SON DAKİKA
Hava Durumu

Siyasal İslam, cemaatler ve özgürlükçü laiklik

Yazının Giriş Tarihi: 03.05.2011 08:32
Yazının Güncellenme Tarihi: 03.05.2011 08:32

Tartışmak istediğim içerikle çok ilgili olduğu için bu gelişmeyi görmeden geçemeyeceğim. Usame Bin Ladin'in öldürülmesi ulusal ve uluslararası haber sitelerinin birinci haberi.

Elbette haber değeri yüksek. Ancak Usame Bin Ladin'in öyküsü anlatılırken nedense hemen tüm haberciler öyküyü 11 Eylül'de ABD'de İkiz Kulelere yapılan saldırı ile başlatıyorlar.

Nedense kimse aslında Usame Bin Ladin'in ABD tarafından, Sovyetlerin Afganistan işgali sırasında yetiştirildiğini ve bizzat CIA tarafından eğitildiğini söylemiyor.

Bilmediklerinden mi?

Hiç sanmıyorum.

Sanırım tarihi böyle hatırlatmak istediklerinden.

ANAHTAR KELİME : YEŞİL KUŞAK POLİTİKALARI

Dünya henüz "çift kutuplu" iken ve ABD, karşısında birçok ülkede "anti-emperyalist" tehditler hissederken, tedbirlerini yoğunlaştırıyordu. Bu tedbirler Latin Amerika ülkelerinde kendisine bağlı grupları beslemek olurken, Orta-Doğu'da ABD'nin "yeşil kuşak politikasını" sanırım hepimiz hatırlarız.

Yeşil Kuşak politikaları ABD'nin en önemli siyasi aygıtlarından birisidir. İslam ülkelerinde, toplumun dini duyarlılıklarını solculara/devrimcilere karşı kullanmayı hedefleyen bu aygıtın örgütleyicisi de CIA olarak bilinmektedir.

Bu politikalar Afganistan'da Usame Bin Ladin'in desteklenmesi olarak gerçekleşirken ülkemizde kimi inanç gruplarının sola karşı örgütlenmesi, desteklenmesi olarak gerçekleşmiştir.

Usame Bin Ladin ve Taliban örneğinde olduğu gibi, kimi ülkeler de "ihtiyaç ortadan kalkınca" ve "kendisine karşı bir tehdit oluşunca" tasfiye etmek için uğraşılmış. Bazı ülkeler de ise "ihtiyacına uygun" siyasi hareketler haline de getirilmiştir bu "yeşil kuşak hareketler".

Bu yeşil kuşak politikaları ülkemizde en çok 12 Eylül döneminde uygulanmış ve daha sonraki Özal'lı yıllar ve değişik sağ hükümetler tarafından beslenerek büyütülmüştür.

Ülkemizde cemaat ve tarikatların büyümesi, güçlenmesi trendlerine baktığımızda iki dönem kritiktir. Birincisi 12 Eylül, ikincisi ANAP'lı yıllardır. Birde Demirel'in özel katkılarını unutmamak gerekir. Bu arada yeri gelmişken aynı Demirel'in 12 Haziran seçimleri için bize Turhan Tayan "misafirliğini/emanetini" anmadan geçmeyelim, kulaklarını çınlatalım.

12 Eylül askeri darbesi sonrası, o dönemki siyasal İslamcı parti MSP kapatılır. Diğer siyasi liderler gibi bu partinin lideri olan Erbakan da cezaevine gönderilir. Darbenin ilk günlerinde İslamcı çevreler büyük bir korku yaşar gerçekten.

Fakat çok geçmeden durumun pek de korkulacak gibi olmadığı fark edilir. Darbenin lideri Kenan Evren, neredeyse dini cemaatlerin yapmak istediklerini yapar hale gelir bir süre sonra.

