SON DAKİKA
Hava Durumu

Türkiye'yi nasıl bir gelecek bekliyor?

Yazının Giriş Tarihi: 30.07.2014 05:04
Yazının Güncellenme Tarihi: 30.07.2014 05:04

Uzun yazıların okuyucuları sıktığını, kısa yazmanın makbul olduğunu biliyorum; ama bu kulunuzun uzun kelamına eğer bayram rahatlığıyla tahammül gösterirseniz müsaadenizle yorumlarımı, analizlerimi sizinle paylaşmak isterim.

1.

Öncelikle şunu herkes görmeli ve bilmeli, Türkiye 31 Mayıs 2013'ten sonra eski Türkiye değil. Türkiye 3 Kasım 2002'den başlayıp bugüne kadar süregelen AK Parti iktidarları döneminde 3 farklı dönem yaşadı. 3 Kasım 2002 - 22 Temmuz 2007 arası; 22 Temmuz 2007-12 Eylül 2010 arası ve 12 Eylül 2010-31 Mayıs 2013 arası. Halen AK Parti iktidarının dördüncü dönemindeyiz ve bunun hangi vukuatla sona ereceğini ve bu sona ermenin devamında yine yeniden bir AK Parti dönemine mi devam edeceğiz yoksa yeni bir döneme mi başlayacağız belli değil.

Ama bu üç ve devamındaki dördüncü dönemin kendine özgü karakteristik özellikleri var elbette. Birinci dönemde askeri vesayetin güçlü ve etkili olduğu bir dönemdi ve AK Parti'yi iktidara taşıyan güçlü bir toplumsal koalisyon meşruiyet rüzgarı yakalamış ve yükseliyordu. 2007'de bir kırılma noktası yaşandı ve asker-sivil bürokrasi yüzde 35'lerdeki AK Parti tabanının yüzde 40'ların üzerine tırmanmasına zemin hazırladı. AK Parti'nin ilk dönemindeki siyasi programı ve geniş toplumsal kesimlere demokrasi, özgürlük ve refah vaadi geniş bir meşruiyet zemini yarattı. 2007 ve 2010 arasında bu geniş toplumsal kesim başta Anayasa olmak üzere bu büyük vaadin gerçekleşmesini bekledi. Ancak 2010 Anayasa oylaması ve değişikliğinden sonra Erdoğan'ın şahsında AK Parti'nin gündemi ve programı değişti. 2010-2013 arası tereddütler, küçük krizler, gerilimlerle geçti. Bu dönem AK Parti'nin 2007 öncesi toplumun bütününe vaat ettiği özgürlük, çoğulculuk ve demokrasi yerine, çekirdek tabanına dayanan dar bir siyasi programa çekilince 31 Mayıs 2013 patlamasının zemini de oluştu.

31 Mayıs-15 Haziran 2013 arasında yaşananlar Erdoğan döneminin sonunun başlangıcı oldu. Bu üç yıllık dönem içerisinde gerileyen askeri vesayet yerine sivil, çoğulcu demokrasiyi inşaa etmek yerine, Erdoğan ve ekibi 2002 öncesi siyasi gündem ve programına dönünce dananın kuyruğu koptu. Gezi protestoları, Erdoğan'ın o üç yılda terk ettiği özgürlük, çoğulculuk ve demokrasi ihtiyacına, Erdoğan ve partisine rağmen toplumun sahip çıktığını, gerekirse bunu kendi elleriyle kurabileceğini gösterdi. İşte bu fotoğraf ve gerçeklik Türkiye'de yalnızca Erdoğan değil, o güne kadar klasik Türk devlet aklını ve iktidarını kuran her kesim ve çevreyi sarstı.

Bir gün 31 Mayıs 2013 tarihi Türk demokrasi tarihinde ve okullarında büyük bir kilometre taşı olarak okutulacak. Erdoğan ve ekibi 31 Mayıs'tan itibaren dirense de ve kendi otoriter rejimini kurmaya çalışsa da bir özgürlük, çoğulculuk ve demokrasi fikri, duygusu toplumsal vicdana ve eylemlerine düştü bir kere.

