SON DAKİKA
Hava Durumu

Oscar'ın TADI, futbolumuzun ADI yok!

Yazının Giriş Tarihi: 04.03.2012 07:16
Yazının Güncellenme Tarihi: 04.03.2012 07:16

Konuşulan konu daha çok Oscar törenini organize eden Akademi üyelerinin adaletsiz ödül tercihleriydi.

Bu törenin hemen akabinde, ertesi gün, yani yaklaşık bir hafta önce de ülkemizde bir başka adaletsizliği düzeltme iddiasıyla bir seçim yapıldı ve Türk futbolunun başına, nasıl ortaya çıktığı herkesin malumu, kaosun göbeğindeki birini TFF başkanı olarak göreve getirme cüretini gösterdiler.

Sinema, basketbol ve futbol...

Popüler kültürümüzün olmazsa olmazlarından futbol bizi daha derinden etkiliyor. Ulusal takımımız yeni yapılanmada Abdullah Avcı yönetiminde ilk özel sınavında Slovakya'ya Bursa Atatürk Stadı'nda yenilince, hem Bursa o masumane sihrini(!) yitirdi, hem de futbolumuzun üzerine çöreklendirilen karabulutların pek de kolay dağılmayacağını gösterdi.

Real Madrid'in ukala teknik patronu Mourinho'nun maksadını aşan ve gereği yokken kendi takımıyla Türk Milli Takımını, "biz onlardan daha iyiyiz!" gibi bir açıklama yapması, Türk futbolunun düştüğü yerin neresi olduğunu göstermesi açısından önemliydi.

TFF'nin yeni başkanı Yıldırım Demirören bu konuda ne düşünür, bu pislikten ülke futbolunu nasıl çıkartır bilinmez ama ortada duran gerçek çok acı ve daha beteri yok gibi!
***
Geçen hafta verilen ve dünya sinemasının yakından izlediği Oscar törenlerinde ise ödül dağılımındaki adaletsizlik bir yana, organizasyonun kötülüğü de, sinema sektörünün geldiği noktayı düşündürttü herkese.

Birçok ödül gibi büyük ödülün The Artist filmine verilmesinin mana ve ehemmiyetini idrak edebilmiş değilim. Gerçekten de Akademi üyelerinin sinema bilgisinden ciddi ciddi endişe duydum(!) Acaba Amerikan sinema endüstrisini yaratan o isimler hakikaten sinemadan anlamıyor olabilirler mi, yoksa işin içinde başka işler mi var?

Daha önce The Artist'i izlemiştim. Oscar töreninden sonra gidip bir de Hugo'yu izleyince, Akademi üyeleri hakkında, kafamdaki soru işaretleri daha da arttı.

Hugo muhteşem bir film, baş yapıt, tek kelimeyle bir sinema şöleni... 3 Boyutlu olmasının dışında sinema tarihini öyle etkili bir bakış açısıyla anlatıyor ki, izleyeni alıp zaman yolculuğu yaşatıyor. Sir unvanlı gerçek aktör Ben Kingsley'in performansına da söyleyecek söz bulamıyorum. Adı sanı duyulmamış genç oyuncuları yönetmek de Martin Scorsese gibi bir ustanın mahareti olsa gerek.

Ve bu performansların hiç biri Akademi üyelerinin ilgisini çekmemiş, öyle ki Hugo filmi o Akademi üyelerinin varoluş nedeni sinemanın sanat olmasına vesile olan Georges Méliès'yi, sinema makinesinin mucitleri Lumiére Kardeşler'i anlatmasına karşın, The Artist'e ödüller yağdırmalarına makul ve mantıklı bir açıklama bulamadım.

Törende büyük çikolatayı The Artsit alırken, Hugo'ya da teknik oscarlar layık görüldü.

Ve anlaşıldı ki sinema dili, sanat, estetik, kalite Akademi üyelerinin hiçbirinin umurunda bile değilmiş.

Bu tür yarışmalarda jürilerin tercihi her zaman tartışılmıştır da kaliteli ve bu kadar etkili bir yapım bu denli hakkı yenmemişti diye düşünüyorum

Sırf, Hollywood tarihine bir selam niteliği taşıyan vasat bir filmi baş tacı ettiler ya, bundan sonra ne yaparsalar yapsınlar gerçek sinemaseverleri ikna edemezler.

Sam amcanın vahşi samimiyetsizliği ruhlarına öyle işlemiş ki... 

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.