SON DAKİKA
Hava Durumu

Eğitimde ezbercilik ve koşullandırma

Yazının Giriş Tarihi: 31.08.2012 11:45
Yazının Güncellenme Tarihi: 31.08.2012 11:45

İçeride yerimiz kısıtlı olduğundan dolayı sadece 8. sınıf öğrencilerimizi aldık. Öğretmenlerimiz ve öğrencilerimizle birlikte "İstiklal Marşı"nı okuduk.

Andımızı okutacağız, hiçbir öğrenci çıkıp okutmak istemiyor. Soruyoruz: Neden? Aldığımız yanıt: Bilmiyorum, unuttum.

Tam sekiz yıl boyunca sabah andımızı okuyacak ve 8. sınıfa geldiğinde bilmiyorum, unuttum denecek.

Biz eğitimciler bu durum karşısında durup düşünmek zorundayız. Eğitim sistemi "öğrencide yaratıcılığı" destekliyor mu? Öldürüyor mu? Kendilerine güvenler mi yok? Ya da öğrenciler andımızı benimsemiyor mu?

Sorular sorular...

Aslında her bir sorunun eğitim sistemimizde açıklaması ve karşılığı olmalı. 

Halk arasında bir düşünce oluşmuş: "Okuyup kafası yorulmadığı için kafası çok çalışıyor". Demek ki, eğitim sistemi çocuğun yaratıcılığını ve düşünmesini öldürüyor. Eğitim kafaları yormak ve üst üste tuğla yığar gibi birbiriyle ilintisi dahi kurulamayan bilgilerin kafaya doldurulmasını eğitim zannediyoruz.

Eğitim sistemi öğrencinin aklını allak bullak etmeli. Öğrencinin kafası karışmalı, öğrenci durmadan soru sormalı, kendini, yaşamı ve çevresini sorgulamalı.

Biz ne yapıyoruz? Öğrencilerimizi tek tipleştiriyoruz. Emirlere uyan birer emir eri gibi yetiştiriyoruz. Söyleneni alan ve kayıt eden, sınavda kaydı doğru geçiren öğrencileri ödüllendirerek başarıyı "sözde" yakalıyoruz. Yani kısa sürede "eğitim robotları" yaratıyoruz.

Daha okula yeni başlamış birinci sınıf öğrencinse hangi öğretmen çok yükleniyorsa o öğretmene "iyi öğretmen" diyoruz. Çünkü çocuğun kafasını yormasını iyi biliyordur. Eğitimin ileriki yıllarında bırakın kafaların yorulması âdete kafaların durmasına neden oluyor.

Düşünmeyi öğretmenin yanında "sana söyleneni al, düşünme, ezberle" diyoruz. Kalıbın dışına çıkıp aykırı soru soran öğrencileri "eğitim sisteminde hep sorunlu öğrenciler" diye algılıyoruz. 

Eğitimde "koşullandırma" yetişen bireye yapılabilecek en büyük kötülüktür. Bireyleri koşullandırarak sürü toplumuna dönüştüren devletler, örgütler ya da kurumlar sorunların az olduğunu zanneder; yaptığı koşullandırmanın başarısından bahsetmeye başlarlar. Ama yetiştirdiği ya da yönettiği bireylerin yaratıcılığını yok ederek adeta "köle düzeyine" düşürürler. Üstelik yaratıcılığını öldürürken bunu gönüllü olarak yaptırırlar.

Siyasal, toplumsal ya da dinsel anlayıştan yola çıkarak gönüllü köle düzeyinde bırakırlar ve öyle yetiştirirler. Örgüt, devlet ya da cemaat içinde bu köle anlayışına karşı gelmek, aykırı soru sormak, olayları sorgulamak, örgütten ya da cemaatten atılmaya kadar varabilmektedir.

İşin ilginç tarafı insanoğlu dışındaki diğer canlılarda da koşullandırma mümkün. Pavlov koşullandırma yöntemiyle hayvanlara bazı davranışlar kazandırabilmiştir. Ama insanoğlunun koşullandırmasının sınırlarını belirlemek zordur. İleri düzeyde koşullandırmalar yapılabilmektedir. Düşünebiliyor musunuz, o kadar ileri düzeyde koşullandırma yapılır ki, kişi gönüllü olarak kendisini öldürerek, havaya uçurarak, başkalarını yok ederek amacına ulaşacağını zanneder. Çünkü ileri düzeyde koşullandırılmıştır.

Koşullanan insan "acaba" sorusu sormaz. Sordurmazlar. İzin de vermezler.

Artık soru soracak ne cesareti, ne yaratıcılığı ne de sorumluluğu kalmıştır. Sormaya kalktığı zaman "aforoz" edilirler.

Canlılar içinde en yaratıcı olan insanoğlu koşullandırma yöntemiyle robot halede getirilebiliyor.  Şimdi eğitimciler olarak bir soruyu kendimize açık bir şekilde sormamız gerekiyor.

Eğitim sistemimiz "ezber" ve "koşullandırma" anlayışından ne kadar uzak; ne kadar içindeyiz; ya da içinde miyiz, dışında mıyız? Ne yaptığımızın farkında mıyız?

Nasıl eğitim yaptığımızın farkında değilsek...

Tanrının bize bahşettiği yetenek ve yaratıcılığımızı ne kadar geliştirip olgunlaştırabiliyoruz.

Üzülerek ifade etmek zorundayım ki, yetiştirdiğimiz öğrencilerimiz, demokratik toplum değerleri yerine daha otoriter yapıya eğilimli yetişmekteler. Çünkü eğitim sistemimiz öğrencilerin yaratıcılığını "sinsice" yok etmiştir. Direnenler bir şekilde hizaya sokulmuştur.

Siyasal, dinsel ya da kültürel kaynaklı ideolojilerin belirlediği kalıplar dışına çıkamayan ve sorgulayamayan insan tipleri yaratıyoruz. Tek tip insan istiyoruz. Çünkü değer yargılarımız bu, çerçevenin dışına çıkanı kabul edemiyor.

"Sürüden ayrılanı kurt kapar" diyoruz.

Her zaman sürüyü koruyacak unsurları yetiştirmeyi çok iyi biliyoruz. Bir kere sarı öküz gitti mi her şeyin gideceği çok iyi kavranmıştır.

Artık toplum olarak ezber ve koşullandırmanın nasıl sinsi bir hastalık olduğunun farkına varmaya başladık galiba. İşadamı, işletmeci olarak proje üreten, ekip çalışmasına yatkın, işbirliğini sağlayan ve iletişim kurabilen bireyler arıyoruz.

Yani kendi olan ve kendi yeteneklerinin farkına varan insanlar eğer birazda kendini yetiştirmişse, hemen toplumda göze batıyorlar.

İyi eğitilmiş bireyleri nasıl mı yetiştireceğiz?

Toplum duyduğu gereksinmeyi sonunda yaratabilir.

Artık yakınmayı bırakıp hep birlikte kafa yormanın zamanı geldi de, geçti bile.
 

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.