SON DAKİKA
Hava Durumu

Erzincan Can'dır, Canan; Tunceli Dersim'miş Balam!

Yazının Giriş Tarihi: 03.08.2013 19:29
Yazının Güncellenme Tarihi: 03.08.2013 19:29

Üstelik, pek çok Batılının gözünde biraz da riskli olabilir böylesi bir gezi. Oysa risk; her ortamda, yanı başınızda...

Biz iki arkadaş çıktık yola. İmdat Yiğitalp ve bendeniz. ..Günler kısa, yollar uzun, tercihimiz Türk Hava Yolları... Amaninnn, uçakta tek koltuk boş değil ! İkramlar her zamanki gibi keyifli... İnsan kuştan da öte işte, göz açıp kapayıncaya kadar bir saat 15 dakikada, dağlarında tek ağaç görünmeyen, boz/kel yapısı ile Erzincan'dayız.


Kuşbakışı Erzincan, yeşilden uzak ve epey karışık görünüyor, öyle değil mi?


Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım Erzincanlı olur da, havalimanı yenilenmez mi?

Yenileniiirrrr !

Şirin, modern, minik bir yapı burası. Ve yakında uluslararası statüye kavuşacak/mış... Olur mu ? Neden olmasın, yakışır...


'Şimdi Erzincan'da olmak vardı anasını satayım' dedim ve geldik.


THY sandvicini yediysek de, karnımız aç vallahi. Bizi karşılayan Mehmet Doğan, her Anadolu evladı gibi inanılmaz misafirperver bir dost. Dayısı ve arkadaşı ile birlikte Kebapistan'a uğruyor ve tabiî ki et döner yiyoruz afiyetle. Fazla kaçıracağımız şimdiden belli oldu, ki hemen maden suyuna sarıldık. 1932 kuruluşlu meşhur Böğert Doğal Maden Suyu, Erzincan markası ile her yerde. İçmeden olmaz.  Kente 11 km uzakta Ekşi Su'ya gitmek, kaynağını görmek, kana kana içmek de elinizde...


Karnımız aç ve sırtımız pek, Kebapistan'da et döner yenir elbet.
 


1932 kuruluş tarihi ile Böğert Doğal Madensuyu Enzincan, bölgede ekşi su olarak biliniyor.
 

Erzincan'da olduğumu bilen dostlar, birbiri ardına mesaj atıp, 'falanca yeri de gez benim için' demeden duramıyor. Söz; hepsini yapacağız da, yenimiz var, zamanımız yetmiyor... Sözgelimi; Oğuz Toroman kardeşimin 'isterseniz halamgil tarafına geçin, size tandır yaptırtabilirim' demesi ne kadar hoş, değil mi?  Gidiş yolumuzun tersine ve o da bir başka sefere kaldı ne yazık ki. Ama, tandır aklımızda; alacağımız olsun...

BİRAZ ERZİNCAN...

Girmezden önce Pülümür Vadisi'ne, birkaç kelam edip, hatırlatmam lazım bazı notaları size. Öyle değil mi ?

Güneyinde Munzur, kuzeyinde Keşiş Dağları ve arada Karasu Vadisi boyunca uzanan iki ovadır buralar. Batıdan geldiğimize göre ileriye doğru (doğuya) devam edersek Erzurum, gerisinde de (batısında) Sivas var. Haritaya bakarsanız eğer, aşağısında (güney) Tunceli ve biraz daha doğusunda Bingöl, güney batı yakasında da Elazığ ve Malatya yer alıyor. Yukarısında (kuzey) ise Gümüşhane, Bayburt ve hatta kuzey batısında Giresun... Erzincan bir köprü burada ve alan olarak Bursamızdan az da olsa, büyük (11.903/11.043 km2)


Hey gidi Aras Dağları...
 

