SON DAKİKA
Hava Durumu

Başbakanın biri Bursa'ya gelirse...

Yazının Giriş Tarihi: 08.11.2014 05:52
Yazının Güncellenme Tarihi: 08.11.2014 05:52

Geleceği yaklaşık 10 gündür biliniyordu, zira kentin dört bir yanına afiş ve posterleri asılmış, o da yetmediği gibi, gösteri yapmaya hazırlanan sirklerin tanıtımı gibi minibüslerle ana caddeleri turlayan cazgırlar bangır bangır anons etmişti yapacağı icraatları.

"İktidar olan bir partinin başbakanı için böyle bir yaygaraya ihtiyaç var mıydı?" diye soranlara, "Evet, vardı; onlar ne kadar çok bağırırsalar, seslerinin o kadar çok duyulacağına inanıyorlar ve bu uğurda yaptıkları her eylem, her girişim mubahtı!"

Yeni Türkiye'nin yepis yeni gıcır gıcır başbakanı Ahmet Davutoğlu Bursa'mızı onurlandırdı. Onurlandırmak ne kelime, adeta ayağa kaldırdı ve "illallah" dedirtti.

Trafik allak bullak oldu. Adım başı polis, çiçeği burnunda başbakanımızı kendi halkından ve hatta ki hatta AKP kalesi, Bursalı seçmeninden korudu, demek mübalâğa olmaz!

Olağanüstü polis koruma ordusunu gören iki vatandaşımızın konuşmalarına kulak misafiri oldum:

-Bunlar acaba ne günah, ne suç işledi de halkından bu kadar korkuyorlar ki, böylesine polisleri yollara dizmişler.

-Kimi kimden koruyorlar?

-Yazık bu polislere, yazık Türk polisine, halkı korumaları gerekirken, siyasetçileri halktan koruyorlar!

Neyse, Allah'tan Cumhurbaşbakanımız gelmedi de şimdilik sadece başbakan ile atlattık durumu(!) Ya bir de o gelseydi, yaşanacak kargaşanın ebatlarını tasavvur bile etmek istemiyorum.

Tabi bunlar benim dışarıdan gözlemlediklerim. Bir de işin medya ayağı var ki, onu da ÇGD Bursa Şubesi'nin yaptığı açıklamadan öğreniyoruz: Meğerse Bursalı meslektaşlarımın başına neler gelmiş neler: İşte ÇGD Bursa Şubesi'nden yapılan "Bursa basınından özür dileyin!" başlıklı duyuru:

Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun, dün gerçekleştirdiği Bursa programı tam anlamıyla bir güvenlik terörüne sahne olmuştur. Başbakan'ın konuştuğu miting alanının çevresi demir bariyerlerle kapatılmış, Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi'nin kapıları kilitlenmiş, AKP'nin üst düzey yöneticilerine bile kimlik kontrolü yapılmıştır. Gazetecilere yapılan muamelenin ise bugüne kadar eşi, benzeri görülmemiştir. Gazeteciler, eni yarım metre olan ve dar bir kafesi andıran demir parmaklıklara hapsedilmiştir. Buna itiraz eden gazeteciler, Başbakanlık korumaları tarafından hakarete varan sözler işitmiştir. Ayrıca Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi'nin kapıları, sabaha kadar kilitli tutulmuştur.

Başbakan'ın bir gece önce terk ettiği bir mekanın kapılarını kilitli tutacak kadar, akıl dışı bir güvenlik tedbiri alınmıştır. Rezaletin ikinci perdesi Başbakan Davutoğlu'nun Çelik Palas Oteli'nde gerçekleştirdiği toplantıda sahnelenmiştir. Başbakan'ın programında olmasına rağmen, oteldeki toplantı, önce basına kapatılmış, ardından otel görevlileri muhabirleri aşağılayıcı bir tutum içine girmiştir. Otelde, Başbakan'ı izleyen muhabirlere önce yemek servisi yapılmış, çok kısa süre sonra "Basına yemek yokmuş" diyen garsonlar, muhabirlerin önünden yemek tabaklarını alarak bir başka skandala imza atmıştır. Otelde, muhabirlere çay ve su bile verilmemiş, su isteyen meslektaşlarımıza, "Sizin rütbeniz yok, size su parayla" diyen otel görevlileri, gazetecileri aşağılama yoluna gitmiştir.

Yine aynı akşam Başbakan Davutoğlu'nun Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi'nde katıldığı "Ekonomiye Değer Katanlar Ödül Töreni" basına kapatılmış ve davetli gazeteciler bile, kapıdan döndürülmüştür. Başbakan, ödül töreninden ayrıldıktan sonra bile, iş adamlarından görüş almak isteyen muhabirler içeri alınmamış, Başbakanlık korumaları tarafından buradan kovulmuştur. Ayrıca ödül gecesine gazeteci alınmamasına rağmen, BTSO yetkilileri, mesleğimizle ilgisi olmayan kişilere kapılarını açmıştır. Bu durumda, gerçek gazeteciler geceyi takip edemezken, BTSO yetkililerinin davetiyle, meslek dışı kişiler, gazeteci sıfatıyla içeriye alınmıştır. Gecenin finalindeyse aynı tutum sürmüştür. AKP İl Başkanlığı'nda Davutoğlu'nu takip eden muhabirler, Başbakanlık korumaları tarafından buradan da kovulmuş ve "Defolun gidin" denilerek hakarete maruz bırakılmıştır.

