
ZUHAL KİŞİN KÖSEOĞLU
Bazı yazılara başlamak zordur; kimi zaman işlemek istediğiniz konuyla ilgili duygu ve düşüncelerinizi ifade edecek kelimeleri bulma çabanızdan gelir bu zorluk, kimi zaman da söyleşi yaptığınız kişinin titizliği ve aşırı seçiciliği sizi zorlar.
Ben bu yazıda iki nedenle de kolay olmayan bir çalışma içine girdiğimi biliyorum.
Bir yanda Türk Musıkîsi'ne büyük emek veren bir sanatçının kayıt altına almak istediğim yaşamı ile ilgili bilgileri doğru şekilde ifade etme sorumluluğu, öte yanda bu yazının öznesi Udî Burhan Durucu'nun sadece ifadelerle de kalmayıp, kelimelerin yerli yerinde kullanışları ile ilgili titizliği, "at kılına bağlı kılıç" misali tepemde duruyor.
Tüm bu zorluklarına karşın bu çalışmayı göze almamdaki en büyük neden, değer üreten çok sayıda insanın hayatına ve çalışmalarına ilişkin hak ettikleri dikkat ve değerin zamanında gösterilmemesi.
Türk Musıkîsi'ne yüz otuzdan fazla eser kazandırmış, yüz yirmi dört tanesi TRT arşivlerinde yer alan, bu alanda onlarca öğrenci yetiştirmiş Udî Burhan Durucu kimdir, müziğe ve hayata ilişkin düşünceleri nelerdir bugün de gelecekte de bilinmeli.
Kültürümüzün emekçileri olan bu insanların, mirasçıları olan gelecek nesillere doğru anlatılması adına haklarında belgelenen bilgilerden haberdar olmaları gerekir. Haklarındaki bilgi ve belgeler, lehlerine ya da aleyhlerine de olsa ilgili kişilerce onaylanma ya da düzelttirilme yoluyla doğrulanmalılar ki zihinler yanlış algı ve fikirlerle donatılmasın!
Her yaşam bir hikâyedir mukabilinden ben de "Bir varmış ve heeep var olacakmış ..." diyerek, başlayayım hikâyeme!
Burhan Durucu
Yılbaşına on beş gün kala
Annesi Yüksel Hanım'dan duyduğu ifadesi ile Burhan, "yılbaşına on beş gün falan varken", Durucu Ailesi'nin ilk çocuğu olarak dünyaya gelir. Ama nüfus cüzdanında tarih, 1 Şubat 1956 olarak kayıtlıdır. Yıldırım Külliyesi'ne komşu oldukları evlerinde oturan Durucu'lar, Burhan'ın kendisinden iki yaş küçük olan kız kardeşi Gülser ile dört kişilik çekirdek bir ailedir.
Yugoslavya göçmeni baba Süleyman Durucu, belki de ilk müzik öğretmenidir küçük Burhan'ın. Bağlamasıyla eşlik ederek, "Koyun gelir yata yata" türküsünü oğluna öğreten Süleyman Bey, Yeşil Bursa Gezek'ine de Burhan ile gider. Burhan, henüz ilkokul öğrencisiyken, Griftzen Asım Bey'in Hicaz makamındaki "Her zahm-ı ciğer-sûz'e devâkâr aranılmaz" eserini de bu ortamda meşkeder.
Süleyman Bey'in oğlunun yüreğine attığı müzik tohumu Burhan'da her ortamda göğerecek yer arar. Radyodan dinleyerek sözlerini ezberlediği türkülerini, bağrına bastığı saz misali süpürge ile seslendirir, komşu Nimet Teyze'nin uduna darbuka ile eşlik etmek adına da arkadaşı ile koşar onların evine.