Asur kaynaklarında geçen Zuhma (Suhma), yörenin bilinen en eski adı olsa gerek.  Erzincan adının da  Eriza'dan geldiği sanılıyormuş. Eriza adı Selçuklu ödeminde Erzincan olarak kullanılmış, daha sonra da Erzincan biçimini almıştır.
Bir başka söylenceye göre de; Aziriz kaynak gösteriliyor. Selçuklu'lar Aziriz adını çok beğenmişler  ve bunu şiir gibi kullanmışlar aslında :

-         Rahmet yağarsa 'Can Aziriz Can / Rahmet yağmazsa 'Yan Aziriz yan'

İster tekerleme deyin/ister mani; halk arasındaki bu tanımlama biçiminde geçen Aziriz, bzaman içinde, Erzincan biçimini almış. Bildiklerim ve duyduklarım bu kadar...

Ve ne yazık ki, günümüzde Erzincan denilince, ilk akla gelen konulardan biri de, kaçınılmaz deprem gerçeği. Öyle ki; Kuzey Anadolu Fay Hattı, en ağır hasarları/en acı kayıpları bu kentte yaşatmış. Ata dedemiz Recep Aras'tan 1939 depremini çok kez dinlemiş, gecenin ikisinde bir dakikaya yakın süren felaketin, eksi 30 derece soğuk nedeniyle de 30 binden fazla ölüme yol açtığını öğrenmiştik. Ne büyük korkuydu...Aklımız erdikçe, tarihin sayfalarında yeniden okuduk, irkildik. Yıllar sonra 1992 depremini ise pek çoğunuz zaten yaşadı, hatırlıyor...


Dönemin Cumhuriyet gazetesi (1939)...
 

Gelişimini inatla sürdüren; bakır işçiliği, iri tava leblebisi, kuru fasulyesi, tulum peyniri ile de gönlümüze taht kuran can şehir; 'canan' benim için...

PÜLÜMÜR VADİSİ ve SALÖRDEK

Altımızda arazi çeker aracımız ile yollar bizim artık. Yol üzerinde kayısı, üzüm ve kavun almadan olmaz elbet. Özellikle kayısılar Malatya'ya taş çıkartır Iğdır'ın hakkını yemeden; ikinci en tatlı kayısı burada olsa gerek...

Karasu Vadisi'ne bu boz dağlar yakışmıyor doğrusu. İyi ki yolumuz üzerinde dağlara yaslanmış Üzümlü var. Üzümlü deyip geçmemek lazım, zira patentli bir üzüme sahip bu beldemiz, dünyaca ünlü. Ve hatta, yemyeşil doğası, bağları ile sanki başka bir memleket. Mayhoş ile tatlı arası siyah Cimin Üzümü, 6 bin ton üretimiyle ihtiyaçları da karşılayamıyor. Olsun, bu durumdan köylümüz mutlu, çünkü fiyat düzeyi hiç fena değil...


Dünya üzerindeki patentli üzüm Cimin, Erzincan'ın gururu
 

Geldik yol ayrımına; önümüz Erzurum, sağımız Pülümür Vadisi. Ve daha girişte, oldukça nazik, askeri bir kimlik kontrolü. Umarız, ileride de PKK kontrol edip, propaganda yapmaz...


Hepimizin güvenliği için; kimlik kontrolü...
 

Ne garip; Munzur Dağları bu tarafa cömert davranmış olsa gerek, yeşil bir vadi geçiyoruz boylu boyunca. Hiç boz ve kel alan yok ovada, tepelerde... Pülümür'e  girer girmez koca dağda bir duvar yazısı karşılıyor bizi. Ahı gitmiş vahı kalmış aslında ve sanırım bilmem kaç yıl önce yazılmış ki, silinmeye yüz tutmuş. Ve bir daha yazılmayacak sanki :

-         Ne mutlu Türküm diyene !


Yıllar var ki yenilenmemiş yazı... Öylece tarihin içinde kaybolup gidecek gibi...
 

Son birkaç eksiği de Pülümür Market'ten aldık ve Kırmızıköprü'ye vardığımızda kahveden gazete istediler, pek çok gazete arasından çekip bir tane verdik ki 'biz Perinçek gazetesi okumayız' oldu gelen yanıt. Oysa, biz de her renkten gazete vardı, o denk gelmişti işte. Gülüştük birlikte, ama anlaştık...

Kırmızıköprü'den Salördek, dağa doğru sadece bin 300 metre ve yolun solu uçurum en az 200 metre. Sağ üst yanımız da tünel gibi olmuş; toprak, kar gibi saçak yapmış yolun üstüne. İlk anda, üstünüze üstünüze geliyor sanki, irkiltici...


