SON DAKİKA
Hava Durumu

Akıl tutulması, duyarsızlık; sırada ne var?

Yazının Giriş Tarihi: 07.08.2012 10:31
Yazının Güncellenme Tarihi: 07.08.2012 10:31

Dere yataklarında sele kapılıp ölen yurttaşlarımız için iki damla gözyaşı yeterli hissedildi. Normal koşullarda, sorumluların hesap vermesi için bir şeyler yapmak gerekmez miydi?

Yer altında, yüz karası değil kömür karası diyerek ekmek parası için uğraşırken iş güvenliği önlemlerinin alınmaması yüzünden yaşamını yitirenlere "güzel öldüler" denildi. Çıt yok, ölümün güzeli ne demek diye soramadı kitleler.

Ölümler güzel/çirkin diye değil; beklenen/beklenmeyen (erken) diye sınıflandırılır demeye kalktı birkaç cılız ses. Zamansız öldüler demeye getirdiler, kimse dinlemedi.

Bir başka selde, balık gibi istiflenmiş bir biçimde işe gelip gittikleri servis aracında boğulan işçiler çoktan unutulmuştu.

Yangında, kapıları kilitli bir fabrikadan kendilerini kurtaramayan kadın işçiler çoktan unutulmuştu.

İşe ilk girdiği gün, anlı şanlı bir otel inşaatında yüksekten düşerek feci biçimde can veren işçi çoktan unutulmuştu.

Çoktan unutulmuştu, ana yol üzerindeki durakta otobüs beklerken, üzerlerine dalan araçtan kurtulamayarak can verenler. Anayol üzerinde durak olur mu diye soramadı kentliler.

Hızlandırılmış tren faciası çoktan unutulmuştu. Okulda lavabo düşmesi yüzünden yaşamını yitiren çocuk, doğalgaz inşaatı sırasında yaşanan göçük nedeniyle yaşamını yitiren genç çoktan unutulmuşlardı.

Kadınların hemen her gün göz göre göre öldürülmesi ise artık o kadar sıradanlaştırılmıştı ki; neredeyse kimse bununla ilgili haberleri okumaz, kimse konuşmaz olmuştu. Bir kısım medyada erkeklerin öldürmekte haklı olduklarına ilişkin açık/gizli mesajlar sıralanıyordu bir yandan da. Erkekler haklıydılar yani, öldürmekten başta seçenekleri yoktu demeye çalışıyorlardı, ısrarla. 

Milyonlar tepkisizdi, umurlarında değildi kadın cinayetleri. Binlerce kilometre uzaklarda, duyarlı insanlar sorup, soruşturmak gereksinimi içerisindeyken; içimizdekilerin birçoğu "kader" diyesiydi, gözümüzün önünde katledilen kadınlara.

İşini yaparken insanlar uluorta katlediliyor, seyrediyordu yığınlar. Bir polis komiseri örneğin, saldırgan tarafından vuruluyor, televizyonların çoğu bir reyting fırsatı olarak sunuyorlardı izleyiciye, vurulmayı baştan sona. Şiddet kol geziyordu, toplum susuyordu.

Ders vermekte olduğu okulunda bir velinin saldırısına uğruyordu bir öğretmen. Başımızın tacı öğretmenlerimiz. Susuyordu diğer veliler.

Bir doktor, hasta yakını tarafından kalleşçe katlediliyordu, görevi başında,  görev yaptığı hastanede. Hastalar susuyordu.

Herkes farklı, ama herkes eşit değildi. İnsanlar arasındaki farklılıklara, bırakınız eşit olarak benimsenmesini; tahammül edilmesi bile söz konusu değildi. Çoğunluk içerisinde olmayanların sürekli tehdit altında yaşamaya zorlandığı bir hayat dayatılıyordu. İnsanlar güvercinlere dokunmaz sanılırken, kendisini bir güvercinin ruh tedirginliği içerisinde duyumsayan, ürkekçe ama özgürce yaşamını sürdürmek isteyenler bile hunharca katlediliyordu. İnsanlar çünkü güvercinlere bile dokunuyordu artık.

Trafik kurallarına uymamayı marifet sayan, eğitimsiz sürücülerle doluydu ortalık. Trafik kazaları yüzünden yılda dört binden fazla insan yaşamını yitiriyor, toplum susuyordu. Ancak bir yakınının başına gelince ölüm, duyuyordunuz haykırışları. Niye önlem almıyorsunuz diye sormuyordu yurttaşlar, güçlü bir sesle.

Gencecik Mehmetçikler bir biri peşi sıra şehit düşüyor, gencecik insanlar dağlarda yaşamını yitiriyor, toplum yalnızca seyrediyordu. Taraflar cenaze törenlerinde gösteri yapıyor, kısa süre içinde gençler unutuluyor; ateş, her zaman olduğu gibi, yalnızca düştüğü yeri yakıyordu.

Son otuz yılda elli binden fazla insanın yaşamını yitirdiği bir olgu; ırk, din, etnik köken, simgeler ve dil gibi çok sayıda bileşen üzerinden defalarca tartışılıyor, ancak konunun tarafları tartışmayı hiçbir zaman "yaşamak hakkı" üzerine odaklamıyordu. İnsanlar göz göre ölüyor efendiler, demeye kalkanlar ise seslerini bir türlü toplumun geniş kesimlerine duyuramıyordu.

Yalnızca ölüm değil, yaşamaya ilişkin ne varsa, eşitsizliklerle dolu; bir türlü insanların ilgisini çekmiyordu. Öylesine meşguldü ki zihinler, hazlar ve bireysel kurtuluş planlarıyla, sanki mümkünmüş gibi; birazdan kendilerini sürükleyip götürecek, sele dönüşecek olan suyun sesini duymakta hep geciktiler.

Herşeyin fiyatının bilindiği, ancak neredeyse hiçbir şeyin değerinin bilinmediği bu çağda; bir yanda akıl tutulması, diğer yanda buna sıkı biçimde eklemlenmiş kulakları sağır, gözleri kör ve yürekleri hissiz kılan bir duyarsızlık; tedirginlikle beklemedeyiz, sırada ne var?

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.