
"CHP: Bir umudu büyütmek" başlığı ile hazırlanan raporda çarpıcı tesbit ve hedefler ortaya konuyor.
Delege seçimlerinin yapıldığı anımsatılan raporda, "Partimizin yenilenme, değişme ve dönüşme süreci devam mı edecektir, yoksa statükonun bıktırıcı iktidarı yine CHP'ye egemen mi olacaktır?" sorusu yöneltildi.
"Kar altında deniz düşü görme" gibi çarpıcı bir yoruma yer verilen raporda, "CHP devrimci bir ruhla umutları yeşertecek midir, yoksa 'küçük olsun benim olsun' geleneği yeniden egemen mi olacaktır ? Asıl seçim budur!" denildi.
İşte CHP'de yeni tartışmaları beraberinde getirmesi beklenen Bursa Çalışma Grubu'nun hazırladığı o rapor:
Bu broşür yaklaşmakta olan Cumhuriyet Halk Partisi delege seçimleri ve ilerleyen tarihlerdeki ilçe, il kongresi için bir tartışma-paylaşma, aklımızı-fikrimizi ama en önemlisi hayata dair pratiklerimizi birleştirme, büyütme iddiası için kaleme alınmış ve hep beraber geliştireceğimiz bir politik/pratik hattın büyütülmesi hedefiyle kurgulanmıştır. Bu metin bir tartışma metnidir ve her açıdan geliştirilmeye ihtiyaç duyduğunu peşinen kabul etmektedir.
HEP BERABER OLMAK İÇİN SESLENİYORUZ.
Öncelikle, insanlarımızın onurlu yaşam mücadelesinin yoldaşıyız. Ruhumuz dayanışmacı, Kimliğimiz "sol" dur. Unutmayacağız.
Partimizde Kemal Kılıçdaroğlu'nun Genel Başkan olmasından sonra başlayan değişim, dönüşüm iradesi karşısında "yaşanan tüm sıkıntılara rağmen" kendisini partisine, topluma ve ülkesine karşı sorumlu hisseden insanlar olarak bir araya gelmeliyiz.
Partimizin Bursa'daki gücüne güç katmak, destek vermek, örgütlü çalışmalarımızı halkla paylaşmak, yeni bir umuda adım atmak için hazırlanmalıyız. CHP'nin Kemal Kılıçdaroğlu liderliğinde yakaladığı toplumsal desteğin önemli bir başlangıç noktası olduğunu düşünüyoruz. Yeniden başlamış olduk, bir kez daha. Şimdi bu başlangıcı büyütmek için yeni bir heyecanla yürümeye devam etmeliyiz.
Emekten yana, özgürlüklerden yana bir ülke özlemimizin giderek tüm toplumsal katmanlarda artış göstermesinin, sadece parti içinde değil Türkiye'de iktidarı hedefleyen kadrolarla mümkün olabileceğini gösteren sayısız deneyime sahibiz. Geçmiş her zaman öğretir.
Sorumuz şudur : Partimizin yenilenme, değişme ve dönüşme süreci devam mı edecektir, yoksa statükonun bıktırıcı iktidarı yine CHP'ye egemen mi olacaktır ?
CHP devrimci bir ruhla umutları yeşertecek midir, yoksa "küçük olsun benim olsun" geleneği yeniden egemen mi olacaktır ? Asıl seçim budur !
Biz siyasi mücadele hattımızı toplumsal sorunlar üzerine tasarlamalıyız. Sadece partinin "iç işlerine" yüzünü dönmüş üyeleri olmayı kendimize yakıştıramayız. Siyaseti kişisel yaşam projesinin bir aracı gibi gören zihniyetin çok ama çok uzağında olmalıyız.
Beklentimiz gelişmiş bir ülkede eşit ve özgür yurttaşlar olarak yaşamaktır. Ülkemizi böyle bir ülke haline getirmektir.
CHP umudu doğuran, yeşerten, yücelten sol bir seçenek olmalıdır. Bu ülkenin buna her zamankinden daha fazla ihtiyacı vardır. CHP eşitsizliğe, yoksulluğa, sömürüye karşı bir duruşun, varoluşun, mücadelenin odağı olmalıdır.
İşte böyle bir CHP'nin neferi olmak, bu duygu ve düşüncelere yoldaşlık edenlerle yürümek için hep beraber yürümeliyiz. Bursa'da "sol" un yeniden kitlesel bir seçenek olmasına katkı sağlamak, bu mücadelenin yürütücüsü olmak için bir araya gelmeliyiz.
Bursa'da geleneksel siyaset yapma tarzının dışına çıkamayan, kendini yenilemeyen, devrimci, halkçı, özgürlükçü ruhunu yitirmiş "siyaset elitlerine" karşı bir seçenek olmak için toplanmalıyız.
Bireysel beklentiler ve küçük grup-hizip ilişkileri üzerine kurgulanan bir siyaset tarzına karşı toplumsal değerleri öne çıkaran, halkın yaşamsal taleplerini merkezine alan bir siyaset anlayışını hakim kılmak için toplanmalıyız, uğraşmalıyız.
Siyaseti hayatın akışına bir müdahale aracı olarak görüp ve bu aracı emek ve özgürlükler için kullanmaktan bir an bile uzaklaşmayacağımıza söz vermeliyiz hep beraber.
Bu nedenle; İlkeli olacağız. Kişilere, bireysel çıkarlara dayalı siyasetin karşısında olacağız.
Kararlı olacağız. Kararlı irademizi CHP'nin doğal tabanıyla buluşması için kullanacağız.
Özgürlükçü olacağız. Herkesle, her şeyi konuşacağız, tartışacağız.