Evren, yaptığı konuşmalarda ayetler, hadisler okur, İslami çevreleri över. Darbeciler, cemaatlerin desteği karşılığında okullarda dini eğitimi zorunlu hale getirir. Felsefe zorunlu ders olmaktan çıkarılarak seçmeli hale getirilir. Evren'in bu tutumu dini cemaat ve tarikatları alabildiğine rahatlatır.

12 Eylül darbecileri, özellikle anayasa oylamasına taban bulmak amacıyla, İslamcı çevrelere hoşgörülü davranır. Hatta kimi cemaatlerle de doğrudan ilişkiye geçer.

Nurcuların ileri gelenleri, darbecilerle yakınlık kurmaya başlar. Erzurum'da bulunan Mehmet Kırkıncı Hoca bunların başında gelmektedir.

Mehmet Kırkıncı Hoca, Kenan Evren'e mektup yazarak neler yapılabileceğine dair önerilerde bulunur, darbecileri överek dualar eder. Mehmet Kırkıncı'nın Demirel'e bağlı Yeni Asya Cemaati içinde çok etkili olduğunu öğrenen darbeciler de ona yakınlık gösterir ve özel görüşmelerde kendisine yardımcı olacaklarını söyler.

Kırkıncı Hoca, Fettullah Gülen ile işbirliği yapınca ortaya büyük bir güç çıkar.

İşte bu tarihten sonra cemaat ve tarikatlar ülkemiz siyasetine "yön veren" önemli güçlerden birisi haline gelir.

Artık ağırlığı Doğu ve Güney-Doğu'da hissedilen şeyh, şıh ve aşiretlerin siyasetteki ağırlıklarının yanına yenileri eklenmiştir. Cemaatler ve tarikatlar. Bunlar artık siyasetin gerçeği ve vektörleri haline gelmiştir.

SONUÇTA SİYASAL İSLAM REHABİLİTE EDİLİR!

Uzun bir analiz yapmayalım ama 28 Şubat'la birlikte yaşanan dönüşümü de hatırlamadan geçmeyelim. Aksi durumda bir boşluk kalacaktır.

Şimdi nasıl ki 12 Eylül dâhil bütün yaşadığımız tarihsel süreçlere ekonomik, siyasal ve sosyal sonuçları açısından bakmaya çalışıyoruz. Nasıl ki, 12 Eylül darbesini kim yaptı? Niçin yapıldı? Türünden sorulara yanıt ararken bunu yüzeysel ve sığ bir sonuca bağlayamıyoruz.

Nasıl ki 12 Eylül darbesi, Türkiye'deki üç beş tane generalin "Biz idareye el koyalım, insanlara işkence yapalım, bir kısmını da asalım" diye akıl yürütmesiyle oluşmamışsa ve idareye bu nedenle el konulmamışsa ve darbede yükselen toplumsal muhalefetin ve ABD'nin ülkemize biçtiği rollerin çok özel bir değeri varsa.

Aynı şekilde kurulduktan 10 ay sonra iktidar olan AKP iktidarı da, "Hadi bir parti kurup yüksek oylar alalım" mantığıyla ortaya çıkmış bir iktidar değildir.

Yani aslında AKP bir siyasi partiden çok bir projedir. Bu proje de 28 Şubat sürecinde olgunlaştırılmıştır. Bu projenin olgunlaştırılmasında cemaatlerin özel rolleri vardır.

AKP'nin dayandığı ana siyasal damar 12 Eylül'ün ürünü ve onun devamıdır. AKP, 28 Şubat sürecinde Erbakan'ın tasfiye edilmesi sonucunda dolaylı müdahale ile kurdurulmuş bir partidir. Arkasında uluslararası güçlerin olduğu bilinmektedir.