Şimdi dördüncü dönemdeyiz ya da evredeyiz diyebiliriz. Tüm iç karartıcı Erdoğan politikaları ve eylemlerine karşın Türkiye toplumu badireli bir merhalede kendi sivil demokrasisini inşaa ediyor. Cumhurbaşkanlığı ve 2015 genel seçimlerine doğru Türkiye toplumu yeni ittifaklar, yeni arayışlarla 31 Mayıs 2013'te başlayan sivil demokrasi arayışını ve inşaasını sürdürüyor. Toplumumuzun farklı kesimlerinde yaşanan karamsarlığa rağmen bu demokrasi inşaası geri çevrilemez biçimde sürüyor. Bu noktaya yazının sonunda biraz daha ayrıntısıyla değineceğiz.

2.

AK Parti, freni patlamış kamyon gibi bayır aşağı gidiyor ve giderken Erdoğan'ın sahsında simgeleşen ve önleyemediği meşruiyet kaybıyla hangi duvara çarpıp duracağı kestirilemiyor. İktidar olmak, bürokrasiye hakim olmak bugün artık tek başına yetmiyor. 4-5 yılda yapılan seçimler istikrarlı bir yönetim, toplumsal barış ve huzur içerisinde bir yönetim ihtiyacı için artık yeterli değil. Seçimler ve oy sandığından çıkan rakamlar yönetim için bir "rıza" göstergesi olsa da, yurttaşların her an söz ve kararlarıyla gündeme katılım gösterme imkanının neredeyse sınırsız olduğu dijital çağda "rıza"yı düzenli üretmeniz kaçınılmaz bir durum. Sandıktan yönetim izni için çoğunluk çıkarsanız da, toplumsal farklılıklar, farklı inanç grupları, etnik çeşitlilikler, farklı ekonomik ve sosyal tabakalar söz ve eylemleriyle katılım gösterdikleri gündelik yaşam içerisinde kendi söz ve talepleriyle iktidar üzerinde sürekli baskı oluşturuyor. Toplumun genelini kuşatıcı bir "rıza" üretecek yönetim anlayışından uzaklaştıkça, yani salt size yetki veren çoğunluğun (bu yüzde 50'nin altı da olabilir) rıza sınırlarında kalırsanız gerilim, çatışma ve istikrarsızlığı da çağırmanız bir ihtimal değil kaçınılmaz bir durum oluyor. Bu gerilimi giderecek bir esneklik ve yumuşama yerine karşı toplumsal kesimlere yönelik daha da sertleştikçe, hukuksal, siyasal, sosyal ve kültürel yönetim kapasitesi sürekli geriliyor. 17-25 Aralık 2013 yolsuzluk operasyonlarıyla birlikte AK Parti kendi toplamsal tabanı içerisinde dahi "rıza" üretmekte zorlanıyor.

3.

2010'a kadar AK Parti Türkiye geneline bir demokrasi vaadi ve söylemiyle hareket ederken, 31 Mayıs 2013'ten itibaren herkes için değil ama kendisine çoğunluk sağlayacak bir toplumsal taban için ve o kesimi mobilize edecek bir söylem ve eylemle hareket ediyor. Türkiye'nin demografik yapısı, eğitim düzeyi, gelir dağılımındaki adaletsizlik gibi gerçekler  Erdoğan'ın şimdilik böyle bir toplumsal tabanı oluşturmasına ve ayakta tutmasına imkan veriyor.

12 yıl boyunca başta Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, TOKİ, belediyelerin sosyal işler daireleri ve belli ölçüde Sağlık Bakanlığı kanalıyla yürütülen politika ve programlarla toplumun en yoksul ve yoksun kesimlerini yardımlar üzerinden bağımlı hale getirerek, güncel politik durum ve gerçekler ne olursa olsun bu geniş kitleleri duygusal ve zihinsel olarak esir almış gibi görünüyor. Bugün bu geniş kitlelerdeki duygusal refleks, kahvehane tartışmalarında tansiyonu yükselince "Çalışmışsa çalmış, ne olmuş" söyleriyle sona eriyor.