Nimet Teyze'nin emanet etmekten kaçınmadığı ud ile "Bu akşam gün batarken gel" şarkısını meşk eden Burhan, bu sayede "kucaklaştığı ud"a, ömür boyu bitmeyecek bir sevdayla tutulur. Burhan Durucu bu kucaklaşmanın kendisini ud'a bağladığını söyler; udu da bu sevdayı karşılıksız bırakmaz: göğsünü yasladığı bu kucakta, klavyesi kol olur uzanır kavalyenin eline, tellerine vurulan her mızrapta da kâh neşe ile kâh hüzün ile gelir dile.
Günün birinde ucuz bir fiyata bir ud alır. Sevinir. Ancak işin ustalığını öğretecek insan yoktur çevresinde. Takvimler 1975'i gösterir. Bursa Musikî Cemiyeti'nin kapısını çalar. 1990 yılında Diyarbakır Devlet Klasik Türk Müziği Korosu Ses ve Saz Sanatçısı Sınavı'nı da "Ses Sanatçısı" olarak kazanmasını sağlayan sesi sayesinde, cemiyetin korosunda bir yıl kadar şarkı söyler.
Ama gönlü uddadır. Saz heyetinde ud çalmak ister. Kabul görür. Şarkıların icrası sırasında melodinin notaları tartışılırken, genç Durucu, bestenin kompozisyonuna kafa yorar. Onun kendisiyle tartıştığı bu konular, çevresinde pek kimsenin dikkatini çeken cinsten değildir.
Burhan Durucu, şansın kapısını ne kadar zorluyorsa, şans da onu görmezden gelmez. Cinuçen Tanrıkorur cemiyetin bir konserine misafir sanatçı olarak davet edilir. Cinuçen Bey'in de dikkatini çeken bu delikanlıya bir şeyler öğretmek, hasadı verimli olacak bir ekimdir. Emeğini esirgemez.
Eline geçen her fırsatta Tanrıkorur'un evine konuk olan Durucu, bugün olduğu gibi, öğrenmek için sorar... sorar... sorar. Hocası Cinuçen Bey'den uda ilişkin ilkin, ud burgularının bakımını öğrenir. Peşi sıra udun bakımının nasıl olacağını.
Musıkîye ilişkin Hocası'ndan öğrendiği en önemli şey ise, "musıkinin ne olduğu değil, ne olmadığı" üzerinedir. Söyleşimiz sırasında Durucu bu ifadeyi kullanır kullanmaz atlıyorum, "Ne değil?". "Kişinin tarif edemeyeceği tepkiler vermesi!" diyor ve örnekliyor: " Ay! Çok ağır bir parça! Ne demek şimdi bu? Beğenmediğin şey ne? Nitelendir, tarif et!"
Son derece hassas olduğu bu konuda, Hocasının ayak izlerini de özenle takip eder şekilde sözlerini sürdürüyor: "Gerçek müziklerin klasikler olduğunu ve bunları üretenlerin gerçek musıkî insanları olduğunu öğrendim. Yaptıkları eserleri incelediğinizde bunu görüyorsunuz."
Cinuçen Tanrıkorur'un da yabancı müziğin öğrenilmesi yönündeki teşvikine rağmen, kültürümüzü üstün tuttuğu ve Türk Musıkîsi'ne asla laf ettirmediği bilgisi yerleşiyor hafızama. Bu bağlamda Hocasından bulaşan bir özelliğine dikkati çekerek, "Klasik Türk Musıkîsi'ne laf edenlere karşı, dilimin kemiği yoktur" diye de vurguluyor.
Burhan Durucu, Klasik Türk Musıkîsi'nin bir yaşam öğretisi değerinde olduğu düşüncesini size hissettiriyor ve bu öğretinin temelinde de "Edeb Ya Hu!" ilkesinin yer aldığını fark ettiriyor. Direkt bu cümlelerle söylemiyor ama verdiği her örnek, sergilediği her davranışla bunu size duyuruyor.