28 Şubat'tan sonra AKP'nin kurulmuş olmasının kanıtı nedir diye sorulabilir. Durum ortada değil midir? 28 Şubat'ta Erbakan'ın Milli Görüş çizgisindeki Refah Partisi tasfiye edilmiştir. Daha sonra onun içerisinden bir grup çıkmış ve Milli Görüş'ün anti-Amerikancı kimi görüşlerini bir kenara bırakarak daha liberal görüşler etrafında birleşen bir parti kurmuştur.

Böylece ortaya görüntü olarak "Dışı muhafazakâr içi liberal" bir parti çıkmıştır. Bu partinin bütün programı ve kuruluş mantığı da küresel sermayenin politikalarına uygun görüşler etrafındadır. Daha önce AB'ye karşı iken AB çizgisini bile benimsemişlerdir.

Kısacası, 28 Şubat'ta ABD karşıtı Erbakan tasfiye edilerek yerine Amerikancı-Ilımlı İslamcı Tayyip Erdoğan hareketi geliştirilmiştir. Ancak ana damar 12 Eylül'de büyütülen siyasal akımdır.

Yani yeşil kuşak politikalarının günün ihtiyaçlarına göre yeniden dizayn edilmesidir. Tek fark artık karşımızda bir AKP-Cemaat hükümetinin olmasıdır. AKP iktidarının bir parçası - belki de en önemli parçası- olan F. Gülen cemaati, artık bir inanç grubu olmaktan çıkarak bir "siyasi realite" haline gelmiştir.

Bugün pratik siyasal hattını ve ideolojik söylemini, İslami kavramlara ve referanslara sıkça gönderme yapan ve bu kavramları sürekli yeniden üreterek kuran bir siyasal özne ülkemizde hükümet etmektedir.

Bu hükümet kitlelerle kurduğu ilişkilerde de İslamcı kavramları ve dili kullanarak hareket etmektedir.

Burada AKP'nin açıkça İslam'ı istismar ettiği, politize ettiği, siyasallaştırdığı söylenebilir. Ancak siyasette kitle-bilinç-iktidar ilişkileri bu kadar tek boyutlu bir denklemle açıklanamayacak kadar da karmaşıktır.

Zira AKP hükümetinin bir diğer ve bu ilkiyle ilişkilendirdiği ikinci yüzünde, her türlü toplumsal hak taleplerinin, alın terinin, sendikal örgütlenmenin despotik bir söylemle ve fiiliyatla bastırılması da bulunmaktadır.

Gelenekçi ve muhafazakâr bir toplum tasarımı propagandası aracılığıyla, yoksul ve kendi kimliğini "Müslüman" olarak tarif eden kitlelerin desteğini alarak iktidar olan AKP, iktidarda olduğu dönemde açıkça emek düşmanı ve halkın haklarını gasp eden sermaye yanlısı bir politik programı doludizgin yürürlüğe koymuştur ve devam ettirmektedir.

CHP, SOL VE CEMAATLER

AKP, yoksulların oyunu sadece ekonomik rüşvetle değil, aynı anda onların dünya görüşü ve kültürel dokularına sinmiş bir takım geleneksel-muhafazakâr değer kodlarından bir kimlik modeli inşa ederek almaktadır. Bu kimliği meşrulaştırıp, siyasallaştırarak oy toplamaktadır.

Dolayısıyla AKP, siyasal iktidar dışında bir toplumsal iktidar zeminine de sahiptir. Bu konuda en büyük avantajı cemaat-tarikat türü bir örgüt ağına sahip olmasıdır. CHP, bu ağı parçalayacak politika araçlarından ve kanallarından yoksundur.

CHP'nin en yüksek oyları aldığı 70'li yıllara bakıldığında toplumda hak arama mücadelelerinin sembolü olan DİSK, TÖB-DER, DEV-GENÇ ve KÖY-KOOP gibi yaygın ve güçlü örgütlerin varlığı görülür.

Yani siyaset sadece görüşlerin haklılığından değil, toplumsal yapının dokusundan da etkilenmektedir. Toplumsal yapıda cemaatler geniş etki yaratıyorsa, siyaseten sonuçlarının yaşanması da kaçınılmazdır.

