmasıdır. Burada sadece Kürt siyasal hareketinin talepleri sınırları içerisinde bir talep olarak algılanmasını ve batıda da buna karşı ciddi bir kitlenin güçlenmiş olması tehlikesini Türkiye'nin demokratikleşme talebinin etrafında, demokratik siyasete inanarak bertaraf edebiliriz.
Çözüm açıktır, savaşa karşı duran, barışı isteyen aynı zamanda halkın kendini yönetmesini ve özellikle kimlik sorunu yaşayan, yıllarca başkılara maruz kalmış halkların yürüttüğü mücadelenin kazanımlarının hakkının verilmesini savunarak ancak savaş karşıtı bir politika ortaya konulabilinir.
Bugün Kürt halkının yürüttüğü mücadelenin Türkiye'nin batısında vicdanlarında yer açmasına olanaklı hale gerirmesine yol açmamız gerekiyor.
Barış mücadesi yürütmek, soykırıma, asimilasyona uğramış tüm halkların talepleri iade edilmeden Türkiye'nin barışa ve demokrasiye kavuşma şansı yoktur."
Son olarak HDP 24. Dönem Milletvekili Demir Çelik yaptığı konuşmada "Öz yönetim özdür, halktır, devletten de iktidardan da önce vardır. İnsanlık milyonlarca yıl iktidar ve adalet olmadan demokratik, ekolojik ve ekonomik olarak kendini yönetmiştir'" dedi.
'Halkın kendini yönetmesi engellenmek isteniyor'
Demir Çelik'in konuşmasının satır başları söyle:
"Rojova'da Kürtlerin ve diğer halkların kendini yönetiyor olması eşit, adalet ve özgürlük umutlarının yeşerdiği bir bölge olmasından dolayı engellenmek, karalanmak isteniyor.
Kürtler kendi kendilerini nasıl yöneteceği meselesini meclise devretmiyor, söz yetki ve kararlarını bölge halkının mücadelesine veriyor.
Bu zamanda iki çizgi mücadelesinden bahsediliyorsa bir yanda davletçi, iktidarcı sistem diğer yanda bu güce karşı devletsiz, halkları yönetim dışı kalmış kesimlerin, ezilenlerin mücadelesi. Bu mücadele sınıfsız, sömürüsüz bir topluma erişinceye kadar devam edecektir. Sancı ve korkuları bu yüzdendir.
Kürt özgürlük hareketi ve Türkiye'nin diğer bölgelerindeki halklar da az devlet çok toplum demokratik ortak vatanda ve ortak anayasa çerçevesinde kendi kendini yönetmeli.
Ankara olmalı, parlamento olmalı, yalnız bu parlemento belediye başkanı ve milletvekili seçmekle yükümlü bir parlamento değil, toplumun demokratik ihtiyaçlarını, barış ve özgürlük ihtiyaçlarını güvence altna alacak, karar ve söz yetkisine sahip adil bir parlamento olmalı.
'Özerklik bir parçalanma projesi değil'
Demokratik özerklik bir parçalama projesi değildir, aksi takdirde yeni bir hiyerarşik yapılanmanın bize bir faydası olmayacağını biliyoruz. Devlet kendini barışı çalarak büyütmek istiyor ve bu nedenle bizler de devletten beklemek yerine direne direne kendimizi ve kentimizi 20 yıldır yerel ve genel yönetimlerde bir mücadele yönetiyoruz.
Zihnimiz, dilimiz, inancımız kültürümüz helaldir ve helali çalana itiraz etmek yerine o hakkı kullanacağım diye ölümü göze alanları itibarsızlaştırmak, demokratın, ilericinin, sosyalistin işi olmamalı.
36 etnik 3 semavi dinin ve farklı inançların olduğu bu toplumda herkesi Türk ve İslam görme ısrarı yüz yıldır bize katliam ve soykırım getirdi. Devlet bana hizmet için vardır, eğer etmiyor, yok sayıyor inkar ediyorsa mücadelenin direniş araçlarıyla kendimi, kentimi, dilimi, dinimi korumak meşrudur.
On yıllardır barışa, demokrasiye, adalete inanan dostlarımızın sayısınıçoğaltıyoruz. İnanıyoruz ki bu yükselen sesin duraksamadan başarılara evrilmesi dileklerimi iletiyorum."
En Çok Okunan Haberler