Musıkî hayatına nakşeden hocaları Cinuçen Tanrıkorur, Ali Rıza Avni, Reşat Aysu gibi isimleri sıraladıkça bu öğretinin nasıl oluştuğunu anlıyorsunuz. Ege Üniversitesi Devlet Konservatuarı öğretim elemanlarından Ali Rıza Avni'yi, günübirlik İzmir yolculukları ile de olsa, ziyaret ettiğini belirtirken, "İnsanlara ismi ile değil, vasfı ile hitap eder, örneğin 'Sevgili Bestekârım' derdi" ifadesi bile Durucu'nun nasıl bir musıkî planyasından geçtiğini insana düşündürüyor.
Gelinen bu noktaya kadar Demirtaşpaşa Endüstri Meslek Lisesi Elektrik Bölümü'nden mezun olunmuş, inzibat eri olarak Ankara'da yapılan askerlik bitmiş, Karayolları'ndaki memuriyet hayatı aralıklarla beş yıl devam etmiş ve noktalanmış, ara bir devrede bir arkadaşı ile ağaç işleri alanında işler de üretilmiştir.
Burhan Durucu, "Ben hiçbir şeyi hazır bulmadım!" derken, ömrünce her alanda nasıl didinip çabaladığını bir yüksünme göstermeksizin ifade ediyor. Aksine bu emeklerin kazandığı her şeyi daha da "tatlandırdığını" söylüyor.
Bestekâr Avni Anıl ile...
Belediye Konservatuarı
Denilebilir ki Durucu'nun profesyonel müzik hayatı, 1983 yılında Bursa Belediyesi bünyesinde açılan konservatuar ile başlar. Önce icra heyetinde udî olarak yer alır. Ardından, Belelediyenin sanatçı kadrosunu oluşturmak amacıyla açtığı sınavı da yetkin tek kişi olarak kazanır. Aldığı yetmiş sekiz puan, yeterlilik düzeyinin stajyer olmadığının belgesidir. Öğretmen olarak görevine devam eder.
Ancak iki yıl sonra, stajyerler için yapılan sınava girmediği gerekçesiyle, dönemin Belediye Zat İşleri Müdürü tarafından kendisine "görevine son verildiği" tebligatı yapılır. Her yıl sadece stajyerlere yönelik olarak yapılan ve iki yıl önce aldığı puan, stajyer olmadığını belgelemesine rağmen, Durucu bu tebligatı "haksızlık" diye nitelendirerek, bir süre musıkîye bile küser.
Bir şahsın "tek adamlık" hevesine yorduğu ve "onur kırıcı" olarak değerlendirdiği bu olay, bir süre sonra başka bir şans kapısını açacaktır Durucu'ya. Diyarbakır Devlet Klasik Türk Müziği Korosu'nun Ses ve Saz Sanatçısı Sınavı'na girer ve kazanır. Körfez Savaşı nedeniyle bir yıl gecikmeli gittiği Diyarbakır'da göreve başlar.
Diyarbakır süreci öncesinde, "Ellerim cepte boş boş gezer haldeyim" dediği bir dönemde yine şans Durucu'nun elini bırakmaz. Bu şans mıdır, yoksa işini titizlikle yapmanın kişiye kattığı değer mi? Karar sizin! Bandırma Halk Kütüphanesi bünyesindeki bir koro, Avni Anıl'ın önerisi ile Burhan Durucu ile bağlantıya girer.
Durucu, elleri cepte boş ama gönül zenginliği ile "Gücünüz neye yeterse" diyerek burada göreve başlar. Dönemin Bandırma Belediye Başkanı Sedat Pekel 1989 yılında bizzat gelerek, bu çalışmaların belediye bünyesinde yürütülmesini ister. El değiştiren siyasi iktidar ile bu çalışma belediye bünyesinde noktalanırken, Durucu'nun öncülüğünde, Bandırma Musıkî Derneği kurulur. Derneğin kuruluşu sonrasında da Bursa'dan Bandırma'ya gidiş gelişlerini gönüllü olarak gerçekleştirir ve hiçbir ücret talep etmez koro üyelerinden.