Kimseyi dışlamayacağız. Kimseyi kodlamayacağız.
Dedikodu ve itibarsızlaştırma gibi insanların onurunu rencide eden hiçbir harekete ve çabaya kucak açmayacağız. Herkesin önemli ve değerli olduğu inancını, davranışlarımıza yansıtacağız.
Yüreği emekten yana, özgürlükçü, yüzü sola dönük herkesi doğal ve eşit yoldaşımız sayacağız. Hiç bir ayrım yapmayacağız.
Parti içi demokrasinin hakim olması için bıkmadan mücadele edeceğiz.
Partinin mahalle delegeliğinden, genel başkanlığa kadar uzanan tüm seçim süreçlerinin üyelik hukukunu garanti altına alan, seçime dayalı bir mekanizma ile işlemesi için çalışacağız. İnsanın, insana dair olan her ne varsa onun yanında olacağız.
Sokaklarda, mahallelerde olacağız. Yüzümüz insana, emeğe, özgürlüğe dönük olacak. Yüreğimiz insanı en yüce değer olarak kabul edecek!
Bizi her yerde görmeliler!
Hep birlikte yapalım. Birlikte üretelim, birlikte yönetelim. Eşit, dostça, kardeşce çıkalım bu süreçten. Bunu yapabiliriz, yapmalıyız. Buna ihtiyaç her zamankinden fazla.
NASIL BİR ORTAMDA YAŞIYORUZ?
AKP'nin 3. iktidar dönemi, daha çok Kanun Hükmünde Kararname ile, polis ve yargıya dayanarak ülkeyi yönetmesi; kendi "derin devletini" nin temellerini yaratması; Kürt sorununu asker ve polise havale etmesi; rakiplerini ve muhalefeti polis-yargı operasyonlarıyla ve kirli itibarsızlaştırma hamleleriyle bertaraf etmeye çalışması; dış politikada kendisine verilen taşeron rolün fütursuzca uygulanması; medyanın tamamen denetim altına alınması; yaklaşan kriz paniği ve toplumsal hoşnutsuzluklarda baskıcı bir yöntemi uygulaması olarak değerlendirilebilir.
AKP'nin "ustalık dönemi" diye adlandırdığı üçüncü döneminin belki de en göze batan özelliği, yargıyı kullanma biçimidir. Referandumla sağladıkları anayasal değişikliklerle dönüşüm için yasal kılıf oluşturdular. Yıllardır bir ölçüde biriktirdikleri kadroları en işlevsel pozisyonlara yerleştirdiler. İçişleri Bakanlığı ve polis içindeki kadro değişimi süreci zaten büyük ölçüde AKP'nin yeni dönem baskıcı politikalarının zeminini oluşturdu.
AKP Hükümeti artık iktidar olmuştur. Bu nedenle AKP yeni bir siyasal ufuk, yeni bir politik yönelim, yeni bir tartışma zemini yaratacak beklentilerden çok uzaktadır. Zaten gerekte yoktur. Başbakan, KHK'ler ile "Başkanlık Sistemine" geçmiş durumdadır. AKP geldiği nokta itibari ile 12 Eylül darbesinin somutlaşmış halidir artık.
Toplumda eşitsizlikler bu denli artmışken, yoksulluk sürüyorken, bunlara itiraz eden muhaliflere dayak atılıp, gaz sıkılırken, bacakları kırılırken, bunları yazan gazeteciler hapse atılırken ve baskı ve adam kayırma ve sınav hileleri devam ederken, sistemi geriletmek, demokratikleştirmek isteyen her kesim AKP'yi geriletme mücadelesi vermelidir, bu alanda mücadele etmelidir. Başka seçenek kalmamıştır.
Bu nedenle yeni dönemde "CHP kongreleri" önündeki görev AKP'yi hem ideolojik anlamda geriletmek, hem de Türkiye'yi bir ahtapot gibi saran örgütsel yapısını geriletme mücadelesidir. Bu da "daha fazla örgütlü mücadele, her yerde mücadele" anlamına gelmektedir. Salt TBMM' de bu mücadeleyi vermemizin yeterli olmayacağı ortadadır. Bu itiraz sesleri her yerde çoğalmalıdır, bu sesler çoğalmalıdır.
AKP geldiği nokta itibari ile 12 Eylül darbesinin somutlaşmış halidir artık. Her kim/ kimler bu baskıcı, yasakçı, zihniyetle mücadele etmek istiyorsa. Adres bellidir artık, AKP ile mücadele etmelidir.
Artık AKP'nin Mecliste, sokakta, sandıkta geriletilmesi gerekir. AKP geriletilmediği takdirde kazanım elde etmek mümkün değildir artık. Ne emekçiler açısından, ne kimlik mağdurları açısından, ne inanç mağdurları açısından, ne yoksullar açısından, ne tarım çalışanları, emekliler, kadınlar, gençler küçük esnaflar açısından "güzel bir dünya umudu" mümkün değildir artık.
Bu söylediklerimiz kuru bir AKP karşıtlığı değildir. Bir realitedir artık. Sistemi geriletmek, demokratikleştirmek isteyen her kesim AKP'yi geriletme mücadelesini vermelidir, bu alanda mücadele etmelidir. Başka seçenek kalmamıştır.
NASIL BİR PARTİ, NASIL BİR ÖRGÜT, NASIL BİR MÜCADELE?
CHP açısından, 2012 yılında gerçekleşecek Kurultay için önümüzdeki aylarda "süreç" başlayacak. Bu kez bu süreç ilçelerde bazı yöneticilerin oturup masa başında, kurulları seçecek delegeleri "eş, dost, akraba" yazması şeklinde olmayacaktır,olmamalıdır.