Sosyal medyadan beni gören Özcan Yazıcı, taaa Bursa'dan merak edip sormuş bize 'orada bir yol olduğundan emin misiniz?
 

Bizi karşılayan; Binali Doğan eşi Hüsniye Hanım, büyük kızı Kızı Medine, gelini Yeliz, torunları Özge ve Raca ile daha 40 günlük bile olmamış Duru oldu... Bol esintili bir akşamda, bahçeden tazecik fasulye yemeği, doğal domates, salatalık, biber ve marul harika. Izgaranın başında da yine İmdat var, demek ki, nefis etler yiyeceğiz; çok kaçırmasak iyi olur. Tedarikliyiz hem Erzincan maden suyumuz var, hem de mide ekşimesi için Renne...

KUTU DERE GEÇİT VERİYOR...

Gece Salördek İlkokulu'nda konakladık : Binali Doğan Kırmızıköprü'ye geldiğinde kaymakam ile görüşüp kendine kalmak için yer isteyince, kullanılmaya okulun yarısını vermişler. İçinde 2 oda, bir sofa ve sonradan uydurulmuş mutfak, tuvalet/banyo var. Dış görüntüsü biraz bakımsız görünse de, içindeki konfor bize yeter artar... Okulun diğer yarısında yine Binali Doğan'ın akrabaları var. Tesadüfe bakın ki Gemlik'te yaşadıklarını öğreniyorum. Ve Yelgör Hanım, hem hüzünle hem de keyifle anlattı :

-         Ben beşinci sınıfa kadar burada okudum. Şimdi aynı sınıfı, yazları yaşadığım, evimin odası olarak kullanıyorum. Hayatın ilginç yanlarından biri olsa gerek...

Sohbete doyum olmaz elbet, gözlerimizden uyku akıyor, yarın Munzur'a doğru, Tunceli'ye  yolculuk var...


Eski ilkokul, artık konut olarak hizmet veriyor ki, yorgunluğu her halinden belli...
 

Kırmızıköprü Kutudure arasında Pülümür Vadisi bin metreye varan sarp geçitler ile süslü. Dağlardan yola kadar inen Zenginpınar ve Ağlayan Kayalar Şelaleleri minik hoşluklar ve buz gibi akan çaydaki benekli alabalık, meraklıları için büyük keyif olabilir. Yanında ilerlediğimiz Kutu Deresi geçmişe inat, adım başı plaj görüntüsünde. Ve sizler yaygın medyada okudunuz, gördünüz ki buralar Ege/Akdeniz sahillerini aratmıyor/muş...


Derinliği bin metreye varan yarlardan akan sular, işte kırmızı toprakların Ağlayan Kayalar'ı...
 

Tarihi bilgileri sağlam olanlar, Kutu Deresi'ni hem 1937 Dersim İsyanı sırasında hem de yörede efsane haline getirilen gençlik lideri İbrahim Kaypakkaya'nın yakalanması ve sonrasındaki pek çok bilgiyi de yeniden hatırlayacaktır. Bugün bile, Tunceli'ye bu zorlu yolculuk 22 tünel ile sağlanmış ve her tünel girişinde Kaypakkaya'nın o bildik şapkalı fotoğraflarına rastlayabilirsiniz. Ve kime değseniz, ailesinden/çevresinden dinledikleri söylenceleri, acı birer destan olarak dinleyebilirsiniz...


Pülümür Vadisi, sarp dağların eteğine yapılan 22 tünel ile Tunceli'ye varıyor...
 

Bu arada vadinin 3 noktasında (karakola da çok yakın hani) PKK bayrağının dikili olması, bol bol fotoğraf çekimine neden olsa da, gazetecilik ruhumu erteleyip, sadece izliyorum. Batıda Türk bayraklı, Atatürk posterli demokratik eylemlere yapılan sert/ters bol biber gazlı, coplu ve hatta bir kısım destekli sopalı/palalı müdahaleleri hatırlayınca, canım yanıyor. Elim varmıyor makineme; belgelemeyeceğim ve çekmiyorum işte...