On yıllar boyunca hiçbir iktidar tarafından anımsanmamış, görülmemiş bu kesimlerin iktidara bağlılığını bu çıkar, ihtiyaç bağımlılığı üzerinden anlamalıyız. Burada bir cahillikten ziyade, Erdoğan giderse bir daha o yardımları alma ihtimalinin olmadığını ve hayata başkaca şekilde tutunma imkanının kalmayacağını düşünen/hisseden, geçmişte bunu yaşamış bu insanları görmek gerekiyor. Yolsuzluk emareleri daha çok belirse ve görünür olsa da gündelik yaşam içerisinde Erdoğan'ı mantığa bürümeye çalışan bu insanlar nihai aşamada "Çalmışsa çalmış ne var" diyerek kestirip atmalarıyla tartışmayı bitiyor. Hayatın dibinde dolaşırken, Erdoğan'ın sosyal yardımlarıyla yaşam ışıklarını keşfeden bu kesimlerin bugün neden tutkuyla Erdoğan'a bağlılık gösterdiklerini kavramak için onları aşağılamakla değil, hangi dipte yaşadıklarını net biçimde görerek başlamalıyız. Bu kavrama arttıkça, Erdoğan bağlılığının genetik kodlarının baskın bir dindarlık/muhafazakarlıktan ziyade ekonomik olarak yaşama tutunma güdüsü olduğu anlaşılacak. Ak Parti öncesi, on yıllarca yolsuzluklar yapılırken ahlaki olarak yüzlerine dönülüp bakılmamış milyonlara bugün ahlaki davranmamakla suçlayıp tarihsel bir misyon yüklemek hayatın doğal akışına aykırı.

Ne var ki oylarıyla sisteme katılsalar ve etkileseler de toplumların, ülkelerin geleceğini toplumun bu en alt kesimleri belirlemiyor. Toplumların geleceğini entelektüel bilgi, fikir ve eylem üretme kapasitesi olan kesimler belirliyor. Toplumun en yoksul ve alt kesimleri ise böyle bir bilgi ve eylem üretme kapasitesi yok. Yalnızca tereddütsüz bağlılık gösterdikleri liderin varlığı ve O'na sarılarak bir eylem üretme kapasiteleriyle sınırlı kalıyorlar.

Erdoğan ve AK Parti, toplumun en mağdur kesimlerini arkasına yığmayı başarırken, 31 Mayıs'tan sonra, O'na güçlü bir rıza üretmelerini sağlayan toplumun entelektüel kesimlerinin ise desteğini ve haliyle meşruiyet zeminini kaybetti. Oysa O'nu güçlü kılan arkasındaki sayısal yığınlar değil, toplumun entelektüel kesimlerini de kapsayacak genişlikteki bir toplumsal yapıydı. Savunma pozisyonunda Erdoğan'ın geldiği nokta sandıktan elde ettiği ve yukarda aktardığımız toplumsal kesimin sağladığı istatistiki sandık sonuçları, rakamlardan ibaret. Erdoğan'ın neredeyse birebir yönetir, yayın yönetmenliğini yapar hale geldiği AK Parti medyası da bu gerçekliği değiştiremiyor, değiştiremez. Toplumun geniş kesimleriyle meşru fikir ve duygusal bağ kopunca her geçen gün geriye organik çıkar bağlarından ibaret çevre ve kesimlerden başka bir şey kalmıyor.

Erdoğan ve kadroları, meşruiyet için tek kaynağı sandıktan çıkacak oylara odaklanmayı yeterli görünce bu kesimleri harekete geçirecek söylem ve ekonomik programa daha fazla odaklanıyor. Geniş bir meşruiyet alanı kaybetse de iktidarı elde tutmasına imkan verecek sayısal çoğunluk için toplumun bu kesimlerine yardımları ve dağıtımları sürdürürken, son olarak Arınç'ın sergilediği gibi "kahkaha atan kadınlar" örneğindeki gibi muhafazakar toplumsal kesimi duygusal olarak da mobilize ederek meşruiyet alanından kaybettiği boşluğu kültürel değerleri harekete geçirerek kapatmaya çalışıyor.