Mahallerde,köylerde,ilçelerde başlayacak demokratik delege seçimleri parti içi demokrasinin başlangıç adımı açısından değerli bir atılım olarak düşünülebilir. Yıllardır parti içi demokrasi kanalları tıkanmış bir CHP için bu adım bile önemli bir dönüşümün habercisi kabul edilmelidir.
Açıktır ki bu olanağı basit bir "delege savaşları" olarak yaşamamalıyız. İl ve ilçe kongreleri "yenilenme tartışmaların yapıldığı" bir olanak olarak değerlendirilebilirse, beklenilen anlamına yaklaşabilir. Burada "yenilenme" hem politikaların tazelenmesi hem de kadroların yenilenmesi, gençleştirilmesi, kadınlaştırılması, emekçileştirilmesi, olarak düşünülmelidir şüphesiz.
Bu kongreler, eksik politikaların/ pratiklerin gözden geçirildiği bir tartışma ortamı olarak yaşanabilirse bir ilerleme sağlamak açısından daha bir değer kazanacaktır. Bu tartışmalar mahallerden başlayarak yürütülüp, oradan kongre salonuna doğru ilerlerse eğer, kongreye kadar tartışmaların önemli bölümü olgunlaşabilir. Böylece kongrelerde ortaya çıkan politik tablo bu tartışmaların bir sonucu olarak "sahici" bir kimliğe kavuşabilir.
Eğer bunu beceremesek ne olur? Politik karşılığı belli olmayan "kişilere ve kişisel ihtiyaçlara" göre bir yönetimsel ekibi yeniden seçmiş oluruz. Değişen bir politik atmosferi bir kez daha yakalayamamış oluruz.
CHP içinde son dönemde daha da artan "belirsiz siyasal çizgi" ortamında ülkemiz sol/sosyal demokrat hareketin, ortak bir mücadele hattına ihtiyacı olduğu çok açık.
Bunun için farklı düşündüğümüz başlıklar olsa bile "mutlak" aynılaşmaya, benzeşmeye ihtiyacımız da yok. Farklılıklarımızı zenginlik olarak kavramalıyız, birbirimizi ezmeye, yok etmeye çalışmamalıyız.
Sol/sosyal demokrat değerlerin yıllardır yarattığı birikimden hep birlikte faydalanabiliriz. Bugün için "tek ve mutlak derdimiz" in "ideolojik birlik" esasına dayanan bir parti uğraşışı olmadığı ortadadır. Böyle bir ihtiyaç gerekmeyebilir hatta gerekmez. Enerjimizi böyle bir ihtiyaç için kullanmayabiliriz, böyle bir ihtiyaç tanımlamayabiliriz. Bir kitle partisi olarak CHP farklı düşünceleri ve eğilimleri içinde taşıyabilir.
Anlaşacağımız ana noktanın "AKP'nin geriletilmesi" olması yeterlidir. Çünkü sorun bizim ihtiyaçlarımız değil, ülkemizin ihtiyaçlarıdır.
CHP'nin eşitsizliğe, yoksulluğa, sömürüye, savaşa/şiddete karşı bir duruşun, etkin bir merkezi olması için uğraşmalıyız. İhtiyaç budur.
Yapacak tek şey "kar altında deniz düşü görmeye" devam etmektir.
Yeni bir "başlangıç" varsa, her zaman yeni bir "umut" vardır. Önümüzdeki kongreleri bu "başlangıç" ve bu "umut" ile yaşamak da bizlere düşen görev, bizlere düşen roldür.
NASIL BİR SİYASET ANLAYIŞI?
Medyanın, üniversitelerin, YÖK'ün hatta bir adım ileri geçerek futbol ortamının nihayetinde 12 Eylül referandumu ile yüksek yargının, son Genel Kurmay ve YAŞ gelişmeleri ile tüm kurumların AKP tarafından yeniden ve kendisine göre düzenlendiği bir ortamda, hala "yüksek yargı ve Genel Kurmaya öykünerek" siyaset çizgisi oluşturan bir anlayışın devam etmesinin ve bunun siyaset aklı açısından savunulabilmesinin mümkün olmadığı bir durum ortada. Karşılığı kalmamış bu siyaset hattında, bu çizgide ısrar etmenin hayatta bir karşılığının olamadığı da ortada.
AKP eliyle yürütülen IMF ve Dünya Bankası direktifli ekonomik politikalar ekonomik krizi aşmaya yetmemiştir. Ülkemizde yoksulluk derinleşerek sürmektedir. Sadece ortada bugüne kadar başarı ile uygulanan bir "sürdürülebilir yoksulluk yönetimi" vardır. AKP'nin din ağırlıklı sağcı-muhafazakâr politikaları meşruiyet sorununu kısmen çözmüş gözükse de, ekonomik/siyasal istikrarsızlık sonlanmamıştır.
Şimdi sistemin ihtiyacı bir yandan yoksul, işsiz kitlelerin memnuniyetsizlikleri azaltacak bir arayışa girmek olacaktır.
Diğer yandan bizlerin ihtiyacı AKP'nin otoriterleşme eğilimlerini frenleyecek, daha çoğulcu bir siyasete imkân tanıyacak bir odağın oluşturulmasıdır. Bunu da ancak merkez sol bir muhalefet yerine getirebilir. Merkez sol muhalefet günümüz koşullarında sosyal demokrasiye denk düşmekte olup, bu role en uygun aday CHP'dir.