TUNCELİ 'DERSİM' BURADA

Kimse 'Tunceli' demiyor; diyenin de bizim gibi bölgeden olmadığı hemen anlaşılıyor. Bu konuda ve hatta Tunceli ile ilgili daha derin ayrıntıları okumak isterseniz ( ÖNYARGILARINIZIN TUTSAĞI İSENİZ BU YAZIYI HİÇ OKUMAYINIZhttp://www.odatv.com/n.php?n=eger-onyargilarinizin-tutsagi-iseniz-bu-yaziyi-hic-okumayiniz-1912091200) bir göz atın derim...

Binali ve Mehmet Doğan ile birlikte aracımızla kısa bir Tunceli/Dersim turu yapıyor, şehre bir çırpıda tanık oluyoruz. Yoğun göç veren kentlerimizden biri olan Tunceli'nin pek çok genci, Avrupa'da çalışıyor. Derinlemesine bir sanayinin olmaması, Doğu'nun genel alışkanlığı içerisinde ve dikkat çekici değil...

Kentleşme hızla devam ediyor ve pek çok uyarıda 'geri dön, topraklarına sahip çık' çağrısı var... Yeni yapılan konutların 250 bin liradan başladığına da tanık olduk ya 'Baraj İstemiyoruz' taleplerini de, hem Türkçe hem Kürtçe (belki Zazaca) olarak okuduk barajın üzerinde.  Üstelik bu konuda ciddi demokratik eylemler de yapmış 'Munzur özgür aksın' demişler... Benim çok hoşuma giden eylem pankartı, sizin de hoşunuza gidebilir :

-         Dersim'e baraj değil, sinema istiyoruz...


Demokratik bir eylem...

 

Meraklıysanız eğer, yukarıdaki linkten Tunceli/Dersim hakkında pek çok ayrıntıyı da okudunuz demektir. İçtiğimiz çay, yediğimiz dondurma ve en önemlisi tanış sohbetleri doyumsuzdu doğrusu. Ve akşama 13.Munzur Doğa ve Kültür Festivali etkinlikleri var. Bu nedenle şehir zımba/zıp dolu, biz Türkiye'nin ve Avrupa'nın her yerinden araç plakasına şahit olduk. Öyle ki, yeterli yatak sayısı olmadığı için, çadır kuranlar, köy/mezralarda kalanlar, yakın beldelerde eş/dost yanında konaklayanlar çok çok fazla...

SALÖRDEK'E  DÖNME ZAMANI

Yol uzun, hava sıcak; seferiyiz elbet, oruç/moruç hak getire... Dönüşte hüzün verici olsa da Kutu Deresi'nde buz gibi suya ayaklarımızı değdirmek, benekli alalık ve/veya sac kavurma yemek şart...


İbo'nun o zorlu koşullarda sürüklenmesi, ayaklarının donması ve sonra kesilmesi bu suya göre normal. Sıcaklara rağmen üşüdü ayaklarım, resmen buz gibi su...
 

Adım başı plaj görünümlü mekanlar, yuvarlak dere taşları ile set yapılarak doğal havuzlar haline getirilmiş, tertemiz berrak su. Ama, ayaklarınızı usulca sokarak bu suya girme, yüzme şansınız sıfır. Direkt atamak zorundasınız, çivi gibi olacağınız kesin, rüzgar eserse çıktığınızda, dişleriniz birbirine kesin vuracaktır. Ve minik köprülerden birbirinden ilginç atlama biçimleri; bol kahkaha, bol şaka, isteyene alkol/bira, dileyene gazoz, ayran/limonata...

Dönüş yolunda Mehmet Doğan 'bu yamaçlarda dünyanın en güzel/en doğal sarımsağı çıkar' hatırlatmasını yapar yapmaz, aracı da yol kenarına çekiyor. Onlar epey topladı ben de adını bilmediğim/rengine hayran kaldığım eflatun top çiçekleri çektim ama saplarını keserken sarımsağın tadına da baktım; çok sert...


Eflatun top çiçeğin dikeni olsa da görünümü muhteşem...
 

Salördek'e geldiğimizde gün karanlığa doğru dönüyordu ki, yeniden mangal yakıldı. Sivrisinekler başımızın belası, kovucu spreyler can simidimiz; can sohbetlerimiz de iliklerimize dek işleyen soğuğun merhemi...

