SON DAKİKA
Hava Durumu

'Demokrasi' kapitalizme nasıl diş geçirecek?

Yazının Giriş Tarihi: 06.12.2015 02:11
Yazının Güncellenme Tarihi: 06.12.2015 02:11

Ekonomi ile ilgili son yılların en gözde kitabı kabul edilen 21. Yüzyılda KAPİTAL, işte böyle diyor!

Fransız ekonomist Thomas Piketty'nin yazdığı ve aylardır çevremde dolaşan bu kitabı okumayı nihayet tamamlayabildim.

İş Bankası Kültür Yayınları arasından çıkan büyük boy, 742 sayfa kitabı aslında büyük bir merakla almıştım. Zira Kapital adıyla, yıllar önce okuduğum kitap koskoca 3 ciltten oluşuyordu ve dünyayı yerinden oynatan, rejimlerin altüst olmasına yol açan, insanlığın son yüzyıldaki serüvenine damgasını vurabilen bir kitaptı.

Karşımdaki kitabın adı da Kapital olduğuna ve de Türkiye'nin en büyük şirketlerinden birisi olan İş Bankası'nın rafında satıldığına göre mutlaka ona bir alternatif olma iddiasına sahip olmalıydı!

Kitap raftan bana bakarken, sanki "O senin okuduğun 19. Yüzyıla ait Marx'ın kitabıydı, eski çamlar bardak oldu... Bak, işte 21. Yüzyılın Kapital'i benim!" diye bağırıyordu.

21. Yüzyılda KAPİTAL, küresel kapitalist sistemin işleyişini, eşine pek rastlanmayan veri zenginliği ile didik didik ediyor. İstatistik verilerin çeşitliliği açısından yeni Kapital, Marx'ın Kapital'ine hayli fark atıyor. Tabi, Marx 1840'lı yılların koşullarında bütün tırmalamalarına rağmen ancak o kadar veriye ulaşabilmiş olmalı.

Kitabı okurken duyduğum en büyük eksiklik, hatta kitabı zaman zaman gözümde sıkıcı hale getiren şey, Türkiye ile ilgili neredeyse hiçbir bilgi olmamasıydı. Türkiye'nin artık küresel sistemin bir parçası olduğunu kabul etmesem, "Bana ne bunlardan" bile deyip geçebilirdim!

Ama toplumda bölüşüm gibi kritik bir konuya odaklanması, eşitsizlikleri sorgulayıp, onun kaynaklarına yönelmesi, ardından da adaletsizliklerin düzelmesine ilişkin önerilerde bulunması, kitabı benim gözümde bir başucu kitabı haline getirdi.

Kapital, sosyalist sistemin çökmesiyle artık dünyanın tek hâkimi olan küresel kapitalist sistemin durumuyla ilgili çarpıcı değerlendirmeler sunuyor. Eski sosyalist ülkeler hakkındaki bilgilere yer vermeyen kitaptaki değerlendirmelerin, olan biteni anlamamıza büyük katkı sağladığını düşünüyorum ve bazı tespitlerin özetini dikkatinize sunuyorum.

1. Dünyada, çalışıp ter dökmeden, miras yoluyla sahip olunan zenginlikler; çalışıp üretilerek elde edilen zenginliklerden her zaman çok fazla oldu. Eşitsizliğin, adaletsizliğin en önemli göstergesi bu aslında...

Örneğin 1. Dünya Savaşı arifesinde miras yoluyla devralınan varlıklar, yıllık milli gelirin 5 katıydı. 1910-1950 arasında dünyada tam bir adalet rüzgârı esti, eşitsizlikler azaldı ve milli gelir, bu özel sermayenin yaklaşık 3'te 1'i düzeyine ulaşabildi. Ancak 1970, özellikle de 1980'lerden sonra denge yeniden özel sermaye lehine bozuldu.

2011'de mirasla gelen servetlerin toplamı, milli gelirler toplamının 5 katına tırmandı. Bu yüzyılın sonunda küresel eşitsizliğin daha da yükseleceği ve dünyada mirasla sahip olunan servetlerin, milli gelirler toplamının 7 katına ulaşacağı tahmin ediliyor. Yazar, buna çok tepkili, "Rant demokrasinin düşmanıdır", diyor.