AK Parti'nin terk ettiği ve giderek de önemsemediği toplumun diğer kesimlerinin eleştirilerini harekete geçirterek bu muhafazakar kitleyi kendisine doğru çekiyor ve çelikleştiriyor. Oysa AK Parti'nin meşruiyet zemini zayıfladıkça toplumsal kesimler arasındaki bu gerilim, tansiyon artıyor. Çünkü iktidar için kendi zeminini çelikleştirme ihtiyacı arttıkça, diğer kesimler de kendi içinde çelikleşiyor, toplumsal kesimler arasındaki mesafe daha da açılıyor ve gerilim alanları çoğalıyor.

4.

Orta ve uzun vadede Erdoğan ve ekibinin kaybetmesi ise kaçınılmaz. Keza, belli bir toplumsal tabanı sandık vasıtasıyla harekete geçirerek arkasına dizse de, kendisine destek veren bu kitlenin elde ettiği çıkarlar dışında başkaca bir entelektüel kapasitesinin olmaması ve "çalmışsa çalmış ne var" söyleminden başka diyecek bir şeyinin olmaması, Erdoğan'ın yönetme kapasitesini ayakta tutmasına yetmiyor, yetmeyecek. Büyüyen bu meşruiyetsiz alan bugün örneklerini çokça görmeye başladığımız gibi ekonomi, hukuk, sosyal, kültürel alanda gizli, açık, yalnızca Erdoğan'ın acil ihtiyaçlarına bağlı gayrimeşru uygulamaları da hayata geçirmesine ve topluma boca etmesine yöneltiyor.

Erdoğan'ın siyasal ve adalet alanında yarattığı hukuksuz, haksız uygulamalar, ekonomi alanında çevresine kurduğu rant mekanizması alenileştikçe hızla kurucu, genişlemeci bir siyasal alandan, savunmacı, daralan bir siyasal alana kayıyor. Son olarak Dengir Mir Mehmet Fırat örneğindeki gibi AK Parti geniş kesimlere seslenen ve meşruiyet yaratan kadrolardan, Yiğit Bulut çizgisine kaydıkça daha çok akıl ve meşruiyet yerine daha fazla komplo teorilerine sarılıyor. Bu kendi asabiyesini artırdığı gibi, kendisine oy çokluğu sağlayan kitlenin de asabiyesini artırarak köyünde, mahallesinde Erdoğan'ı eleştiren insanlara karşı keskinleştiriyor ve taraftarlarını daha açık şekilde usulsüzlükleri, yolsuzlukları savunur hale getiriyor. Aynı zamanda toplumsal çözülmeye de yol açan bu durumun orta ve uzun vadede toplumsal olarak sürdürülemez bir durum olduğunu anlamak için kahin olmaya gerek yok.

Yolsuzlukların, adaletsizliğin, haksızlığın alenileşmesi, bunun arsız biçimde savunulur hale gelmesinin yaratacağı yıkıcılığın sürdürülemez olduğu açık. Sürdürülemezlik ortaya çıktıkça, basınç arttıkça, siyasal seçenekler ve rakiplere karşı sıfat kullanma, saldırganlaşma oranı artıyor. "Saksı, monşer, satılmış, hain, alçak" gibi onlarca sıfat bu sürdürülemezlik halinin huzursuz ruha ve dile yansımış halini oluşturuyor. Sıfatlarla saflanan toplumsal kesimlerin düşmanlaşması, bu düşmanlığın sürükleyeceği gündelik çatışma alanlarının genişlemesi hayatın realitesi olarak yakın gelecekte bizleri bekliyor.

5.

İki hafta sonra Cumhurbaşkanlığı seçimi var. Sonra sırada belki 3 ay sonra belki 10 ay sonra genel seçim. Senaryolar muhtelif. En güçlü senaryoya göre Erdoğan'ın Köşk'e seçilmesi muhtemel. Genel seçim süreci ise tarafların her biri açısından tam bir muamma. Türkiye'yi çevrelen, Suriye, Irak, İsrail-Filistin krizlerinin yarattığı durumu ve iktidarın politikalarıyla bu sorunların Türkiye iç siyasetine yansıyan basıncına da bakınca bu muamma alanının epey genişlediğini görüyoruz.

