SON DAKİKA
Hava Durumu

Barışın sesi daha gür çıkmalı

Yazının Giriş Tarihi: 01.09.2013 02:44
Yazının Güncellenme Tarihi: 01.09.2013 02:44

Daha doğrusu iktidar ve iktidar çevrelerinden yükselen bir savaşın sesi bu. Onlar daha çok konuşuyor savaşı. Biz ise savaşın ne kadar kötü olduğunu, yeni acılar ve yıkımlar getireceğini, sorunların savaşmadan da çözülebileceğini anlatmakla meşgulüz, toplantılarda, Twitter'da, Facebook'da, köşelerimizde... Sesimizi duyurabildiğimiz her yerden.

Komşumuz Suriye'de, Türkiye'nin de AKP iktidarı ile taraf olduğu, iki yıldan fazla süredir devam eden bir iç savaşa tanıklık ediyoruz. 100 bin dolayında insan öldü ve ölmeye devam ediyor. Bu sürecin nereye varacağı, ateşin nereleri yakacağı, kimleri nereye sürükleyeceği de belli değil.

'Arap Baharı' olarak tanımlanan sürecin Suriye'de karşımıza çıkardığı bir tablo var giderek karmaşıklaşan. En uzun sınırımız olan güney komşumuz Suriye'den Türkiye'ye yönelik herhangi bir tehdit dahi yokken, Batı'nın ve Arap despotların gazına gelerek AKP iktidarının hasım haline getirdiği bir Suriye var. Daha doğrusu Beşşar Esad ve Baas rejimi.

Geriye dönüp bakınca iki ülke ilişkileri nereden nereye gelmiş. İnsan şaşırıyor. 'Kardeşim' denilen günlerden, 'alçak' denilen bugünlere uzanan garip bir ilişki.

Başbakan Erdoğan'ın, 'kardeşim' diye seslendiği dönemde Türkiye ile iyi geçinmeye çalışan, yönünü Arap dünyasından ziyade Türkiye üzerinden Batı'ya çevirmeye çalışan bir Esad vardı. Babası Hafız Esad'ın Türkiye'ye yönelik hasmane politikalarını geride bırakan oğlunu dünya ve bölge koşulları da buna mecbur ediyordu. Bir nevi Türkiye'den abilik bekliyordu.

Esad o zaman diktatör müydü? Evet diktatördü, muhalif seslere tahammülü yine yoktu. Fakat bazı kanalların açılması Türkiye'nin de teşvikiyle mümkün olabilecekken Erdoğan ve Davutoğlu'nun kulaklarını başka seslere çevirmesiyle işler tersine gitti. Esad'ın (arayı bozduktan sonra Araplar'ın Esed dediğini keşfettiler ve öyle seslenmeye başladılar) gitmesinin an meselesi olduğunu sürekli tekrarladılar.

Oysa Esad'ın gitmesinin hiç de öyle an meselesi olmadığı anlaşıldı. Evet Esad bir şekilde gidecek ama Batı ve bölgedeki diğer söz sahibi güç Rusya'nın Suriye için kendilerini rahatsız etmeyecek bir formül bulmaları halinde.

Zaman Gazetesi yazarı Ali Bulaç da, Türkiye'nin Suriye politikasını eleştirdiği yazısında, "Evet zalim bir rejim var, ama onu devirmenin yolu bu değildi. Türkiye Suriye için yol haritasıydı. Sivil muhalefet militarize edilmeseydi, Esed ve yönetimi yavaş da olsa olumlu yönde değişecekti, ama krallar bundan korktu, çünkü sıra onlara gelecekti. Türkiye, kralların ve Batı'nın tuzağına düştü" diyor.

Bulaç'ın tesbiti çok doğru. Türkiye tuzağa düştü. Erdoğan ve Davutoğlu'nun söylemleri bu tuzaktan hiç kurtulmak istediklerini göstermiyor.

Komşularla 'sıfır sorun' politikasıyla yola çıkan Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun gerçeklikten uzak, 'Yeni Osmanlı' hayaliyle yönlendirdiği dış politikanın geldiği durum ortada. Burnumuzun dibinde en uzun kara sınırına sahip olduğumuz komşumuzla sorunu çözebilecek onca yol yöntem varken, ABD'nin Suriye'yi vurması için yalvar yakar olan bir iktidar ve iktidara eklemlenmiş medya ile karşı karşıyayız.

Yüzlerce masum insanın ölümüne yol açan kimyasal silah saldırısının nasıl ve ne şekilde, kimler tarafından gerçekleştirildiği net şekilde ortaya çıkmadan savaş tamtamları da başladı.

Amerika'nın 'kırmızı çizgimiz' dediği olmuştu ve hemen müdahale edilmeliydi.

Evet, bu silahı kullananlar mutlaka cezalandırılmalı, Esad ya da muhalifler. Ama bununla ilgili hiç soru sormayalım mı? Irak'ta kitle imha silahı yalanıyla başlayan işgali dönemin ABD Dışişleri Bakanı Colin Powel utanarak itiraf etmedi mi? Ne çabuk unutuldu bunlar.

Başbakan Erdoğan şimdi Mısır'da darbeyi destekliyorlar diye veryansın ettiği Batı ile Suriye'de Esad'ı devirme planları yapıyor. Obama'nın, 'sınırlı hava harekatı' için 'Bu bizi kesmez' diyor. Oysa Batı'da rüzgarlar hiç de Erdoğan'ın beklediği gibi esmiyor. Batı'nın iyi olmayan Irak sicili Suriye'de öyle kolaylıkla adım atmayacağını gösteriyor.

Siyasi geleceğini Esad'ın gidişine bağlamış bir Dışişleri Bakanı var karşımızda. İki ülke, devlet yöneticisi ilişkisini kişisel bir kavga gibi algılayan Davutoğlu'nun iflas eden dış politikasının Türkiye'yi nereye sürükleyeceği belirsiz. Aslında kendisi için en çıkar yol istifa fakat hiç öyle bir niyeti olduğunu sanmam.

Savaş iktidar çevrelerinde öyle bir histeriye neden oldu ki, en küçük haklı bir itiraz, barış sözcüğü sizi hemen Esad yanlısı, Baasçı yapmaya yetiyor artıyor bile. "Romantik, barış kelebeği" diyerek akıllarınca küçümsüyorlar. Varsın bize böyle denilsin biz bundan rahatsız olmayız.

On yıllardır düşük yoğunluklu çatışma nedeniyle çocuklarını kaybetmiş derin acılar yaşamış bu toplumun maceracı yeni 'Enverler' yüzünden başka acılar çekmeye tahammülü yok.

Geçmiş yıllarda asla olmaz denilen PKK ile temasa geçerek barış arayan iktidar, komşusu Suriye ile neden barışı konuşmaz? Çok mu zor bu? Üstelik Suriye ile barışı konuşuyorsun diye-PKK'da olduğu gibi-çıkıp suçlayan da olmaz.

twitter.com/zaferopsar

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.