Söylemek istediğimiz , 70'ler ile onun Türkiye'deki yansıması olan Ecevit dönemini çağrıştırıp, canlandırmak suretiyle toplumu belli hedefler doğrultusunda seferber etmeyi tasarlayabilme becerisidir. Bununla birlikte geçmişi hatırlamanın bazı iyi yanları da vardır. Örneğin ekonomi, bölüşüm, gelir adaleti, emek hakları, yoksulluk, işsizlik, yolsuzluk gibi üstü örtülen, hatta toplumsal hafızadan ve siyaset dilinden neredeyse silinmiş olan bir takım kavram ve temaları topluma hatırlatmakta yarar olduğu ortadadır.
Diğer yandan CHP ve Türkiye, bir değişim sürecinin içindedir. Değişim herkes için geçer bir yasa ise, sol/sosyal demokrat birikimin bunun dışında kalması da söz konusu olamaz. Ama bazen değişimlerde sıçrama olur. İşte CHP'nin yaşayamadığı, bu sıçramadır.
Diğer yandan CHP; yakın döneme bakıldığında zaten dinamizmini büyük ölçüde yitirmiş bir parti görünümündeydi. CHP yakın tarihi ile birlikte rotayı merkez sağa bükmüş ve milliyetçilik çizgilerine savrulmuştu. Bugün ise böyle bir role soyunmasının hiçbir nesnel, toplumsal karşılığı da bulunmamaktadır. Mevcut haliyle en fazla modern, laik, aydınlamacı bir cumhuriyetçilik paradigmasına bağlı kentli orta sınıfların temsilcisi olarak siyasi zemin tanımlamak zorunda kalıyordu.
AKP zihniyetiyle sorunu olan bu çevreler, CHP'yi kendi kimlik ve yaşam modellerinin bir garantörü olarak görmekteydi. Bu durum sıkışmışlığın bir ifadesi olarak da anlaşılabilir. Durum böyle olunca yeni kadroların ve yeni siyaset biçiminin tabanı genişletmek adına yapacakları bir takım açılımlar yeni uyumsuzluklara sebep olabilirdi, olmuştur sonuçta.
Şimdiye kadar oluşan çekirdek orta sınıf kitle ile "varoş" çevrelerini buluşturmak üzere atılacak adımlar, oy miktarındaki artıştan bağımsız olarak partide bir kimlik sorununa, siyaseten daha geri bir konuma düşmeye ve tabanın bir kısmının kaybedilmesine neden olabileceği iddia edilmişti ama olmadı.
Nihayetinde, müteahhitler ile yanlarında çalışan işçiler, orta düzey işadamları da, işsizler de, beyaz yaka çalışanlar ile amiri oldukları mavi yaka çalışanlar da bir kitle partisinde aynı zeminde buluşacaktır. Bu durumun yaratacağı çok büyük avantajlar olacağı gibi bazı gerilimler de olacaktır. İşte beceri bu gerilimin nasıl yönetileceği ile ilgilidir. Bu konuda çok becerikli olduğumuz söylenemez.
İkincisi, bu buluşturma öyle kolay kotarılacak bir iş değildir. Kentli orta sınıflarla varoş halkının kendi içlerinde türdeş bir yapı oluşturmamaları bir yana bu iki kesim arasında kültürel ve ideolojik bakımdan da önemli farklar söz konusudur. Bu nedenle her iki kesime de hitap eden kapsayıcı bir dile, tarza ve projelerine ihtiyaç olduğu ortadadır.
CHP'nin yapısal zaafları dışında , sınırlılıkları ve zayıf yönleri de söz konusudur şüphesiz. AKP, yoksulların oyunu sadece ekonomik rüşvetle değil, aynı anda onların dünya görüşü ve kültürel dokularına sinmiş bir takım geleneksel-muhafazakâr değer kodlarından bir kimlik modeli inşa ederek almaktadır. Bu kimliği meşrulaştırıp, siyasallaştırarak oy toplamaktadır. Dolayısıyla AKP siyasal iktidar dışında bir toplumsal iktidar zeminine de sahiptir. Bu konuda en büyük avantajı cemaat-tarikat türü bir örgüt ağına sahip olmasıdır. CHP, bu ağı parçalayacak politika araçlarından ve kanallarından yoksundur. Bununla birlikte bu ağı seyreltici bir işlev görebilir. Kötümser olmayalım, ama gerçekçiliği de elden bırakmayalım.
Bu nedenle bu ülkeye bir sol seçenek lazım hem de kendini merkez sağa yanaştırmamış, hem de kendini milliyetçiliğin ayrımcı çizgisine daraltmamış, sırf biraz daha oy almak için yaşanan bunca drama akla gelen ilk yüzeysel açıklamaları yapmayan, umuda dönüşmüş bir sola ihtiyaç olduğu ortada. Evet, yaşanan bunca eşitsizliğe, yoksulluğa, yolsuzluğa, şiddete, sömürüye karşı bir duruşa ihtiyaç var. Bu duruş için itirazın ilk şartı da solda olmak.
Sonuçta partinin yakın tarihi açısından ortada tartışmalı bir siyasal hat mevcuttu. CHP 1990'ların ortasından itibaren laik-anti laik kutuplaşması üzerinden bir koordinat belirledi ve bu durumun içinden konuştu. Bu dil geniş toplum kesimleri tarafından asker ve bürokrasinin dili olarak algılandı. Koordinat böyle belirlenince giderek milliyetçileşti bu dil. CHP'nin 2010'un Nisan'ındaki dili buydu. Sonra Kemal Kılıçdaroğlu geldi. Düşünen ve siyaset üretmeye çalışan bir çok kişi - parti içinde ve dışında- CHP'nin MHP'den rol çalmakla bir yere varamayacağını gördü daha ötesi bunu tartışmaya başladı.