Peki bu muamma alanından ne çıkacak?

Ak Parti'nin ilk ve ikinci dönemi yükseliş dönemiyken, üçüncü dönemi (2010-2013) duraklama dönemine karşılık geliyor. 2013 sonrası ve içinde bulunduğumuz dönem ise gerileme ve çözülüş dönemine karşılık geliyor. Her dönemin temel unsuru ve oyuncusu olan Erdoğan'ın 31 Mayıs sonrası artık bu süreci tersine çevirmesi imkansız. Gerileyiş döneminde bir parti olmaktan ziyade geniş bir menfaat organizasyonuna dönüşen AK Parti'nin, geniş toplumsal kesimlerin ihtiyaçlarına karşılayacak bir siyasal harekete(partiye) alanı boşalttığı apaçık ortada. Erdoğan'ın şahsıyla harekete geçirip, kenetlediği arkasındaki geniş kitleler yükselen bu ihtiyacı henüz yeterli ölçüde görünür kılmasa da, bu ihtiyacın varlığı Erdoğan'a oy veren kitlelerin önemli kesiminin ruh ve zihnine de bir tohum olarak düşmüş vaziyette.

Erdoğan ne kadar oyunun denklemini "eski Türkiye-yeni Türkiye" denklemi üzerinde kursa da, kendi mevcudiyeti ve hareket alanının söyleminin tam aksine eski Türkiye'nin bir temsili olduğu gerçeği ortaya çıkıyor. Erdoğan, kısa bir süre daha Gülen cemaatiyle giriştiği güç mücadelesi üzerinden gündemi mobilize etse de, ne olursa olsun kaybetmemek üzerine kurduğu otoriter eğilimler ve yeni oyun alanı, temsil ettiği pozisyonun yeni Türkiye'ye değil eski Türkiye'ye ait olduğu daha fazla topluma ispat ediyor. Erdoğan'ın, bir vesayeti sona erdirip, yerine kendi vesayetini kurmasının her vesayet uygulamasında olduğu gibi topluma özgürlük ve demokrasi getirmediğini toplum bizzat yaşayarak öğreniyor. Bu nedenle eski-yeni Türkiye sözleri laf-ı güzaf'tan öte anlam taşımıyor.

6.

Peki, yeni Türkiye nasıl kurulacak?

Erdoğan ister Köşk'e çıksın ister çıkmasın; Türkiye 10-24 Ağustos'tan sonra yeni bir döneme girecek. Belki ülke/toplum olarak biraz daha dibe doğru ivme kazanacağımız bu dönem yeni bir sivil demokrasi inşaa alanını da hızlandıracak. Erdoğan'ın elinde taşıdığı bagajlar bundan sonra nereye giderse gitsin onun elini kolunu bağlayacak. Ayakta kalmak için daha fazla otoriterizme, daha fazla baskıya, daha fazla hukuksuzluğa ihtiyaç duyacak olan Erdoğan, arkasına yığdığı oy veren kitlenin motivasyonuna rağmen siyaseten her geçen gün "tükenmişlik sendromuna" sürüklenecek. Erdoğan'ın ya Köşk'e çıkarak ya da Köşk'ü kaybederek oluşturacağı fiili yeni siyasal durum, Erdoğan'ın temsil etmekte ve taşımakta zorlanacağı geniş bir siyasal boşluk alanını daha fazla görünür hale getirecek. Türkiye'yi çevreleyen ve kendi derdine düşmüş olan Erdoğan'ın çözme kapasitesini kaybettiği ulusal, uluslararası ekonomik, sosyal, hukuksal, siyasal sorunlar bu siyasal boşluk alanının doldurulması ihtiyacını daha da artıracak.

