SON DAKİKA
Hava Durumu

62. Hükümet programında sağlık politikası

Yazının Giriş Tarihi: 04.09.2014 05:37
Yazının Güncellenme Tarihi: 04.09.2014 05:37

Sanırım Sayın Davutoğlu, AKP Hükümetlerinin, Türkiye'yi nüfusundan daha fazla acil servise başvuru yapılan dünyadaki tek ülke konumuna getirdiğinden habersiz. Ama bu durumun hayal bile edilmesinin mümkün olmadığı doğru!..

62. Hükümet de daha önceki AKP Hükümetleri gibi sağlık hizmetlerini "temel bir insan hakkı" olarak kabul ettiğini duyuruyor. Ancak hak kavramının yanlış yorumlandığı açık.

Hak, hukuk düzeninin kişilere tanımış olduğu yetkiler olarak tanımlanabilir ve hak kavramı bireyler arasında "eşitlik" içerir. En önemli özelliği budur. Yoksul ailelerin çocuklarının zengin ailelere göre dört kat daha fazla bir yaşını göremeden yaşamını yitirdiği ülkemizde, sağlık hizmetlerinin temel bir insan hakkı olarak tanındığından söz edilebilir mi?

Programda "Parası olmayanların hastanelerde rehin alındığı dönemlerin geride bırakıldığından" söz edilmektedir. Bu kısmen doğru olmakla birlikte, parası olmayanların hastanelere hiçbir şeklide başvuramadıkları için rehin kalmadıklarından söz edilmemektedir.

Programda sözü edilen kamu hastanelerinin tek çatı altında birleştirilerek bütün vatandaşların bu hastanelerden hizmet almasına olanak sağlandığı doğrudur. Ancak devlet hastanelerini tek çatıda birleştirmek üzere kurulan Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu'nun ne kadar kötü yönetildiği gözlerden kaçırılmaktadır. Sayıştay'ın denetim raporlarına göre; Kurumun bünyesinde faaliyet gösteren döner sermaye işletmelerinin mali tablolarının tam ve doğru olmadığı, mali tabloların birbirini doğrulamadığı, hesap kayıtlarının gerçeği yansıtmadığı görülmüştür.

Üniversite ve özel hastane kapılarının bütün vatandaşlara açıldığı iddiası ise gerçeklerden uzaktır. Üniversite hastaneleri yalnızca Genel Sağlık Sigortası kapsamı içerisinde yer alan ve yatak ücreti, muayene katılım payı vb. gibi her türlü katkı payını ödeyebilen yurttaşlara açılmıştır. Bu arada, herkese açılması ve sevk zinciri olmadığı için asıl üçüncü basamak hastaneden yararlanması gereken olguların çok uzak tarihlere randevu verilmesi yüzünden üniversite hastanelerine erişememesi, anlaşıldığı kadarıyla Hükümet tarafından yok sayılmaktadır.

Özel hastanelerin kapılarının açılması ise yalnızca yüzde 200'e varan "ilave" ücretleri ödeyebilenler için söz konusudur. Bir bedelin ilavesinin kendisinden iki kat fazla olması (!) ise akademisyen bir Başbakan tarafından atlanmaması gereken bir özellik olmasına karşın, programda bu konuya değinilmemiştir.

Sağlıkta Dönüşüm Programı ile özellikle yoksulların sigorta kapsamına alındıklarına vurgu yapılmasına karşın, bu durum gerçekleri tam olarak yansıtmaktan uzaktır.

Sosyal Güvenlik Kurumu'na göre, 2011'de Türkiye'de sigorta kapsamı dışında kalan kişi sayısı 10 milyonun üzerindedir ve nüfusun yüzde 14'ünü oluşturmaktadır. Buna ek olarak 6 milyon kişinin sağlık hizmetlerine erişemediği tahmin edilmektedir. Bunun bir yansıması olarak Türkiye'de 2011'de acil servislere 90 milyondan fazla başvuru yapılmıştır.

Türkiye, Sağlıkta Dönüşüm Programı ile dünyada nüfusundan daha fazla acil başvurusu olan tek ülke konumuna getirilmiştir.

Programın sağlık çalışanları açısından en şaşırtıcı açıklaması "Sağlık çalışanlarımızın çalışma ve iş yeri güvenliği şartlarını iyileştirdik" tümcesinde yer almaktadır. 

Sayın Başbakan'ın sağlık kuruluşlarındaki salgın bir hastalığa dönüşen şiddetten haberinin olmadığı anlaşılmaktadır! Bu tümceyi görevi başında katledilen genç hekim Dr. Ersin Arslan'ın annesinin gözlerine bakarak söyleyebilecek her hangi bir vicdanlı siyasetçinin olması mümkün müdür?

Sayın Başbakan'ın yaşadığı fildişi kulelerden çıkartılmasında yarar var; sağlık hizmetlerinin de tıpkı dış ilişkilerde olduğu gibi "sırf sorun" haline dönüştürüldüğünden habersiz görünüyor...