2. Batı dünyasında adaletin en bozuk, eşitsizliğin en fazla olduğu ülke ABD. En az olduğu bölge ise Avrupa. ABD'deki Occupy göstericilerinin pankartında yazan "We are % 99 -Biz yüzde 99'uz " sloganı gerçek durumu yansıtıyor. Yani nüfusun en zengin yüzde 1'i ABD'de milli gelirin yarıdan fazlasını götürüyor!

3. Eşitsizlik türlü türlü... Her alanda zengin daha zengin, fakir daha fakir oluyor. Ülkeler arasında fark sürekli açılıyor. Çalışanlar arasındaki adaletsizlik de artıyor. Solun ve sendikacılığın güçlendiği dönemlerde çalışanlar arasındaki gelir farkları azalırken, özellikle 1980 sonrasında sendikaların zayıflaması, astronomik ücretli CEO'ların, taşeronlar ve esnek çalışmanın yaygınlaşması ile; bir yandan çalışanlar arasındaki ücret adaleti bozuluyor, diğer yandan ücretlilerin ulusal gelirden aldıkları toplam pay sürekli zayıflıyor.

4. Eşitsizlik sermaye kesiminin kendi arasında da sürekli artıyor. Örneğin nüfusun en zengin yüzde 10'u milli gelirin yüzde 60-70'ine sahip oluyor; ama bu yüzde 60-70'lik pasta diliminde aslan payını ilk yüzde 1'lik en zengin üst tabaka kapıyor!

Listeyi böyle uzatabiliriz...

Sonuçta Piketty, kapitalist sistemin artık bu şekilde yoluna devam edemeyeceğini, "Demokrasinin artık kapitalizmi kontrol edemez hale geldiğini" düşünüyor ve bu yüzden kitabın önemli bir bölümünü çözüme, önerilere ayırıyor.

Bir buçuk asır önce yazılan Kapital, yeryüzünde her türlü adaletsizliğin, sömürünün, yoksulluğun, eşitsizliğin ve dahi bilumum kötülüklerin kaynağı olarak "Kapitalist düzen"i görüyor ve çare olarak "Bütün ülkelerin işçileri ve ezilen halklar birleşin!" sloganıyla yoksul halkı zenginlerin, kralların, sultanların yönetimine isyan edip "Sosyalizmi kurmaya" davet ediyordu!

Ama Piketty o ölçüde cesur, heyecanlı, radikal çözüm önerileri dile getirmiyor...

Özetle, "Kapitalizmin, yeniden demokrasinin kontrolü altına alınmasını", şeffaf, denetlenebilir olmasını; böylece de zengin-fakir dengesi hızla bozularak, sistemin kendi kendini tahrip edip kaosa yol açılmasının engellenmesini öneriyor!

Önerilerine bakılırsa, yazarın aslında, batıda 1920-1970 arasında oluşan toplumsal dengelerin yeniden küresel boyutta kurulmasını tavsiye ettiği anlaşılıyor. Zira veriler o dönemin, eşitsizliklerin en az olduğu, yazarın ifadesiyle "Demokrasinin kapitalizmi kontrol ettiği, denetleyebildiği dönemler" olduğunu gösteriyor.

Ama bunda, Rusya'daki 1917 Ekim Devrimi ve Sovyetler Birliği'nin kurulması, ardından 2. Dünya Savaşı sonrasında sosyalist ülkelerin çoğalması, 1950'lerden itibaren Çin'in de katılmasının vs. etkisi hiç hesaba katılmıyor.

Evet, ABD, Japonya, Avrupa dâhil dünyanın büyük bölümü kapitalist sistemle yönetilmeye devam etti; ama gelişmelerden etkilenmediğini düşünmek hiç gerçekçi değil.

Örneğin yazar kitapta, Avrupa'da ücret gelirlerinin milli gelirden aldığı payın 1920-1970 döneminde arttığını ortaya koyuyor; ama bunun nedenini hiç sormuyor...

Emeklilik, yaygın eğitim, ücretsiz sağlık hizmeti, sosyal güvenlik kurumları vs. sosyal devlet uygulamalarının nasıl bir toplumsal mücadelenin eseri olduğuna ilişkin bir dinamik sorgulamaya girmiyor.

Hatta 1945-1975 arasını kapsayan ve Avrupa'da "Muhteşem 30 Yıl" olarak anılan dönemi sadece anıp geçiyor!

Oysa Avrupa'da hızlı büyüme, kalkınma; sanayileşme, altyapı, ulaşım, teknoloji üretimi, bilimsel ve laik eğitim, sağlık, emeklilik, çalışma yaşamı, kentleşme vs. modern Avrupa medeniyeti adına bugün bildiklerimizin neredeyse tamamı bu dönemde yaratılmıştı. Nedeni sorgulanmamış.