Diyarbakır yolculuklarının da başladığı süreçte bu çalışmalara nokta konulmaz. Kalp de Bursa'da kalınca, dönemin Kültür Bakanı'nın oluruyla, beş kez Bursa'ya geçici görevlendirme ile gelen Burhan Durucu Bandırma'daki çalışmalarını da 2004 yılında kadar sürdürür. Görevini çok sevdiği ve alanında yetkinliğini kanıtlayan öğrencisi Verda Yünlü Dönmez'e teslim eder.
Gün gelir, Verda'nın şeflik yaptığı icra heyetinde yüksünmeden udî olarak yer alır ve "ceketini ilikleyerek" şefinin huzurunda halkına selam durur. Geçtiği musıkî planyası bunu gerektirir: "Herkes yerini ve haddini bilecek!"
Musıkî dışında naht sanatı (ağaç oymacılığı) ve gemi modelciliğine de gönül veren Burhan Durucu, nihayet 2007 yılında emekli olur ve Bursa'ya kesin dönüş yapar.
Burhan Durucu ve Emel Sayın
Aşk, maşukda yok olmaktır
Söyleşimizin bu noktasına kadar Burhan Durucu'yla bir sohbet havasında söyleştik. Kimdi? Nerede dünyaya gelmişti? Ailesi, müzikle olan bağının nereden geldiği, çalışma hayatı vs. Bundan sonrasında öğrenmek istediklerim, "Neden Türk Sanat Müziği?" şeklinde bir başlık altında hazırladığım sorulardı ki...
İlk uyarıyı yumuşak sert denecek bir tarzda aldım! (Halk arasında buna 'fırça yemek' deniyor.)
"Türk Sanat Müziği diye bir tabir yoktur. Ya klasik Türk Musıkîsi ya da Türk Halk Musıkîsi vardır. Bu halk müziğine karşı çirkin bir rekabetten doğar; sanki halk müziğinde sanat yokmuş gibi bir algı yaratılması istenir. Her ikisinde de sanat vardır."
Durucu, yıllardır kitlelere anlatamadığı ve "inatla" anlatmayı bir görev bildiği bu konuda sözlerini şöyle sıraladı:
"Klasik lafı insanları ürkütüyor. Türk Sanat Müziği sanki bir kategoriymiş gibi gösteriliyor. Türk Müziği, halka kendini beğendirmek adına yozlaştırıldı. 'Ağır' (!) ne demekse! Klasik Türk Musıkîsi sözünden bu anlaşılıyor ve halk bundan kaçınıyor. Nağmeler basitleştirildi. Fantezi bir formdur evet, ama bu zamanla daha tercih edilir oldu. Usul, form, makamın seyri gereği daha zengin eserler üretmek yerine basit nağmelerden oluşan eserler tercih edildi. Sözler itibariyle de slogan şeklinde cümleler tercih edildi."
Bu ifadelerin bende bulduğu karşılıklar da şunlar oldu: Sözlerini anlamadığımız ya da bize çok yabancı bir müziği saatlerce dinleriz de kültürümüzden doğmuş bir müziğin sözlerini anlamadığımız gerekçesiyle dinlemekte gerçekten neden direnç gösteririz! Üstelik bu müziğin nota seyrinin pek çok ruhsal tedavide bile etkin olduğu bilinmesine karşın, tepkimiz neye ve niyedir?
-Klasik Türk Musıkîsi, sizin için ne anlam ifade ediyor?
Aşkım! Aşk deyince illa da beşeri aşk kastedilmez. Aşk onda yok olmaktır. Maşukda yok olmaktır. Ben gece uyumak üzereyken bir şarkı dilime takılır ve uyuyana dek farkında olmadan onu terennüm ederim. Sanırım, hocam Cinuçen Bey'den bana bulaştı.
-KTM'nin bugün içinde bulunduğu düzey için yorumunuz nedir?