Programda vatandaşların özel muayenehanelere gitme mecburiyetinin büyük ölçüde azaltıldığından da söz edilmektedir. Ancak nedense vatandaşın artık muayenehaneler yerine özel hastanelere gitmek zorunda bırakıldığından hiç söz edilmemektedir!

Sayın Başbakan, 2002'de 271 olan özel hastane sayısını ikiye katlayarak 2012'de 541 sayısına ulaştıran sizin Hükümetlerinizdir, bunu unutmayın.

Programda tüm vatandaşların birinci basamak sağlık hizmetlerini ücretsiz almasının sağlandığının yazılması ise ancak unutkanlıkla açıklanabilir.

Başbakan aile sağlığı merkezine başvuran hastalardan katılım payı alındığını işlerinin yoğunluğu nedeniyle olsa gerek unutmuş olmalı!

Programda 2015'te aile hekimi başına ortalama 3.500 nüfusun düşeceğinin açıklanması (2012'de 3.634'tür), aile hekimlerinin iş yükünün azalmayacağını ve tükenmişliklerinin artabileceğini göstermektedir.

Programda yenilik olarak helikopter ambulansların gece uçuşlarına başlaması gösteriliyor. Keşke 112 hizmetlerinin kentler arasındaki eşitsizliklerine de değinilebilseydi!

"Ücretsiz gezici sağlık hizmetleri tüm yurda yayılmıştır" tümcesi için yorumu ise okuyucuya bırakıyorum; böyle bir hizmeti alan/tanık olan kaç kişi var acaba? Bursa'nın bizim ziyaret ettiğimiz köylerinin büyük çoğunluğunda böyle bir hizmetin söz konusu olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Başbakan acaba tüm yurt derken, nereleri kastediyor?

Programda ayrıca halkın sağlık hizmetlerinden memnuniyetindeki artış, Türkiye'nin cazip bir sağlık üssü haline getirilmesi (Sağlıkla ilgili konularda bile askeri terminolojinin tercih edilmesi de ayrıca dikkat çekici) ve vatandaşların hastalıktan ve yüksek tedavi maliyetlerinden korunması için kapsamlı bir Koruyucu Sağlık Stratejisinin çok sektörlü bir yaklaşımla hayata geçirileceğinden de söz ediliyor.

Başbakan Hükümet Programı yazılırken akademik titizlikten vazgeçmiş görünüyor. Çünkü referans olarak yalnızca kendileri tarafından yapılan araştırmalara atıf yapıyor; ya bağımsız araştırmacılar tarafından yapılan araştırmalar? Bazı araştırmacılar sağlık hizmetinden memnuniyetin on yıl öncesindeki değerlere düştüğünü açıkça gösteriyor...

Sağlık üssü meselesi ne yazık ki sağlık hizmetlerinin daha da fazla ticarileştirileceğinin habercisidir. Kapsamlı bir Koruyucu Sağlık Stratejisinin çok sektörlü bir yaklaşımla hayata geçirilmesinin hedeflenmesi de bu ticarileştirme ve piyasalaştırmanın bir başka parçası olacak gibi görünüyor.

Programda daha önce adı "Kamu-Özel Ortaklığı" olan Şehir Hastaneleri'nin ülkenin dört bir tarafına yaygınlaştırılacağından da söz ediliyor.

Kamu-Özel Ortaklığı yönteminin sağlık alanında uygulandığı ülkelerde bu uygulamaların piyasa için yeni fırsatlar sağlayan bir yaklaşım olduğu, amacının kamu yararı olmadığı bilinmektedir. 

Ülkemizde Şehir Hastaneleri ile ilgili en başta gelen sorun hastane binalarının ve donanımının kamuya yüksek maliyetidir.

Şehir Hastaneleri için yapılan ihalelerde Sağlık Bakanlığı tarafından belirlenen sabit yatırım tutarı ile yıllık kira bedelleri incelendiğinde; çok yüksek tutarların ödeneceği anlaşılmaktadır.

Bugüne kadar ihalesi gerçekleşen sekiz hastane için 25 yılda yapılacak fazladan ödeme ülkemizdeki yıllık sağlık harcamalarının yarısına yakın bir tutar olan 26 milyar TL'yi aşmaktadır. Planlanan hastanelerin tamamının yapılması halinde, 25 yılda 100 milyarın üzerinde kira ödemesinin yapılması söz konusudur.

Şehir Hastaneleri her ne kadar kamu hastanelerinin kavuşacağı yeni ve modern binalar olarak tanıtılsa da Kamu-Özel Ortaklığı yöntemiyle yapılacak bu yerleşkelerin "kamu" ile ilgisinin olmadığı açıktır. Şehir hastaneleri "kamu" adını kullanarak küresel sermayeye yeni ve büyük bir kaynak aktarmanın aracı olacak gibi görünmektedir. Kamuoyu sağlık alanında yeni bir özelleştirme ile karşı karşıyadır.

62. Hükümetin sağlık politikası daha önceki AKP Hükümetlerinin sağlık politikasından farklı değildir; ana rotası sağlığın ticarileştirilmesi, küresel kapitalizmin Türkiye'de daha fazla kar elde etmesinin sağlanmasıdır.

twitter.com/KAYIHANPALA

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.