Muhtemelen 2015'ten itibaren Erdoğan'ın varlığı ve pozisyonu O'nun arkasında duran ve "Aman giderse kriz çıkar, elimizdekileri de kaybederiz" pozisyonundaki kitleyi de mesafeli hale getirecek. Keza Ağustos.2014 itibariyle Köşk düzeyinde mevcut pozisyonu değişecek olan Erdoğan'ın siyaseten varlığı ve geleceği bir krizin, elde avuçtakinin kaybedilme olasılığının simgesi haline dönüşecek.

İşte, AK Parti iktidarının gerileme sürecinin çözülme ve dağılmaya dönüşme aşamasının da 2015'ten itibaren başlama ihtimali yükselecek. Bunu hızlandıracak olan en önemli etken de yeni siyasal boşluğu dolduracak yeni olası "sivil demokratik koalisyon" olacak.

12 Eylül rejiminden çıkma olasılığını da güçlendirecek olan bu yeni "koalisyon" hareketi ne 1980 darbesinden sonra ANAP ile Özal'ın kurduğu koalisyona, ne de 2001 kriziyle doğuşu hızlanan AK Parti koalisyonuna benzeyecek. TÜSİAD'ın temsil ettiği İstanbul sermayesinden, MÜSİAD ve TUSKON'un temsil ettiği Anadolu sermayesine kadar genişleyen ekonomik sermaye tabanı ve yeni sınıflar daha yönetilebilir bu siyasal sistemi ve hukuk düzenini güçlü biçimde talep edilir hale getirecek. Sermayenin elde edilmesine değil ama o güne kadar elde edilmiş sermayenin korunması için ihtiyaç duyulacak güvenceli hukuk düzeni ve şeffaf ekonomik işleyiş düzeni AK Parti'nin kendi elleriyle yarattığı Anadolu sermayesinin de eşref saatine göre esip gürleyen bir lider ve siyasal hareketten ziyade, daha kapsayıcı ve çatışmaları giderici bir lider ve siyasal harekete talebini artıracak.

Toplumsal kesimler, dijital çağın yarattığı imkanlarla, sınırların geçişkenleştiği, ticaretin, insanların, mal ve hizmetlerin hareketinin arttığı, uluslararalaştığı bir süreçte, içe kapanan, komplo teori ve söylemleriyle dünyayla bağlarını koparmaya meyletmiş, marjinalleşmeye başlamış bir lider hareketi taşınamayacak hale gelecek. Hele hele şahsıyla özdeşleşmiş sorunların toplumun genelini etkiler, ekonomik ve sosyal düzeni altüste edecek derecede zorlayarak genişlemesine tahammül edemeyecek.

Türban gibi inanç alanına ait kazanımlar da dahil olmak üzere geriye dönüş imkanı olmayacak yeni toplumsal uzlaşmalarla farklı taban ve kökenden gelen kesimler 2015'ten itibaren yeni koalisyon için birleşmeye başlayacak. Erdoğan'ın kendisi üzerinde basınç olmaktan çıkarmaya çalıştığı ve silahsızlandırma uğraşı verdiği Kürt hareketi de, Erdoğan'ın bir manivelası olmaktan çıkarak yeni toplumsal uzlaşmanın bir parçası haline gelecek ve aleyhinde işleyecek. Herkese yaşam alanı açacak olan yeni özgürlük, çoğulculuk ve demokratik sivil koalisyon uzlaşması köken olarak o güne kadar çatışmanın tarafları olarak gözüken farklı toplumsal kesimleri adalet ve eşitlikle beslenecek yeni ekonomik düzen vaadinin teşvikiyle bir araya getirecek.

Özellikle Kürt hareketinin ve toplum kesimlerinin bu yeni sivil koalisyona katılımının güçlenerek sürmesi için tek bir şeye ihtiyaç duyulacak, o da bir daha asla silaha geri dönülmemesi. Selahattin Demirtaş'ın şahsında Cumhurbaşkanlığı seçim süreci 2015 sonrası için Türkiye genelinde sarsıcı bir toplumsal etki ve genişleme alanı çoktan yarattı bile. Bugün birçok batı taşra kasabasında oy vermese bile insanlardan Demirtaş'a yönelik sempati dolu sözler duyabilirsiniz.