Eski kayıtlar olmasa gerçek musıkîyi dinlemek pek kolay olmayacak. Çok gerideyiz. Ve ne yazık ki bugün görsellik ağır basar oldu. Bazı icracılarda ağız arabesk tarza dönüştü.
-Dün ile bugün arasındaki farka neden olan etmenler nelerdir?
Başta medya, onun kadar tehlikeli silah yok! İnsanların marjinal tiplere ilgisi vardır. TRT kendi sanatçılarının diğer kanallarda program yapmasına izin vermeyince onlar da kendi yarattıkları kişileri evlerimize soktular. Arz talebe dönüştü. Çoğu da hormonal müzik. Görsellik müzikten daha çok ilgiyi kişiye yöneltti. Bu durum aslında halkın da kendisine yabancılaşmasına neden oldu.
Musıkînin bir kültürü vardır. Sanatçıların birbirleriyle olan iletişimlerinin sevgi ve saygıya dayanması gerekir. Artık müzik değil, kişiler kendilerini ön plana çıkartma derdine düştüler.
-KTM'nin bugünden yarına niteliksel artış göstermesi hangi etmen ve koşullar halinde mümkün olur?
Klasik Türk Musıkîsi zaman zaman baygınlık geçirebilir ama asla yok olmaz! Bir zamanlar arabesk müzik yaygınlaştı, tekrar klasiğe dönüş oldu. Şimdi aynı tehlikeyi pop müzik için de söyleyebiliriz, ama halk aynı dönüşü gösterecektir. Halk yine özüne dönecektir.
Klasik Türk Musıkîsi'ni adeta inatlaşarak insanların kulağında yer edeceği şekilde dinletmek gerekir. Dede İsmail Efendi'nin okunmamış nice eseri var, ama yine de onun "Gülnihal" şarkısı daha kolay geldiği için dinlenir ve söylenir. Aslında bu eserde nağmeler basit gibi görünse de bu şarkıda da bir teknik ve sanat olduğu bilinmelidir.
Selahaddin Pınar'ın şöyle bir sözü vardır: "Sanat aristokrattır; halkın ayağına gitmez, halkı onun seviyesine çıkartmak gerekir". Kısacası, halkın ilgi göstermeyeceğini düşünerek geri durmak, halkı işportaya yöneltir.
Udî sanatçının konservatuvarı kazanıp mezun olan öğrencilerinden Banu Yılmaz
-KTM'ye neden "saray müziği" deniliyor?
Günümüzde de devletin TRT ve devlet koroları gibi, sanatçıyı himaye ettiği kurumlar var. O gün de saray, müzik adamlarını himaye ediyordu. Yani müzik devletin himayesinde idi. O zamanın da şartları buymuş, ille de bundan saraydakileri eğlendirmek sonucu çıkartılmamalı.
Bu durum da müziğin halktan kopuk olduğunu göstermez. Halkın o günkü koşullar içinde bu sanat seviyesinde olduğunu düşünmek iddialı da olabilir, ve belki bu nedenle lokal bir alanda icra ediliyordu.
Halk müziğinde üretim genellikle anonimdir. Nağmeye biri başlar, katılımlarla nağme genişler. Klasik müzik de üretim bireyseldir.
-Müzik evrenseldir, denir; bu ifade, Klasik Batı Müziği ve Caz gibi örneklerinde tam bir karşılık bulur. Ancak KTM'nin, Türk kökenli olmayan toplumlar dışında yeniden düzenlenerek de olsa, icrasına rastlamıyoruz? Neden?
Az da olsa örnekleri var. Mesela "Üsküdar'a gider iken" gibi. Tabi birkaç eseri geçmez. Bizde musıkî nazariyatında farklılıklar vardır; düzenli olmayan aralıklar kullanılır. Batı Müziği'nde tam ve yarım ses var ama bizde komalar vardır. Klasik Türk Müziğini batı enstrümanları ile söylemek mümkün değil. Ama bir Batı Müziği eserini, Türk Müziği enstrümanları ile icra edebilirsiniz.