Özellikle referandum sonrasında bu dil ve tutumla varılacak yolun sonuna gelindiği, sınıra dayanıldığı anlaşıldı. Artık yeni bir koordinata, yeni bir söyleme ve yeni bir politik hatta ihtiyaç olduğu hissedilir oldu. Yeni bir söylem arayışı var, bu görülüyor. Hatta bu arayış parti içerisinde dışarıdan hissedilecek bir şekilde "gerilimlere" yol açıyor.
Toplumun en önemli sorunu olan yoksulluk ve işsizlik ile ilgili çözüm yollarında en önemli adım kuşkusuz sosyal politikalarda alt gelir grupları ile ilgili düzenlemeler yapmaktır. Bu düzenlemeler ise ancak sol politikalarla mümkün olabilir.
Kabuğu muhafazakarlıkla kaplanmış içi ince bıyık liberal yaklaşımlarla doldurulmuş AKP Hükümeti'nin bu sorunların çözümüne yönelmesini beklemiyoruz elbette. Onlar yoksullukla ilgili adımları "sadaka dağıtmak" hızla "sosyal devleti" "sadaka devleti" ne çevirecek bir süreci yürütüyorlar. Yoksullara bir tevekkül kültürü yaygınlaştırmalarını unutmamak gerek ,önerileri "itiraz etme, şükret" düzeyini aşamıyor.
Bu nedenle yeni dönemde yoksulluk,eşitsizlik ve işsizlikle ilgili bir siyaset zemini CHP açısından "olması gerekene karar verme iradesi" dir. Kongrelerimizde bu başlıklara özel bir önem vermemiz ve bir mücadele çizgisi yaratmamız gibi bir sorumluluk bizi beklemektedir. CHP'nin çok tartışılan ve yıllardır siyasetin sade yurttaşların günlük dertlerinden, toplumsal taleplerden, iş, aş, hizmet gereksinimlerinden kopmasından; bir yanda laiklik-cumhuriyet, öte yanda inanç-başörtüsü eksenine hapsolmasından kurtulma durumudur bu.
Yani artık CHP "sola çekmelidir". Varoş açılımı, yoksulluk, yolsuzluk, işsizlik üzerinden siyasetin gerçek zeminine yönelmesi toplumun geniş kesimlerine umut vermek konusunda daha inandırıcıdır ve toplumun ihtiyacı da bu noktadır.
NASIL BİR ÖRGÜT YAPISI?
AKP dokuz yıldır iktidarda. Bu iktidar olma durumu kendi başarısından mı yoksa ciddi bir muhalefet geliştirilememesinden dolayı mı gerçekleşmektedir? Her iki yaklaşımın da toplumsal ve siyasal temeli olduğu tartışılabilir. Ancak sonucu değiştirmek istiyorsak çuvaldızı olmasa bile iğneyi kendimize çevirmek zorundayız. Diğeri etkin bir muhalefet yaratma isteğimiz önünde bir nevi bahane arama "patinaj yapma" durumu olacaktır. Kısacası etkin bir muhalefete ihtiyacımız vardır. Bu muhalefete bu ülkenin yoksullarının, işsizlerinin, kamu çalışanlarının, emeği ile geçinenlerin, emeklilerin, tarım işçilerinin, gençlerin, kadınların yani toplumun ihtiyacı vardır, gelecek açısından daha da hayati boyutta vardır.
Kılıçdaroğlu'nun CHP'de genel başkan olmasından sonra özellikle halk oylaması çalışmaların da önceki dönemden farklı olarak "halkçılık" politikası ekseninde "halka dokunarak" bir siyaset hayatı oluşturmaya çalıştığını görüyoruz. Bu yönelim yeni bir umut yaratıyor. Halk oylamasında bunun kısmi olarak başarıldığı söylenebilir. 12 Haziran seçimlerinin genel kurgusu da bunun üzerine planlanmış gibi görünmektedir ( sağdan devşirilen adayların adaylık listelerinde yer bulmasını ve seçilmesini ihmal ederek konuşursak tabii).
Hatta buna ek olarak parti örgütlerinin gerek halk oylaması gerekse de genel seçimlerde buna uygun bir heyecanla ve hevesle çalışmadığına ilişkin değerlendirmeler yapmak haksızlık olmayacaktır. Parti örgütlerinin "halka dokunmanın" ötesinde zihinsel ve davranışsal sorunlar yaşadığını söylemek ise hiç haksızlık olmaz. Çalışma tarzı, söylem, üslup, dil kullanımı, siyaset tarzı nihayetinde ortadadır.
Geçmiş dönemin "laiklik-cumhuriyet" ,Kılıçdaroğlu'nun ise Ecevit'in 70'li yıllarına gönderme yapan "halkçılık" söylemi, altı oktan herhangi birini gömlek değiştirmek gibi değiştirmekten öte bu prensipleri güncel konjonktüre uygun, toplumun ihtiyaçlarına yönelik olarak bir potada eritebildiği bir güncel ideoloji ile temellendirilmesi gerekliliğini hissetmek ve gereğini yapmak gibi bir rol, bu kongrelerde önümüzde durmaktadır. Bu nedenle sorunumuz kişilere bağlı politikalar ve beklentiler ötesinde ülkenin ihtiyaçları, toplumun tüm kesimlerini kapsayacak bir ortak hattın yaratılması için önce neo-liberal AKP' nin ezberini sonra kendi ezberimizi bozacak politik bir hat ve örgüt dili yaratma sorunudur.
