SON DAKİKA
Hava Durumu

Taksim'deydim, zulmü gördüm, ŞAHİDİM!

Yazının Giriş Tarihi: 17.06.2013 11:49
Yazının Güncellenme Tarihi: 17.06.2013 11:49

15 Mayıs Cumartesi günü öğleden sonra saat 4.00 gibi Taksim'e ulaştık. Direnişin 19. gününde, Taksim Gezi Parkı'ndaydım, yanımda ortanca oğlum Tarık.

Gezi Parkı'na girer girmez bizi karşılayan gruplar oldu. Ellerinde megafon, düşüncelerini açıklıyorlardı ve bundan sonrası için izleyecekleri politikayı belirliyorlardı. Hepsinin ortak fikri: Direnişe devam...

Gezi Parkı'nın daha da içlerine ilerlediğimizde, olağanüstü atmosfer hemen insanı kucaklıyordu. Halk tek yürek olmuş, haklı davaları için direniyor. Her türlü insana rastlamak mümkündü. Çoluk çocuk, yaşlı genç, marjinal, orijinal, analar, bacılar, halalar, teyzeler, ablalar, türbanlılar, başı açıklar! Müslümanlar, ateistler, agnostikler, deistler oradaydı. Bu DEMOKRASİ KARNAVALINI görmeye, bizim gibi tarihi olaya tanıklık etmeye, bunun bir parçası olmayı düşünen yabancı Turistler, Avrupalı, Japon, Rus, Afrikalı, dans eden, kitap okuyan, şarkılar söyleyen on binlerce İNSANI görmeye gelmişti.

Dedim ya karnaval yeri gibi sanki. Bir ara, yanımda yürüyen oğluma dönüp, "Evlat, bu iş bitmiş, buraya hiçbir güç müdahale edemez, ederse, ayağına kurşun sıkar, bu insanları buradan söküp atmaya kalkarlarsa katliam olur!" dedim, "haklısın" diye yanıt verdi Tarık.

***

Gezi Parkı'nın içini gezerken, Tarık, çok değil daha birkaç ay önce birlikte oturup çay içtiğimiz yeri gösterdi; "Baba bak, Bursa'ya dönerken otobüs servisinin kalkmasını burada beklemiştik, çay içmiştik hatırladın mı?" dedi. Evet orada çay içmiştik, unutmuştum, zira benim orayla ilgili daha başka bir anım vardı. 1999 Marmara Depremi'nin yaşandığı gecenin sabahında gazeteci arkadaşım Can Budak'la buluşmuş, çay içmiştik aynı yerde. Depremden korkan binlerce İstanbullu'yu konuk etmişti Gezi Parkı. O sabah kim sokak çocuğu kim değil, belirsizdi. Evli de evsiz de birdi, oradaydı.

Tam 14 yıl sonra, Gezi Parkı benzer halde ama bu sefer durum farklı. Adı konmamış, tanımlamayan bir sarsıntı bir araya getirmişti İstanbulluları, haklı bir tepki uğruna. İlerleyen saatlerde kalabalık daha da arttı.

Hava kararmaya yüz tutmuştu ki, akşam ezanı okunmaya başladı.

Meydanda da bir sessizlik oldu. Ezana saygının sessizliği miydi bu diye aklımdan geçirdim.

Ezan bitti...

Zulüm başladı.

Recep Tayyip Erdoğan'ın bir gün önce Ankara mitinginde verdiği emirle, TOMA'lar asitli su, polis gaz bombaları yağdırmaya başladı Taksim'de toplananlara ve Gezi Parkı'nın içine.

Kaçışan, birbirini ezen, koşuşturan silahsız halk...

Dalga dalga yayılan isyan!

Tarık'la ikimiz kalabalıkla birlikte Harbiye tarafına sürüklendik. Gaz bombalarının etkisi gözlerimizle birlikte, ciğerimizi, bağrımızı da yakıyordu.

Yanımda koşuşturan direnişçilere baktım.

Aynı ülkede yaşıyor, aynı dili konuşuyor, aynı şarkıları dinliyor, benzer esprilere gülüp, aynı duygularla ağlıyorduk.

"Ben kimim?" diye sordum, "bu halk kim, biz kimiz?"

Bunlar hangi terör örgütü üyesi olabilir ki, barikat kurmak için sıraya dizilip zincir oluşturan, başı örtülü, türbanlı, mini şortlu kızlar, sakallı, küpeli, atkuyruklu, bermuda şortlu gençler, FB'li, Çarşılı, GS'li, Altaylı, KSK'lı, Bursasporlu, Türk, Laz, Kürt, Arnavut, Arap, Çerkes: Türkiye'nin öteki yarısı.

Silahsız, ÇAPULSUZ!

Ve sadece direniyor(duk). Çatışma yok. Olması da mümkün değil. Polise yaklaşabilme imkanı mı var? Saldıran polis, direnen HALK! Zulme, zalimliğe, haksızlığa, şiddete karşı, daha çağdaş, özgür yaşamak için!

Ve birkaç saat önce gördüğüm DEMOKRASİ KARNAVALI yerle bir olmuştu.

Güzelim ülkem, cennet vatanım toz duman.

Bir ülke nasıl bu duruma gelir, kaos nasıl yaratılır, kriz nasıl yönetilemez, bir insan nasıl diktatöre dönüşür, gözlerimin önünden geçti bir bir...

Son ABD ziyaretinde Emine Erdoğan'a hediye edilen kitabı anımsadım.

Bu kitabın neden verildiği sorusu aklmın bir yerinde? Bu yaşananlardan sonra öyle anlamlı ki o kitap: "The Psychology of Dictatorship" (Diktatörlüğün Psikolojisi).

İyi de, Recep Tayyip Erdoğan, çok değil daha 13 yıl önce İstanbul BŞ Belediye başkanı değil miydi?

Her şeyden önce, o bir baba değil mi?

O bir eş, bir evlat değil mi?

Rahmetli anası babası bu yaptıklarını görseydi ne derdi?

Eşi Emine hanım, kızı Sümeyye, oğulları Ahmet Burak ve Necmeddin Bilal babalarını uyarmıyor mu?

Ya torunu?

"Bu tutumu, hangi dine, hangi vicdana sığar?" Büyük Baba, Sn Başbakan, hayat arkadaşı, kanka, amca, dayı, ağabey, USTA?

Sen kimsin Recep Tayyip Erdoğan? Sen bunlardan en çok hangisine önem verirsin? Gerçekten sen bir DİKTATÖR mü oldun?

Arap emsalleri gibi Türk Baharı değil ama Türk Cehennemi başlattın, haberin ola!

Önce vicdanlar ölür, sonra demokrasi.

Sen ikisini aynı anda öldürmeyi başardın...

Hayırlı uğurlu olsun, "Bu daha başlangıç, DİRENMEYE DEVAM!"

Görecez bakalım "el mi yaman, bey mi?"

NOT: "El mi yaman bey mi yaman" atasözünün anlamı:
Baştakiler ne kadar güçlü görünürlerse görünsünler, asıl güç halktadır; halk yöneticilerden her zaman ağır basar. 

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.