Bu nedenle Türk Müziği kendi ailesi içinde kalmıştır. Ama batının da bizim sanatımıza ilgisi yok da değil; Devlet Korosu olarak yurt dışında verdiğimiz konserlerimize ilgi her zaman büyük oldu. Enstrümanlarımız arasında yer alan kanun da çok büyük ilgi görüyor.
-Çok sesli müzik, KTM yapısına uygun mudur?
Batı müziği tarzında düşünürsek, hiç uygun değil. Çok seslilik tek sesli denilen müziğimizin kendi içinde var. Bir batı enstrümanıyla bir segâh ya da uşşak eseri çalamazsınız. Batı müziğinde çok eksikli bir zenginliktir aslında tampere sistemi; bizde ise nota aralıklarındaki ses sistemimiz müziğimize çok büyük zenginlik katmaktadır.
Ayrıca iki müziği karşılaştırmanın gereği de yok!
-Bursa'da Türk Müziği alanında amatör de olsa azımsanmayacak sayıda gruplar oluştu? Bu durum sizce olumlu mudur?
İlk bakışta olumlu gibi görünüyor ama ne yazık ki bir kalite enflasyonu yaşanıyor. Kalite ve nitelik göz önünde tutulmalı. Hobileri gerçekleştirmek için de yıllarca süren emekler vermek gerekiyor. Hobiler de değer taşıyan amaçlarla yapılmalı!
Grupların oluşturulmasındaki amacın ne olduğu önemli; çünkü bazen kişiler kendilerini göstermek için de bu tür oluşumların içine girebiliyorlar.
-Bursa'da geçmişten günümüze bir "gezek" kültürü de olduğu dikkate alındığında, musıkî alanında halkın da hep bir yönelim ve çaba içinde olduğunu görüyoruz. Dünü de bilen birisi olarak, bu oluşumlara ilişkin, bugünü değerlendirir misiniz?
En belirgin farklılık, insanlar öğrenmeye kapandı. Eğlenceye yönelik bir hal aldı. Hocaya kimse bir şeyler sormaz oldu. İnsanların artık öğrenmek, sormak gibi bir kaygısı yok! Bir şarkı ezberleyip, konserde bir solo almaya bakılıyor.
-İl dışında yaşayan Bursalı sanatçılarımızın Bursa'da sanat adına bir dayanışma içinde olup bir şeyler üretme çabası içinde olduğunu söyleyebilir miyiz?
Asıl olan ülkeye katkısıdır. Hangi ilden yapıldığının bence önemi yok. Ülke kültürüne verdiği katkıya bakmak gerekir. İlla doğduğu ilde bir şey yapmasına gerek yok.
-Bursa'da halen yürütmekte olduğunuz çalışmalarınızdan söz eder misiniz?
Osmangazi'de Seyyid Usûl Kültür Merkezi'nde ud kursu veriyorum. Ayrıca Nilüfer'de de Yüzüncü Yıl Korosu adı altında bir çalışmamız var. Bu koromuz, her yıl iki konserle halkımızın karşısına çıkıyor.
Ayrıca beste çalışmalarım devam ediyor.
-Bursa'da etkin ve yetkin sanatçıların yetişmesi adına neler yapılabilir?
Her şeyden önce bu değişim ailede başlayacak ki gelişim olsun. Aile ortamında değerli bestekârlarımızdan söz edilir ve bunların eserleri dinletilirse çocuk bunu öğrenir. Her şey ailede başlar. Bunun için de öncelikle ailenin donanımlı olması gerekir.
Yaşlı neslin kulakları müzik konusunda biraz doludur. Çünkü onların çocukluklarında hemen her ailede bir enstrüman olurdu. Baskı da kurmadan ve hatta bestekâr hayatları da anlatılarak çocuklara bu sanat sevdirilir.