Bu yeni dönemin sivil koalisyonunu daha fazla şeffaflaşma, daha fazla özgürlük, daha fazla hukuk, adalet, eşitlik gibi talepler belirleyecek. Bu koalisyonun içerisine herkesin şaşkınlık yaşayacağı, ama toplumun değer verdiği, itibar gösterdiği kişiler, kadrolar katılacak. Yüksek bir siyasal programdan ziyade sade, basit ama toplumun temel ihtiyaçlarını belirleyecek, yaşamına dokunacak şeffaflık, eşitlik, adalet, hukuk gibi kavramlar tek başına yeterli ve büyük birer siyasal program görevi görecek. Ne sosyalist bir geçmiş ve kimlik, ne siyasal İslam'a bağlı bir geçmiş ve kimlik ne de başkaca bir geçmişe ve kimliğe sahip olmak önem arz edecek. Ama herkesin varlığına ve gelişimine hak ve imkan tanıyacak yeni bir Türkiye özlemi, Erdoğan'ın kurmaya çalıştığı son vesayetin tabutuna çivileri çakacak. Bu yeni kuruluş sürecinin temel aktörleri, toplum adına bu yüksek idealleri vaat eden bir kadro hareketi değil ama bizzat toplumun ve onun gerçek temsilcilerinin yer aldığı geniş bir kitlesel temsiliyeti olan sahici kadrolar olacak. İşte bu koalisyonu Özal'ın, AK Parti'nin koalisyonundan ayıran en önemli özellik bu olacak.

Buna bağlı olarak bu yeni sivil koalisyon döneminin en büyük farkı, siyasetin üreticisi ve katılımcısı olarak her bir ferde eşit düzeyde sağlanacak bir organizasyon yapısı olacak. İşte bu süreçte bir kez daha Gezi ruhunu anımsıyor ve yaşıyor olacağız.

Bu yeni "sivil koalisyon" dönemi, farklı toplumsal kesimlerin hiçbir şeyi eski kavram ve eylemlerle sürdüremeyeceklerini anlayacakları, ama eskiyi de tam anlamıyla terk etmeyecekleri, eskinin deneyimleriyle yeni siyasi inşaa alanına özgürlük ve çoğulculuğu kabullenerek yeni bir başlangıca yönelecekleri dönem olacak. İşte bu andan itibaren Türkiye Gezi ruhunu siyaseten ve eylem olarak inşaa ediyor olacak.

Nihai olarak Türkiye, 2015-2020 yılları arasını kapsayan yeni bir toplumsal altüst oluşa, yeni bir kuruluş dönemine doğru gidiyor. Bu altüst oluşun yaşayanı, yıkıcısı ve kurucusu da bizzat toplumun kendisi olacak. Türkiye'nin farklı toplumsal kesimleri farklı stres yaşasa ve farklı bir gelecek tahayyülü kursa da ilk kez tüm boyutlarıyla kendi içerisinde bir tartışma ve hesaplaşmayı yaşıyor, yaşayacak. Bu kadim topraklarda son 200-250 yıl boyunca toplumun kendi içinde yaşadığı bu hesaplaşmalar, bir ergin misyonuyla toplumun dışından yönelen aktörlerce hep kısıtlandı, yönlendirildi ve toplumun kendi iç yaratışı engellendi, ötelendi. Belki de ilk kez toplumumuz, halkımız, insanlarımız kendi içinde siyaseten hesaplaşıyor ve böylece kendi çatışmasını kendi bitirerek ergin bir toplum olmayı genetik kodlarına işlemek üzere son ve büyük bir hesaplaşmaya hazırlanıyor. Bakmayın siz karamsarlık tablosu çizenlere, insan kaynağı da, sivil kurumsal yapıları ve deneyimi de, ekonomik, sosyal ve siyasi altyapısı da bu hesaplaşmayı demokrasiyle taçlandırmak için yeterli. Umudumuz odur ki fazlaca acı ve gözyaşı yaşanmadan bu dönemi atlatmayı başaralım...

twitter.com/ozcanyazici

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.