Bu tartışmada en netameli, en ele avuca gelmeyen kavram ise kuşkusuz "laiklik" olmaktadır. "Devlet Laikliği", verili devletin Genelkurmay, Anayasa Mahkemesi, HSYK aracılığıyla kamusal alan/özel alan benzeri spekülatif ayrımlarla oldukça kirlettiği bir alan olması dolayısıyla, solun elinde bir bayrak olarak taşımasını güçleştirecek kadar ağırlaşmıştır.

Ancak toplumsal hayatın dini referanslara göre kurgulanmaması anlamında laiklik, solun temel değerlerinden biridir.

Dolayısıyla sol, siyasetini üretirken de iktidarını kurarken de halkın dini inançlarına saygılıdır. Halkın dini inançlarını yaşamasının önündeki engelleri kaldırır, ancak toplumsal hayatın ve buradan hareketle devlet düzeninin, yargının, yasamanın ve genel olarak da bütün bir siyasal alanın meşruiyetinin dini kurallarla ve referanslara dayandırılması da, sol açısından kabul edilebilir olmaktan uzaktır. Sol yaşadığımız toplumun çok inançlı, çok kültürlü, çok dilli yapısını hep hisseder.

Sol, bütün inançların ( Alevilerin, azınlıkların ve başörtülü kızlarımızın eğitim hakkı da dâhil olmak üzere) anayasal güvence altına alındığı ve meşruiyetini, aynı anlama gelmek üzere varlığını bu güvenceyle sürdürebildiği bir düzenden yana olmak anlamında "laik"tir.

Öte yandan "laiklik meselesi" siyasal İslam ve sol arasındaki en ciddi tartışma başlıklarından biri olmuştur ve bundan sonra da olacak gibi görünmektedir.

Sol için inanç özgürlüğü, her bireyin doğduğu ve yaşadığı toplumsal alan dâhilinde inançlarından kaynaklanan herhangi bir baskı, tahakküm ve şiddete uğramasının önüne geçecek, her tür inancı anayasal ve fiili güvence altına alacak bir toplumsal/siyasal sistemden bağımsız düşünülemez.

Bu anlamda sol, siyasetini üretirken halkın inancını dikkate alır ancak halkın inancının üzerine bir siyasal hat inşa etmek başka bir şeydir.

Sol, toplumun oyunu almak adına bireylerin inançlarını istismar etmekten özenle kaçınır. Bu nedenle sol inanç gruplarının, cemaatlerin siyasallaşmasına itiraz eder ve bu durumla mücadele eder.

Sol, cemaatlerin ve inanç gruplarının bir vakıa olduğunu kabul etmekle birlikte, bilim ile dini referanslar arasındaki ilişkide bilimden yana taraf olur. Sol, inananın inancının önündeki engelleri kaldırmayı; inanç özgürlüğünün gerçekleşmesini sonuna kadar savunur. Bunun adı "özgürlükçü laikliktir".

SONUÇ

Bugün özgürlükçü laikliği savunurken bir gerçeği unutmamız mümkün değildir. Bugün cemaat destekli AKP, işçi sendikalı olmasın diye vardır, memur grev yapmasın diye vardır, öğrenci YÖK'e karşı çıkmasın diye vardır, köylü sesini çıkarmasın diye vardır, kölelik ücretiyle çalıştırılanlar, sözleşmeli istihdam edilenler, 4-C kapsamına alınanlar, sendikası, sosyal güvencesi, iş garantisi, sağlık karnesi olmayanlar şükretsin, isyan etmesin, başkaldırmasın diye vardır.

Özetle toplumsal eşitsizliklerde yoksul kitlelerin "itiraz etme, şükret" duygusunda olması için vardır. Bu durumun da inançlarla hiç bir ilişkisi yoktur.

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.