Doğan Ailesi'nin köydeki komşuları, eski muhtarlardan ve şimdilerde Almanya'da ekmek parası peşinde olup, yazları topraklarına özlemle koşan Alişan ;  ismini Düzgün Baba Dağı'ndan aldığını sandığımız Özge ile Raca'nın söylemiyle Düzgün Abi (ki bilmediği, elinden gelmediği iş yok/muş);  kışın Erzincan'a göç edip yazın bal üretimi için gelen yiğit ve yardımsever konuşma/tavrıyla Hasan ve mide ağrıları çeken ve belki de bu yüzden daha az konuşan alt komşu İbrahim kardeş...


Yine yemek öncesi ve mangal hazırlığı...
 

Ve kocaman bir dostlar topluluğu; hoş sohbetler ile taçlandırdı gecelerini ve de ertesi günlerini. Söz dönüp dolaşıp Bursa ve Gemlik'e, hele ben varsam zeytine gelmez mi ? Gelir...Az da olsa götürdüğüm zeytinlerin tadına hayran olunca herkes, söz verdim dönünce kargo edeceğim onlara... (Bu yazı yayıma hazırlanırken, 6 teneke zeytini Aras Dağları uzantısına Aras Kargo ile gönderdim bile; afiyetle yensin diye...)

DÖNÜŞ HÜZÜNDÜR BİLLAH

Kısacık şu üç günde ne de alıştık birbirimize... Mehmet aracı ile biz Erzincan üzerinden uçak ile İstanbul/Bursa yapacağız ya, son sözler, tembihler hiç bitmez ki... Koca Binali Doğan, torunu kucağında hepimize sarılırken, göz yaşlarını tutamıyor, ağlıyor; baba yüreği işte...

Ve Kırmızı köprü'ye iner inmez bölgeyi karış karış bilen halk adamı/halkın vekili Kamer Genç'in kahve sohbetine dahil oluyoruz. Masanın başında, halkına ısrar ile Mustafa Kemal Atatürk'ü doğru anlatabilmenin mücadelesini veriyor. İnsanlar, kurulmuşçasına halen 1937 Dersim İsyanı'nda yaşanan kötü günleri anlatıp, Kemalizm üzerinden saldırıyı maharet sanıyor. Son derece sakin ve anlaşılır dilde sorunları dinleyen, çözüm önerileri getiren Genç, bu yaklaşımı ile yoldan geçen insanların da ilgisini çekerken, fotoğraf çektirmek isteyenlere büyük bir nezaket ile refakat ediyor. Adam gibi adam...


Kamer Genç ile Kırmızıköprü'de kahve sohbeti oldukça hareretli ama bir o kadar keyifliydi...
 


Çok ters sorulara ve hatta zaman zaman tahrik edici yüklenmeler karşı bile Kamer Genç, çok düzeyli, aydınlatıcı yanıtlar vermesini bildi...
 

Erzincan'a vardığımızda yine karnımız açtı, ne çok yiyoruz ya, kilo aldığımız kesin. Yine et döner. Sonrasında sütlaç... Kent merkezindeki çay bahçesinde son demler; bakırcılar çarşısından hediyelikler, pestil, köme, sarıç ve çifte kavrulmuş tava leblebi, hepsi bizim için... Erzincan Tulum Peyniri ve Kemah Kaya Tuzu Mehmet Doğan'ın bagajında, sonradan gelecek...


Erzincan'da son demlerimiz, yeşillikler içinde bir vahadayız sanki
 


Tamamen el işçiliği, bakır üzerine gümüş kaplama ve bir tane de ben aldım İyi mi?
 

Geldiğimiz gibi, İstanbul dönüşü de Türk Hava Yolları uçağında tek boşluk yok.  18.30 gibi Atatürk Havalimanı inişini yaptıktan sonra, Yenikapı-Yalova üzerinden Bursa'dayız. Gece yeni güne devrilmek üzere, bir başka yolculukta buluşuruz...


Yenikapı'dan Yalova'ya hareketle, İstanbul bir silüet artık gerimizde, Bursa'ya dönüyoruz...

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.