Evet, bu ülkeler kapitalist sistem içinde kalmışlardı, ama faşist Hitler rejiminin yenilgisi ve büyük dünya savaşı tahribatının ardından Avrupa ülkeleri uzun yıllar sol, sosyal demokrat partiler tarafından yönetilmişti.

Piketty, kitabında, kapitalist sistemde giderek artan ve tehlikeli bir hale gelen adaletsizliklerin frenlenmesi ve daha adil bir model kurulması, "21. Yüzyıla uygun bir sosyal devlet" yaratılmasını öneriyor.

Peki, bu nasıl olacak?

Bunun için sermaye kesimine "Artan Oranlı Gelir Vergisi" uygulanmasını, "Sermayeden küresel bir vergi alınmasını" öneriyor.

Yazara göre, başta Forbes listesindeki dolar milyarderleri olmak üzere zenginler servetlerinin belli bölümünü vergi olarak ödemeli. Bu, dünyada toplam GSMH'nın yaklaşık yüzde 2'si kadar bir kaynak eder. Bu para dünyayı tam adaletli bir yer yapmaz; ama en azından bu çılgın gidişi frenler, borçlanmayla dönen kamu harcamalarını destekler, adaletsizlik bir nebze azalır!

Buna göre, zenginler servetlerinden 1 milyon Euro'nun altı için yüzde 0,5; 1-5 milyon Euro için yüzde 1; 5-10 milyon Euro için yüzde 2; 500 milyon-1 milyar Euro için yüzde 5, daha üstü için de yüzde 10 vergi vermeli...

Ama bu, İsviçre gibi "vergi cenneti" bölgeler nedeniyle tek tek, "ulus devletlerde uygulanamaz", "küresel entegrasyon gerektirir", zira sermaye sahipleri vergi nedeniyle yurtdışına kaçar! Bu yüzden bu vergi küresel çapta alınmalı, yani bütün ülkelerde aynı zamanda uygulanmalı!

Ve yazar, "İdeal Toplum" için aydın, akademisyen kesimden siyasilere, bütün ahlaklı insanlara duyarlılık çağrısı yapıyor...

Marx, Kapital'i yazdıktan sonra, komünist ve sosyalist partiler uzun yıllar dünyaya adalet getirecek bu "sosyalizm"in nasıl olacağını tartışmıştı. Zira yıkılması gereken şey "kapitalizm" diye bütün ülkelerde olan bir şeydi; onu yıkacak olanlar da "Dünyanın bütün işçileri", çalışanlarıydı!

Devrimin dünya çapında olması gerekmez miydi? Neyse, 1917 Ekim Devrimi, hedeflenen "sosyalizm"in tek bir ülkede de olabileceğini göstermişti.

Şimdi Piketty'nin kitabının sosyalist-komünist partilerde dikkate alındığını sanmam. Çünkü amaç kapitalist sistemi yıkmak değil, onarıp sürdürülebilir hale getirmek. Ancak bunu hedefleyen sosyal demokrat partiler için de kitabın henüz bir "Eylem Kılavuzu" haline dönüştürüldüğünü söylemek mümkün görünmüyor.

F. Hollande , Fransa halkına, kemer sıkma politikaları yerine, yıllık geliri 1 milyon Euro'nun üzerinden olanlardan yüzde 75 Gelir Vergisi almayı vaat etmiş, seçimi kazanmıştı.

Ancak değil sermaye sahiplerine yeni vergi koymak, kendi bakanlarının bile vergilerini tam ödemesini sağlayamamıştı...

Krizin faturasını biraz zenginlere kesmeyi planlayan Yunanlı Syriza'nın başına gelenler ise malum.

Özetle, 21. Yüzyılında Kapital, herkese tavsiye edeceğim bir kitap. Dünyayı anlamamızı kolaylaştırıyor. Ancak çivisi çıkan adalet nasıl rotasına girecek?

Batılı anlamıyla bildiğimiz "Demokrasi" enseyi karartmış kapitalizme, kapitalistlere nasıl söz ve diş geçirecek, servet sahiplerini buna nasıl ikna edecek? Galiba yanıt bekleyen en zor soru bu.

Yazar belki de bundan sonrasını siyasi partilere bırakıyordur!

@ERODURSUN

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.