SON DAKİKA
Hava Durumu

Ben olsam bu yazıyı yayınlamazdım!

Yazının Giriş Tarihi: 20.03.2012 22:37
Yazının Güncellenme Tarihi: 20.03.2012 22:37

Beni bu yazıyı yazmaya iten temel etken Bursaport'ta yayınlanan Suat Şenocak'ın "Ey Bursa Hakimiyet! Bu kaçıncı değişim" başlıklı yazısı oldu.

Yazıya  devam etmeden önce ufak bir notu sizinle paylaşmak istiyorum.

Bursaport'un künyesini ara sıra kontrol edenler fark etmiştir. Yaklaşık 1,5 ay kadar önce Bursaport'taki Genel Yayın Yönetmenliği görevimi, Haber Koordinatörümüz Zafer Opsar'a devrettim.

Nedenini merak edenlere ufak bir not daha: Açıkçası son dönemde gündemde çokça yer kaplayan "sosyal medyaya" olan ilgim bizi böyle bir karara yöneltti. Yani online medyanın biraz "sosyal" kısmıyla ilgiliyim şu sıralar ve çalışmalarımı ağırlıklı olarak sosyal medyaya ilişkin iş süreçleri oluşturuyor.

Tabii ki Bursaport'la bağım "İmtiyaz Sahipliği" ile sürüyor. Ama mesleğime duyduğum saygı ve Bursaport'taki yayıncılık sürecinin daha sağlıklı yürüyebilmesi için Yayın Yönetmenliği görevimi arkadaşım Zafer Opsar'a devrettim.

Zafer Opsar'da özveriyle bu görevini yürütüyor.

Ben de fırsat buldukça Bursaport'taki köşemde (internet gazetesinde hala köşeden söz ediyoruz!) yazmaya, gündeme ilişkin düşüncelerimi sizlerle paylaşmaya çalışıyorum.

Bu nottan sonra gelelim bu yazının esas konusuna...

Sevgili Zafer'le, Suat Şenocak'ın Bursaport'ta yayınlanan son yazısı nedeniyle görüş ayrılığına düştük! Bir yayın organı için ne büyük zenginlik!

Suat Şenocak yazılarını aylardır hem bana, hem de Zafer Opsar'a gönderir. Son yazısı e-postama ulaştıktan sonra yazıyla ilgili Zafer'le görüşlerimi paylaştım.

Özetle söylediğim şu:

Bursaport.com, yayıncılık ilkeleriyle, yazarlarına tanıdığı özgürce yazı yazma olanağıyla Bursa'nın en itibarlı yayın organlarından birisi oldu. Elbette zaman zaman hatalarımız, eksikliklerimiz de oldu. Ama her hatamız da yüzümüz kızardı ve onlardan ders almaya çalıştık.

Gücümüz, olanaklarımız yettiği ölçüde Bursaport'ta herkese kapılarımızı açtık, haberlerini yaptık.

Yazarlarımız için de belirlediğimiz temel ilkemiz hakaret ve şiddet içermediği ölçüde özgürce yazı yazma, yorum hakkı oldu. Bursaport'u yakından takip edenler bilir, yeteneğimiz ve gücümüz yettiğince evrensel ilkeler çerçevesinde yayıncılık yapmaya çalıştık.

Ne yazık ki eleştirilmeye yaygın biçimde tahammülümüz yok! Eğer böyle bir yolu seçerseniz zaman zaman kimi kurum ve kişileri de kızdıracağınızı bilirsiniz.

Kimi zaman dostlarımız da kızdı bize. Ama hep şuna inandık: Eğer doğru, dürüst, ilkeli yayıncılık yaparsanız bugün size kızan dostlarınız da olsa yarın size hakkınızı teslim edeceklerdir...

Biz bunun bedelini ödeme, ama bu bedelin karşılığında çokça okuyucunun güvenini, inancını, itibarını kazanma pahasına bu çizgisini sürdürdü Bursaport...

Bundan sonra da devam etmesini umut ediyorum...

Gelelim, şimdi Suat Şenocak'ın yazısına ve Zafer ile görüş ayrılığımıza...

Gerçek gazeteciliği benimsemiş herkesin hak vereceği gibi, "her köşe" aslında bir boyutuyla kamuya aittir. Kamuya ait olmak demek elbette yazarın kendisinden hiç söz etmemesi demek değil...

Ama paylaştığınız yazı konusu, üslubunuz, yazınızın bütünlüğü "kişisel bir kızgınlığınızın" ürünü olmamalı...

Yaşamınızda haksızlıklara, adaletsizliklere uğradığınızı düşünebilirsiniz, birçok kişiye ya da kuruma kızgınlık ve öfke içesinde de olabilirsiniz, ama bir gazetede, bir haber sitesinde yorum yazarlığı yapıyorsanız, kişisel kızgınlıklarınızı, öfkelerinizi kontrol etmeyi başarmalısınız...

Onun için iyi gazeteciler yazılarında "kişisel ihtiyaçlarını, öfkelerini, kızgınlıklarını" gideriyor tuzağına, yanlışlığına düşmemek için azami hassasiyet gösterir. Okuyucunun bu durumu zekasıyla çözeceğini ve affetmeyeceğini bilir.

Bunu beceremezseniz yazınız her haliyle bu durumu gözler önüne serer...

Suat Şenocak'ın son yazısı açıkçası çokça "kişisel kızgınlıklarla" dolu bir yazıydı.

Suat Şenocak eski bir gazeteci arkadaşımız, dostumuz. Eski diyorum, kendi ifadesiyle 10-12 yıldır  fiili olarak basın mesleğinin içerisinde değil. Uzun yıllardır sanatla, sinemayla ilgileniyor. Zor koşullarda yapıyor bunu üstelik...

Birçok imkansızlığa rağmen Bursaspor'un şampiyon olduğu yıl "Adı Aşk Bu Eziyetin" isimli bir film çekmeyi başardı.

Bu çabası gerçekten takdire değer bir yön. Hani, teşvik edilmesini bir yana bıraktım, bir çift teşekkür ve taktir sözünün bile esirgendiği bir sinema aşığı...

Bir taraftan da bazı internet sitelerinde yazılar yazmaya devam etti Şenocak. Bursaport'ta da yazmasını istedim ve uzun süredir de yazdı Bursaport'ta.

Özellikle medya, basın konusu olunca Suat Şenocak'ın çok öfkeli, kırgın, hatta kızgın olduğunu biliyorum. Bunu yazılarından da kolayca çözebiliyorsunuz...

Elbette, kızgın olabilir; tıpkı hepimizin kızgınlıkları olabileceği gibi...

Ama kızgınlık ayrı bir şey, bir yorum yazısıyla medya analizi yapmak ayrı bir şey...

İnsanın en yüce duygusunun "adalet duygusu" olduğuna inanıyorum. İnsanoğlu tarih boyunca açlığa, yokluğa, işkenceye dayanmıştır ama, "adaletsizliğe" asla...

Bu nedenle Suat Şenocak'ın yaklaşık 10 yıldır basın sektöründen uzak kalmasını, birçok zorluğa rağmen kimsenin Şenocak'ı mesleğe yeniden davet etmemesine yönelik kızgınlığını, öfkesini de anlayabiliyorum...

Ama ne yaparsınız, hayat işte böyle bir şey! Mevcut gazeteler size iş vermiyorsa, yeteneğinize ve becerilerinize göre başka bir işe yönelir geçiminizi sağlarsınız.

Eğer öfkeyle, kızgınlıkla yazı başına oturursanız, kendiniz de belki istemeden de başkaca "adaletsizliklere, haksızlıklara" yol açabilirsiniz...

Öfkenizi, kızgınlıklarınızı kortrol ederek de çok güzel yazılar, analizler yazabilirsiniz; ama ince sınırı aştınız mı bir anda kendinizi de "adaletsizlik" üretirken bulabilirsiniz...

Suat Şenocak, Bursa Hakimiyet'teki değişimi yazmış son yazısında örneğin...

Arzu eden Şenocak'ın Bursaport'taki yazısını okuyabilir ve yorumlayabilir...

Örneğin, Şenocak, yazısının bir yerinde "Potansiyelindeki tüm gerçek gazetecilerini eriten Sönmez Medya, Olay TV'den gönderilen Burak Özgün'e emanet etti her şeyini"diye yazıyor.

Şenocak yazısının devamında da şöyle yazıyor:

"Bursa Gazeteciler Cemiyeti Olay Medya'dan çıkarılan bazı isimler için ortalığı velveleye vermişti. Ancak Sönmez Medya'dan yollanan gazeteciler için nedense 'gık' demedi!"

Birincisi, Burak Özgün Olay TV'den "gönderilmedi", kendisi işten ayrıldı ve bir ajansın başına geçti. Sonra da Celal Sönmez'in tasarrufuyla Bursa Hakimiyet'in Genel Müdürü oldu.

(Burada hemen küçük not: Gazeteyle ilgili değişime ilişkin görüşlerimi saklı tutuyorum)

Diyelim ki Şenocak'ın yazdığı doğru olsaydı, yani Burak Özgün "gönderilseydi" bunun meali, "işten çıkarıldı" olacaktı.

Olay TV'den "gönderilenle", Sönmez Medya'dan "çıkarılanlar" arasındaki anlatım farkı anlaşılan Suat Şenocak'ın "kızgınlığından" başka bir şey değil...

Bir yazıda "kızgınlığınız" baskınsa, yazınızın "içeriğinden" çok kızgınlığınız değer kazanır ve görünür olur...

İkincisi, Bursa Gazeteciler Cemiyeti konusu...

Elbette, her kurum ve kişi gibi Bursa Gazeteciler Cemiyeti de eleştirilebilir...

Ama burada da kişisel kızgınlığa yenilmeden, objektif eleştiri de bulunmak koşuluyla...

"Sönmez Medya'dan yollanan gazeteciler için neden 'gık' demedi"diye yazıyor Şenocak...

Ben işten çıkarılmaya bir tek Yılmaz İşel'in itiraz ettiğini duydum; onun haberine de Bursaport'tan da ulaşabilirsiniz...

Onun dışında yolların ayrıldığı çoğu gazetecinin, anlaşarak, uzlaşarak Sönmez Medya'yla yollarını ayırdığını biliyorum. Eğer yanlış biliyorsam ve bununla ilgili açıklama yapmak isteyen "yolların ayrıldığı" gazeteci arkadaşımız varsa, işte Bursaport burada, istedikleri zaman açıklama yapabilirler ve düşüncelerine elbette Bursaport yer verecektir.

Şimdi, "yolların ayrıldığı" gazetecilerin itiraz etmediği bir duruma siz nasıl olur da Bursa Gazeteciler Cemiyeti'nden "gık" çıkarmasını beklersiniz!

Tabii asıl soruna Suat Şenocak, şöyle yazarak işaret ediyor:

"Sorun olan, mesleğin tozunu yutmuş gazetecilerin bu kentte hala sahipsiz olduğu ve gazeteciliğin kimsenin umurunda olmamasıdır."

Yazının bu noktasında mesleğin tozunu yutmak, bu kent, sahipsiz olmak, gazeteciliğin kimsenin umrunda olmaması gibi aslında hepsi başlı başına yazı konusu olabilecek konulara girmek istemiyorum. Ama bu cümle içerisindeki sözcüklerin çoğu, taşıdıkları "içerikten" çok açıkçası, sevgili Şenocak'ın "neden beni kimse çağırmıyor" kızgınlığını yansıtmaya yetiyor...

İşte yazının bütünlüğüne sinen bu durum Zafer Opsar'la görüş ayrılığımızın özünü oluşturuyor. Ben itiraz ettim ve yukarıda saydığım gerekçeleri paylaşarak "ben olsam bu yazıyı yayınlamam" dedim. Ancak Zafer "masaya yumruğunu" vurarak, "Bu internet gazetesinin Yayın Yönetmeni ben isem bu yazıyı yayınlıyorum" dedi.

Burada altını özellikle çizmek istediğim nokta şu:

Asla Suat Şenocak'ın yazısına müdahalede bulunmak aklımın köşesinden geçmedi. Bu konuda yakın zamanda mağduriyet yaşamış bir gazeteci olarak böyle bir şey yapmayı da istemem. Ama gerekçelerini açıklayarak bu yazıyı yayınlayamayacağımı Suat Şenocak'a iletirdim.

Ama Genel Yayın Yönetmenimiz benimle aynı görüşte değil!

Eh ne yaparsınız, bizim internet gazetemizde "İmtiyaz Sahipliği" sökmüyor!

Henüz patron gazetesi olamadık!

Bana da bu yazıya itiraz etmek ve görüşlerimi sizinle paylaşmak düştü...

Takdir sizin...

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.