Tüm bunlar olurken, AKP'nin yetkilileri olaylara seyirci kalmış, yerel yönetimler ve resmi makamlar üç maymunu oynamıştır. Ayrıca Basın Yayın ve Enformasyon İl Müdürü Kadir Akarkaya, yeni bir akreditasyon skandalına imza atarak, gazetecilik mesleğiyle ilgisi olmayan kişilere basın akreditasyon kartları dağıtmıştır. Tüm bunlar, sadece bir günde yaşanmıştır. Çağdaş Gazeteciler Derneği Bursa Şube Yönetimi olarak, Türk basın tarihine kara bir leke olarak geçen olaylar zincirinin sorumlularını kınıyor, iktidar temsilcilerini, resmi makamları, Basın Yayın ve Enformasyon İl Müdürü Kadir Akarkaya, BTSO ve Çelik Palas yetkililerini, Bursa basınından özür dilemeye çağırıyoruz.

Çağdaş Gazeteciler Derneği Bursa Şube Yönetimi

***

Manisa'nın Soma ilçesini, kurban verdiği 301 madenci ile tanıdı tüm Türkiye. Fakat dün sabah Soma yine gündeme oturdu ve Yırca Köyü'nde yaşanan bir başka katliam ile yüreğimizi sızlattı. Termik santrali yapılacağı iddiasıyla yıllardır süren köylülerin haklı direnişi 6 bin zeytin ağacının katledilmesine engel olmadı.

Bir değil, beş değil, yüz değil. Tam 6 bin zeytin ağacı. Termik santralini yapacak şirketin özel korumaları (ki onlar da TC vatandaşı ve gariban ailelerin çocukları) Zeytinliklerine sahip çıkmaktan gayri gailesi olmayan masum köylülere saldırıyor...

E bu köylüler uzaylı değil, bizim insanımız, bizim köylümüz. Özel güvenlikçiler patronlarından aldıkları "hücum" emriyle gariban köylüye saldırıyor ve ülkemizin emniyet ve asayişi, kamu düzenini sağlamakla yükümlü askeri kolluk kuvveti, Türkiye Cumhuriyeti jandarması yaşananları seyrediyor!

İşte Yeni Türkiye böyle bir şey...
Köylü mazlum...
İşçi mazlum...
Memur mazlum...
Öğrenci mazlum...

Peki zalim kim arkadaş, şu zalimi bir türlü öğrenemedik ve anlayamadık, bu kadar mazlum ve ahı ortada dolanırken, ilahi adalet ne zaman tecelli edecek, sabırsızlıkla bekliyoruz.

***

Soma'da yaşanan maden faciasının ardından, Ermenek'te de benzer acılar içimizi yaktı...

Diri diri gömüldükleri mezar ocaklarından 10 gündür çıkarılmayı bekleyen garibanlardan sadece ikisine ulaşılabildi, geriye 16 mazlum ve ciğeri yanık aileleri kaldı.. Ölen öldü de esas film kalanlar için şimdi başlıyor.

Bu son değil; evet ilk de değil...

Bütün mesele çağdaş ülkelerdeki koşulların bu ülke insanı için de sağlanması.

Bu insanlar AKP'ye bunun için oy verdi, güvendi ve 12 yıl önce iktidara taşıdı. Bu güven fos çıktı...

Bu güveni iktidar suiistimal etti ve etmeye de deva ediyor, bakalım nereye kadar...
Zira mazlumların ahı çok birikti, çoook...

***

İnsan kaçakçılığı...

Modern çağların en büyük suçlarından biri...

Modern çağların en büyük trajedisi ve vahşi kapitalizmin ürünü...

Bu insanlar vatanlarını, yurtlarını neden terk ediyorlar?

Neden; çünkü ülkelerinde savaş var, yokluk var, zulüm var, ülkelerinde insanlık ölmüş!

Bunu bizzat görmüş, onların içine girerek, onlar gibi yaşamış belgeselini ve kitabını yazmış biri olarak söylüyorum:

İnsan ticaretini önlemenin tek yolu, bu savaşların sorumlusu olan ülkelerin, mülteci kabul etmesidir. Ülkelerinden kaçmaya çalışan insanlara kapılarını resmi olarak açmadıkları sürece, İstanbul boğazında geçen hafta yaşanan, önceki yollarda Ege'de Akdeniz'de, İtalya'da, Yunanistan'da yaşananlara göz yaşı dökmeye devam ederiz!
Batı, ya bu ülkelerden elini ayağını çekecek, ya da kaçanlara kucak açıp, bu büyük trajediye dur diyecek!

Başka çaresi yok !

twitter.com/inSanatDernegi

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.