Fark etmeliyiz ki toplumsal zeminde ciddi sorunlar vardır. En basit tayin işinde bile sendikasını değiştirmek zorunda kalan, siyasal partileri ve cemaatleri iş bulma kurumu olarak gören bir toplumsal yapı var karşımız da. Ülkemizde yoksul toplum kesimleri "haklarını aramaktan" öte, yapılacak çok küçük yardımlara beklentilerini bağlamıştır. Bu denklemi ve gerçekliği çözmek gittikçe zorlaşmaktadır. Yoksullar, AKP'nin "sadakasına" "hakları için mücadeleyi" tercih etmektedir. Bu durum kökleşmekte ve siyasal akıl ile toplumsal birlikteliğin önüne geçmekte ve "toplumun hala çoğunluğu aptal" gibi tuhaf düşünce tarzını beslemektedir. Akılcı ve eşitlikçi bir toplumsal düzeni alternatif olarak toplumsal hayata inandıramadığımız ölçüde bu kamu düzenini veya çeşitli şekillerde "devletçikleri" ( cemaatler) güçlendiren bir toplumsal zemin güçlenmeye devam edecektir.
Bu durum siyasal yaşam ile toplumsal alan arasına sıkışmanın bir görüntüsüdür. Oysa siyaset becerisi toplumsal hayatı değiştirmek içindir. Değiştirme umudunu yitirdiğimiz nokta içe kapanma ve kendini dışa dayatma noktasıdır ki bunun varacağı yer büyük açmazdır.
Durum böyle olunca bu kısırdöngüde evet Kılıçdaroğlu'na ve Genel Merkez yönetimine bir sorumluluk yükleyelim, ancak asıl sorumluluk mikro politik alanlarda rol alan aktörlerdedir. Parti örgütleri mahalle, köy, sendika, işyeri, gençlik alanları, fabrikalara ulaşmayı önüne bir iş olarak koymadan "merkezden" rüzgâr bekleyerek bu akılcı toplumsal düzene biraz zor ulaşabilir. Bu nedenle partinin "en yüksek kademesi" ile "en alt düzeydeki aktörleri" arasında bir siyasal düşünüş birlikteliğine ihtiyaç olduğu ortadadır. Bu duygu kolektif bir dünya alternatifidir. Bu ortak dünya yaratılamadığı sürece yerelde de "yukarıya tutunmaya çalışan mikro aktörler" gerilimleri ve itiş-kakışı yaşanmaya devam edecektir.
CHP'nin önceki dönemi siyaseti açısından düşündüğümüzde ve sınıfsal açıdan bakılınca da, emekçi kesimlerden, bir sol/sosyal demokrat partide olması gereken işçi,emekli,işsiz vb sosyolojik tabanından kopuk, bir "tuzu kurular" partisi görüntüsünde olduğunu söylemek abartı olmayacaktır.
Yeni orta sınıf diye nitelenen, şehirli profesyonel meslek sahiplerinin, "aşırı hırslı, kariyer basamaklarını tırmanmaya endeksli, sınırsız tüketmeye meyilli" zihniyetinin parti içi hakim siyaset olması bu sıkışıklığı oluşturması açısından manidardır. Ne var ki liberal söylemin "orta sınıf paranoyası" diye hafife aldığı bu kesimlerin son dönemlerde yaşadığı korku ve endişenin mesnetsiz olmadığını da görmeliyiz.
Bu çevrelerin, uzun yılların çabalarıyla edindikleri bilgi, beceri ve deneyimlerinin, "liyakata" dayanmayan bir şekilde tarikat ve cemaat vesayetinde bir anda değersizleşmesi, diplomaların karşılıksız kalması tedirginliği de attırmaktadır. Ayrıca iyi bir eğitim olanağı sağlamaya çalıştıkları çocuklarının geleceğinin, bu ortamda "karanlık" olacağı ürpertisi de tedirginliği derinleştirmektedir. Bu nedenle bu çevrelerin umudu da CHP olmaktadır.
Şimdi siyaset becerisi bu orta sınıf talepleriyle, yoksulların taleplerini bir siyaset zemininde buluşturabilme yeteneğindedir. Bu bileşenlerin tümünü içeren bir örgüt yapısı yaratma sorunudur. Önümüzdeki zorluk budur.
Toplumdaki özgürlükler konusunda bir söylem değişikliğinin "statüko kalıbına sıkışmış" bu orta sınıfı partiden uzaklaştıracağı yönünde bir endişe parti kadroları arasında çok yer bulmaktadır. Kürt sorunu, emek eksenli bir dil kullanımı, Dersim krizi gibi tartışmaların bu sosyal tabanı CHP'den uzaklaştıracağı türünden bir korku hali yaygınlaştırılmaya çalışılmaktadır. Bu durum doğru değildir,bu korku da doğru değildir. Burada beceri "siyasetin gerçek sorunlarıyla suni sorunlarını ayıklama becerisi" dir. Soruna geniş bir demokratikleşme ve özgürlükler çerçevesinden yaklaşmak, bu duruma uygun politik bir açılım önermek "siyaseten her açıdan çözüm üretmek" konusunda ön açıcı olabilir. Bunları örgütleyebilecek, bir örgüt yapısı oluşturmakta önümüzdeki kongrelerin öncelikli görevleri arasındadır.
Bu nedenle sadece kıyıların partisi değil, kenarda kalanların da sözcüsü olmak, sistemin kenara ittiği, hor gördüğü, ezdiği her kesimi kucaklayan bir dili partide etkin kılmak ve halkın gerçekliğiyle, kendi gerçekliğimiz arasında ki uçurumu hızla kapatıp "halkçılaşmak" zorundayız.