Yerelde de kurumlar kalite ve niteliği gözeterek bu işe hizmet ettiklerinde gelecek adına umut taşınır.
Bu arada şuna da değinmek gerekir; örneğin bugün ülke genelinde müzik alanında da okullar çok istihdam yok. TRT ve devlet koroları kadrolu sanatçı almıyor. Mezun olanlar da piyasada çalışmak zorunda kaldıkları için sanatlarından taviz vermek zorunda kalıyorlar.
-Sizin bilime, felsefeye çok önem verdiğinizi, hatta konuşurken insanın kullandığı kelimelere varıncaya dek titizlik göstermesi gerektiği konusundaki hassasiyetinizi biliyorum. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Ben bu sorunuza "basiret" kelimesine dikkati çekerek cevap vereceğim. Öğrenmeye uzak kalan, bilgiye açık olmayan, özgür düşünceye saygısı olmayan insanlar, ölçülü ve doğru görüşe uzaktır.
Bakın, atlar çok geniş açılı görmeye sahip hayvanlardır, tek düze ve kamçılandığı yolda gitmesi için onlara o gözlükler takılır. İşte bilime, felsefeye, sanata uzak insanlar da "at gözlüğü" takmış olarak hayatlarını sürdürürler.
Kendi adıma içtenlikle şunu söyleyebilirim ki fikirlerimin yanlış olduğunu anladığımda değiştiririm, yeter ki doğru bilgi ile ikna edileyim.
Burhan Durucu'nun ilgi alanlarından biri de ağaç oyma (naht) sanatı
-Söyleşimizin sonuna gelmeden ilk ve son eserlerinizin neler olduğunu da öğrenebilir miyiz? Ayrıca bugüne kadar kaç eseriniz ile ödül aldınız?
Bursalı iş adamımız Orhan Ete'nin sözlerini yazdığı, "O, dönüp gülerek baktığın akşam" adlı eserimi hüzzam makamında 1984 yılında bestelemiştim. Ali Osman Akkuş radyoda canlı yayında seslendirmişti.
Son eserim de sözleri bana ait olan "Bir yudum sevdana muhtacım deyip yoksul gibi / yalvarıp durdum kapında bir günahkar kul gibi" adlı yine hüzzam makamında bestelediğim bir çalışmamdır.
Biri birincilik olmak üzere, dört eserimle ödüle lâyık görüldüm.
Birincilik aldığım eserimin de güftekârı olan Güler Turan'dan bugüne değin hayli beste yaptım.
Burhan Durucu'nun naht çalışmalarından biri
-Hocam son sorum şu olsun: hayatın sizin için taşıdığı anlam nedir ve kendinizi değerlendirdiğinizde neler söylersiniz?
(Tebessüm ederek başlıyor sözlerine) Ana rahminden geldik pazara, bir kefen aldık gittik mezara. Bu süreç içerisinde o kadar çok "keşke"lerimiz ve "iyi ki"lerimiz var ki! Nihai olarak hayat, ister sosyolojik bakın ister teolojik, bir sınav. Aslında bu sınavın notunu övgü ya da tepkilerle bu dünyada da alıyorsunuz.
Tüm yaşadıklarımız her şeyi ile hayatımızı oluşturduğuna göre, eylemlerimiz sonunda yaptığımız tahlillerimiz çok önemli. Zira vagonlar gözden kaybolmuş ve biz trenin dumanına bakar halde buluyoruz kendimizi.
Ben hiçbir inancımı tabu yapmam. Dediğim gibi yeter ki doğru bilgilerle karşıma gelinsin. Öğrendim ki her gecenin sonu aydınlıktır. Ne karanlığın ne de kötülüğün kaynağı var; ama aydınlığın ve iyiliğin kaynağı var. Ben olaylara böyle bakıyorum. Bu aynı zamanda bana güç veriyor.
Sabrı öğrenmeli insan.
Sayın Hocam bana zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim.