SON DAKİKA
Hava Durumu

23 Haziran 2019, AKP'nin 22 Temmuz 2007'si olacak!

Yazının Giriş Tarihi: 08.05.2019 14:53
Yazının Güncellenme Tarihi: 08.05.2019 14:53

Yüksek Seçim Kurulu'nun İstanbul seçimini hiçbir hukuki gerekçe olmadan "siyaseten" iptal etmesi Türkiye siyasi tarihi ve ülke geleceği için "tarihi" bir karar oldu.

Bu tarihi kararın yakın ve orta gelecekte nasıl siyasi sonuçları olacağını anlamak için yakın siyasi tarihimizdeki bazı siyasi gelişmelere ve sonuçlarına bakmamız güçlü bir fikir verebilir.

Bugün yaşadığımız süreci tarihin tekerrürü olarak 2007 yılında yaşadığımız sürece benzetebiliriz. Ama bu tekerrür her zaman doğrusal ve paralel olarak yaşanmıyor...

2007 yılına dönmeden hemen önce, o günlerin baş aktörlerinden Abdullah Gül'ün dün Twitter hesabından paylaştığı mesajı anımsatmamız gerekiyor.

"Anayasa Mahkemesi'nin 2007 yılındaki haksız '367 Kararı' karşısında ne hissettiysem, başka bir yüksek mahkeme olan Yüksek Seçim Kurulu'nun dün aldığı kararı duyunca aynı duyguları yaşadım. Yazık, bir arpa boyu yol alamamışız."

Gül'ün mesajının siyasi mealine geçmeden önce yeniden 2007 yılına dönelim...

2000 yılında seçilen 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in görev süresi 16 Mayıs 2007'de dolacaktı. TBMM cumhurbaşkanlığı adaylığı son başvuru tarihini 25 Nisan gecesi ve ilk tur oylama gününü 27 Nisan olarak belirlemişti.

Seçim öncesi Tayyip Erdoğan'ın olası cumhurbaşkanı adaylığı ve sonrasında AKP'nin Köşk için belirlediği aday olan Abdullah Gül'ün eşinin başörtülü olması üzerinden çok sert "laiklik" tartışmaları yaşanmış, ülkenin birçok yerinde "Cumhuriyet Mitingleri" organize edilmişti.

Sürecin kaderini ise, eski Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu'nun, 26 Aralık 2006'da Cumhuriyet'te yayımlanan yazısındaki "367 tartışmaları" belirledi. Anayasa'nın 102. maddesine göre cumhurbaşkanı seçilebilmek için, ilk iki turda nitelikli çoğunluk (367 oy), sonraki iki turda ise salt çoğunluk (276 oy) aranıyordu. Sabih Kanadoğlu, yazısında, anayasada belirtilen 367'nin sadece karar yeter sayısı değil, aynı zamanda toplantı yeter sayısı olduğunu ortaya attı.

Zorlama bir yorumla geliştirilen bu görüşe göre oylamalara en az 367 kişinin katılması gerektiği, aksi halde sonucun geçersiz olacağı iddia edildi. Böylece meclisteki sandalye sayısı 354 olan iktidar partisi, tek başına kendi oylarıyla cumhurbaşkanı seçemeyecekti. Dönemin CHP lideri Deniz Baykal, AKP'nin uzlaşma olmadan kendi adayını çıkarması halinde toplantılara katılmayacağını ilan ederek, Kanadoğlu'nun geliştirdiği yorumu siyaseten yürürlüğe soktu.

İlk tur oylama 27 Nisan'da yapıldı. Toplam 361 oy kullanılırken, Abdullah Gül 357 oy aldı. Oylamanın hemen sonrasında, CHP 367 iddiasıyla seçimi Anayasa Mahkemesi'ne taşıdı.

Aynı günün akşamı Yaşar Büyükanıt'ın komutasındaki Genelkurmay Başkanlığı'nın internet sitesine, daha sonra e-muhtıra olarak anılacak, bir basın açıklaması konuldu ve TSK'de siyasi sürece müdahil olarak büyük bir siyasi kaos yaşanmaya başladı.

Anayasa Mahkemesi 1 Mayıs'ta verdiği kararla, 367 iddiasını kabul ederek yapılan birinci tur oylamayı iptal etti. Muhalefet kanadındaki tüm milletvekillerine büyük bir kuşatma uygulanarak bağımsız olarak Genel Kurul salonuna girilmemesi yönünde büyük bir baskı kuruldu. Bunun üzerine 6 Mayıs'ta yapılan iki yoklamada da toplantı yeter sayısının (367) bulunamaması üzerine  11. Cumhurbaşkanı seçilemedi.

AKP, bu gelişme üzerine erken seçim kararı ve Türkiye 22 Temmuz 2007'de genel seçimlere gitti.

AKP yüzde 46.58 ile 341 milletvekili, CHP yüzde 20.88 ile 112 milletvekili, MHP ise yüzde 14.27 ile 71 milletvekili çıkardı. DTP'de bağımsız adaylarla girdiği seçimde 20 milletvekili ile Meclis'e girdi.

AKP, 367 sayısına ulaşamazken MHP ve Devlet Bahçeli'nin, "Biz Meclis'e gireriz, 367 sorunu yaşanmaz" açıklamasıyla kriz çözüldü ve Abdullah Gül 20 Ağustos 2007'de üçüncü turda 339 oyla 11. Cumhurbaşkanı seçildi.

2007 yılında yaşanan "yapay, zorlama ve halk iradesini yok sayan" baskı süreci yüzde 34'le iktidara gelen AKP'nin 2007'de yüzde 47'ye sıçramasını ve sonrasında "büyük bir mağduriyet" dalgasını arkasına alan Erdoğan'ın önlenemez yükselişinin önünü açtı.

Toplum, 22 Temmuz 2007 seçimleri ve sonrasında muhalefetin inşaat ettiği siyaseti, duruşu ve demokrasi dışı müdahaleleri reddetti.

Sivil siyaset dışı baskıların ve tehditlerin had safhaya ulaşması üzerine ülkede geniş bir yelpazeyi kapsayan tartışmalar da alevlendi. Bugünlerde AKP yalnızca kendi siyasi tabanından değil aynı zamanda "sivil siyaset savunucusu" sosyal demokrat, geleneksel merkez sağ, liberal, sosyalist çevrelerden isimlerden de "entelektüel" destek gördü.

Şimdi yeniden Abdullah Gül'ün tweetine dönebiliriz...

Abdullah Gül, "Yazık, bir arpa boyu yol alamamışız" diye tepkisini dile getirirken, sözcükleri büyük bir özenle seçerek hazırladığı belli olan mesajında "Anayasa Mahkemesi'nin 2007 yılındaki haksız '367 Kararı' karşısında ne hissettiysem, başka bir yüksek mahkeme olan Yüksek Seçim Kurulu'nun dün aldığı kararı duyunca aynı duyguları yaşadım" diyerek, Ekrem İmamoğlu'nun ne derece büyük bir mağduriyete uğradığını özellikle vurguluyor.

2007 ile 2019 arasında bir özdeşlik kurduğumuzda bugün olaylar benzerlik gösterse de rollerde ters yönde bir ilişki olduğunu görüyoruz.

2019'un YSK'si, 2007'nin Anayasa Mahkemesi gibi. Hatta birkaç adım daha ileri giderek, hiçbir Anayasa ve yasa kurallarını tanımadan, halk iradesini yok sayarak meydan okuyor.

2007'de Anayasa Mahkemesi "367 kararıyla" zorlama ve hukuksal karşılığı olmayan bir karar alırken, bugün de YSK, "sandık görevlileri ve usulsüzlük" gibi seçim sonucunu (halk iradesini) yok sayan hiçbir hukuksal karşılığı olmayan zorlama bir kararla Türkiye'yi siyasi kaosa sürükledi.

O günkü CHP'nin siyasi pozisyonunu bugün AKP, Deniz Baykal'ın siyasi pozisyonunu Tayyip Erdoğan üstlenmiş durumda.

Sabih Kanadoğlu ve medya temsilcilerinin ise bugün yüzlerce muadili var.

2007'de AKP, kendi siyasi tabanı dışında farklı çevrelerden "entelektüel" destek bulurken, bugün CHP ve Ekrem İmamoğlu, aynı şekilde SP lideri Temel Karamollaoğlu, Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu, Fehmi Koru, Ocak Medya gibi kendi siyasi tabanı dışında kesimlerden de "entelektüel" destek bulabiliyor.

2007'de AKP ve Erdoğan, sivil siyasete müdahaleye karşı AB başta olmak üzere birçok ülkeden ve uluslararası kurumdan destek görmüş ve bundan meşruiyet zemini yaratmıştı. Bugün de CHP ve Ekrem İmamoğlu, AB başta olmak üzere uluslararası düzeyde geniş bir destek ve meşruiyet zeminine sahip.

22 Temmuz'da AKP ve Erdoğan'ı zafere götüren ne "başörtüsü" ne de "laiklik" tartışmaları oldu. Bu simgelerin ardında 2002-2007 yılları arasında AKP'nin ekonomide, hukuk ve siyasi alanda AB uyum süreci başta olmak üzere demokratikleşme alanında attığı adımların geniş kitlelerin refah, huzur ve daha iyi bir yaşam beklentisine yönelik güçlü bir rüzgar ve destek yaratması en büyük rolü oynadı.

23 Haziran'da da CHP ve Ekrem İmamoğlu'nu zafere götürecek olan ne "beka sorunu" ne de benzer başka bir tartışma olacak. Tıpkı 2007'de olduğu gibi halk kendi iradesini temsil eden ve savunan, ekonomik kriz karşısında kendi refahını, hakkını, hukukunu koruyan, huzur, kardeşlik ve gelecek umudu ile kendisini özdeşleştirdiği siyasi temsilcileri destekleyecek.

Bugün 2007 ile 2019 arasındaki en önemli ve kritik fark ise, "tek adam" rejimi altında serbest seçimlerin ve sandık güvenliğinin 2007'de olmadığı kadar bugün risk ve tartışma altında olması.

Aldığı kararlarla kendi varlığını reddeden ve işlevsizleştiren YSK gerçekliğinden sonra 23 Haziran 2019 seçiminin sandık güvenliğini ve sandıktan çıkacak halk iradesinin korunarak tecelli etmesinin tek güvencesi halkın bizzat kendisi ve örgütlülüğü olacak. Bunu sağlayacak olağanüstü bir toplumsal motivasyonun ortaya çıktığını ve harekete geçtiğini de görüyoruz.

23 Haziran akşamı seçim sonucunu hep birlikte göreceğiz. Ancak kimin kazandığı ilan edilirse edilsin, öncesinde ve sonrasında yaşanacak siyasi süreç ve sonuçlarıyla 22 Temmuz 2007 sonrası yaşanan toplumsal ve siyasi ivmenin bu kez tersinden yaşanacağını rahatlıkla öngörebiliriz.

Türkiye halkı, kendi siyasi mücadelesi, siyasi kaosu, buhranı içerisinden ve kendi mücadelesiyle Cumhuriyet'in üzerine kendi gerçek demokrasisini inşaa etmek için ilerliyor. Bakmayın siz, karamsarlık tablolarına; otoriterizm ve yer yer diktatörlüğe doğru meyleden siyasi baskı ortamına... Türkiye, kendi acıları ve sancısı içerisinden, farklı kökenden gelen (Türk, Kürt, dindar, sosyalist, ülkücü, liberal vb.) toplumsal kesimleri aynı ideal ve özlemle yan yana getirerek, bizzat halkın kendi emeğiyle, kendi demokrasisini kuruyor...

Hiçbir doğum sancısız gerçekleşmiyor...

İşte 23 Haziran 2019, bu doğum sancısının nefes aldığı tarih olacak...

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.