12 Haziran genel seçimlerinde Genel Başkan partiyi "devletçi-statükocu" bir görüntüden "halkçı-toplumcu" bir çizgiye çekmeye çalıştı ( sağdan gösterilmiş ve seçilmiş adayları ihmal ederek konuşursak eğer). Ancak parti örgütleri henüz bu sol dönüşüme uyumlu bir yapı gösteremediğine dair bir görüntü sergiledi. Yoksulluğun, işsizliğin, sosyal dengelerin yitirilmesinin bu kadar derinleştiği bir ülke ortamında, gerçekten sosyal adaletçi politik hat yürüten bir partiye bu toplumun ihtiyacı olduğunu da gözlemledik seçim çalışmalarında.
Ama bir yandan da parti içi çekişmelerde hem merkezi düzeyde hem de il ölçeğinde bir yanı partiyi bildik statükoya çekmeye çalışan, bir yanı partiyi sol bir zemine getirmeye çalışan ekiplerin çekişmesini de yaşadık hep beraber, hala da yaşıyoruz.
Oysa hissediyoruz ki, bu ülkenin ihtiyacı gerçek anlamda sağlıkta, eğitimde, işsizlikte, yoksullukta, tarımda vs de sosyal adaletçi bir politika üreten, savunan ve bunu halkla buluşturan bir partidir. Parti örgütlerinde böylesine ekiplere ve çalışma gruplarına ihtiyaç vardır. Bu nedenle partiyi daraltan değil genişleten, sağa çeken değil halka ve sorunlarına yaklaştıran, içerde çekişen değil dışa dönük olarak solculuk yapan ekipler yaratmamız gereklidir. Önümüzdeki kongrelerde temel sorunumuz bu noktada olacaktır.
Ülkenin sağ şeridi tıkalıdır. Sağ politikalar bu ülkede sadece daha çok yoksul ve işsiz üretmektedir. Yolsuzluğu engelleyen sol politikalar üretebilirsek, yoksulluğu, işsizliği çözebilmek için adımlar atabiliriz. AKP daha çok yoksul yaratıp onların yoksulluğunu kullanarak iktidarını sürdürmeye çalışacak, biz ise bu yoksulluğu ortadan kaldırmak için uğraşan bir yaklaşımla solu büyütmeye çalışacağız. Her tür statüko bitmeli, bu parti sol şeride geçmelidir. Böyle bir çabaya ihtiyaç vardır , "bireysel her tür hesaptan uzak" olarak bu çabadan kendimizi esirgemeden cesaretle yürümeliyiz. Kongrelerdeki ihtiyacımız buradadır. Böyle bir örgüt yapısına ihtiyacımız vardır.
Eğer ihtiyacı böyle tanımlarsak kongrelerde yaratacağımız örgütlerin ihtiyacı şu başlıklarda toplanacaktır. Şüphesiz bunları geliştirmek için bir çabaya ihtiyaç olduğu da ortadadır.
a- Örgütlenme b- Demokratikleşme c- Kurumsallaşma d- Kitleselleşme e- Mücadele f- Müdahale
Tüm bu başlıkları yaşayacağımız kongrelerde birlikte tartışmalı ve gerek teorik gerekse de pratik karşılıklarını birlikte üretmeliyiz.
SONUÇ: UMUDU NASIL BÜYÜTÜRÜZ ?
Siyasal bilimcilerin söylediği şudur: Bir siyasal harekette aranacak özellikler öncelikle "ideolojik yapı" ve "siyasal hedefler" ve bu hedeflere uygun "yönetim becerisi" ve "örgütçülük" organizasyonunun olmasıdır. Bu tartışmalar nasıl bir çalışma tarzı ve örgüt yapısı olması gerektiğinin ip uçlarını ortaya çıkaracaktır.
Siyaseten bunların bütününü ayrı ayrı incelterek tartışmak ve bir tutum belirlemek, siyasete kafa yoran tüm partililerin önünde bir ders gibi duruyor. Bu tartışmaları ve tutum belirlemeyi becerebilirsek, "nasıl bir CHP örgütüne ihtiyacımız var?" sorusuna yanıt aramaya da başlamış oluruz. Beceremezsek, gazete sayfalarındaki kulis haberlerinin etrafında dönmeye devam ederiz.
Tarih bize doğru siyasal stratejiler geliştirdiğinde solun/sosyal demokrasinin Türkiye'de de geniş halk kitlelerine ulaşabildiğini gösteriyor.
Örneğin 70'ler boyunca Ecevit liderliğinde sol hareket yükselmiştir. '80'lerin sonunda ise SHP'nin kitleselleştiğini, 89'da yerel seçimlerde birinci parti konumuna gelebildiğini görüyoruz. Her iki durumda da "sol" bir söylem etkili olmuştur.
Sol/sosyal demokrat partiler ne zaman merkeze kayarak, yani merkez sağdaki rakiplerine benzemeye çalışarak oy almaya çalıştıysa, o zaman sol/sosyal demokrat ilke, söylem ve politikalardan uzaklaşıp, geleneksel siyasetin kulvarında bir pozisyona yönelmişlerdir. Buna karşın ne zaman sınıf/emek siyaseti üzerinden toplumu anlamaya çalışıp, söylem ve politikalarını bu doğrultuda şekillendirdilerse geniş halk kitlelere ulaşmak konusunda daha başarılı olmuşlardır.
Tarihsel deneyimler bunu gösteriyor. Şimdi baktığımızda da CHP'nin seçimlerde en önemli vaatlerinden birisi olan "Taşeronu yasaklamak". Benzer biçimde güvencesizlik, yoksulluğun yarattığı yıkım ekseninde muhalefeti yeniden kurmaya çalışmak önemli olmuştur. Bu dil CHP'nin yeni söylemine etkili olmuşsa, karşılık bulma konusunda da umut oluşturacak bir zemin yaratmıştır.Elbette , seçim sonuçları açısından ne kadar karşılık bulduğu da tartışılabilir.
Şimdilik söylem düzeyinde CHP'de bir yenilenme olduğunu söyleyebiliriz.
1990'ların ortasında şöyle bir siyasal strateji izliyordu CHP yönetimi : "Siyasal İslam yükseliyor. Yüzde 20 civarında bir oy oranı var. Bunun dışında kalan yüzde 80'lik kesime seslenmeyi başarabilirsek, ne kadar daha fazla merkeze gelirsek, ne kadar daha fazla laikliğe, rejimi korumaya, Atatürkçülüğe vurgu yaparsak oy oranımızı o kadar artırırız"
Oysa yüzde 20'de kalan bu çizgi oldu.
Onun yerine daha sosyal adaletçi bir söylem var şimdilerde. Yoksullukla ve yolsuzlukla mücadele etmekten, işsizliği düşürmekten bahsediyor CHP. Seçim söylemlerini bu çerçevede tuttu . Seçim dönemine baktığımızda da, artık siyaseti AKP'nin belirlediği dar alanda oynamaktansa daha somut vaatlerle, sosyal adalet vurgusuyla öne çıktığını görülebilir.
Siyasetin gündeminin sadece vesayet/demokratikleşme tartışmasının dışında, insanların gündelik hayatına değiyor olması, taşeron meselesinin, yoksulluk meselesinin, işsizliğin, Kürt sorununun bu kadar konuşuluyor olması önemli bir gelişmedir şüphesiz. Tüm bunların genel anlamda sol bir stratejinin gelişmesine olumlu etkileri olacağını düşünmeliyiz. Ancak seçim sonuçlarını ne kadar etkilediğini elbette tartışabiliriz. Oy oranlarında beklenen düzeyde bir artış sağlamamış olması bu tartışmaların ve söylemin değerini hafifletmez elbette.
Sorunumuz şurada;
Bugün parti örgütlerinde çalışan insanlar olarak bir çoğumuz, geleneksel siyasetin kalıplarını aşamayan bir düşünce hali içindeyiz. Bir partinin gerçekten yenilenmesi için toplumsal olarak da yenilenmesi gerekir. Partinin sadece liderinin, il/ilçe örgütlerinin ya da yürütme organlarının değil aynı zamanda bu parti içinde çalışan insanların, o partiye emek veren insanların değişiyor olması da gerekir. Oysa bugün hala kadrolar eski alışkanlıklarla siyaset yapıyor CHP içinde. Böyle bir yenilenmeyi Kılıçdaroğlu, seçime gittiği ilk yıl içinde yapamadı.
Önümüzdeki dönemde ancak aşağıdan gelen böyle bir dalga olabilirse parti sosyolojik anlamda kendini yenileyebilir. Aile sigortası, taşeron uygulamasına son vermek, çocuk bütçesi gibi somut vaatler oy ilişkisinin ötesinde yeni toplumsal grupları partiye çekebilirse, aşağıdan gelen o baskıyla parti yönetimi kendini yenileme ihtiyacı duyabilir. Yalnızca böyle bir sosyolojik yenilenme olması durumunda partiyi radikal bir biçimde değişime uğratacak bir siyasal iradeyi ortaya çıkabiliriz. Aksi durumda geleneksel siyasetin sınırları içerisinde inandırıcı,iddialı ve muhalif bir parti örgütü yaratmamız da mümkün olmayabilir.
Bu tartışmalar çerçevesinde, Bursa CHP örgütü için bugün ihtiyaç, kimlerin ilçe başkanı olacağı, kimlerin yönetimler de yer alacağı, kimin il başkanı olacağından öte nasıl bir siyasal anlayıştaki "ekibin" bir "ekip" olarak rol alacağıdır.
Önümüzdeki dönem bir çok açıdan siyasal zorluklar içerecektir. Özellikle önümüzdeki 4 yılın, yoğun bir mücadele süreci olarak geçeceğini ve AKP'nin Türkiye'yi hiç de kolay yönetemeyeceği ortadadır. Başbakanın hastalığı bile değişik tartışmaları başlatmıştır. Cumhurbaşkanının görev süresinin yarattığı AKP içi tartışmaları hatırlamakta fayda vardır. Hemen hemen tüm ekonomistler "2012 yılının krizin derinleşeceği" bir yıl olacağını söylemektedir.
Toplumsal muhalefet parçalı yapısına karşın, emekçilerin mücadelesi kıdem tazminatı gasbıyla yükselerek gelişebilir, HES'lerle ilgili mücadele gibi dört bir yandaki irili ufaklı mücadele alanları devam edecektir, öğrencilerin mücadelesi, kriz mağdurlarının mücadelesi, su hakkı, sağlık hakkı, eğitim hakkı mücadelelerinin yükselmesi beklenmelidir.
Siyasal alanı daha derli toplu bir şekilde ifade edilebildiğimiz bir ortamda, bunun CHP'yi de etkileyebileceğini beklemeliyiz. İhtiyaç, bu muhalefetle buluşabilecek bir çalışma tarzına sahip, dilini, üslubunu, siyasal ilgi alanını, moral değerlerini, politik değerlerini buna göre şekillendirmiş bir ekiptir.
Neden olmasın?
Sorun şudur, CHP devrimci bir ruhla umutları yeşertecek midir, yoksa "küçük olsun benim olsun" geleneği yeniden egemen mi olacaktır ?
Asıl seçim budur !