SON DAKİKA
Hava Durumu

Kent Konseyi mi, 'tavşana kaç tazıya tut' mu?

Yazının Giriş Tarihi: 01.10.2011 06:10
Yazının Güncellenme Tarihi: 01.10.2011 06:10

Sizce alacağımız yanıtlar nasıl olur?

Ben kurum olarak tanınmışlık, işlevsellik, hissedilirlik, ulaşabilirlik ve günlük hayata temas açısından alınacak yanıtların çok yüksek olacağını düşünmüyorum.

Kent Konseyi'ni duymuş olanların önemli bir kısmının değerlendirmesinin de "Büyükşehir Belediyesi yan kuruluşu ya da şirketi" olacağını yönünde ciddi bir kanıya sahibim.

Belki bir kısmı "Merinos Kültür Merkezi işleticisi", bir kısmı da "hayır kuruluşu" yanıtı verebilir.

Sanırım çok az bir kısmı da "bizim cemaatin kültürel merkezi" diyecektir.

Buyurun ölçelim. Ya da bir ölçüm varsa paylaşalım.

BURSA KENT KONSEYİ NE KADAR KATILIMCILIK SAĞLIYOR?

Yerel seçimler tarihi incelendiğin de son yıllarda "toplum katılımı" ve "birlikte yönetme" vaatlerinin seçim çalışmalarında üst başlıklardan birisi olduğuna hep tanık oluyoruz.

Vaatte bulunanın kimliği fark etmiyor ister sol, ister sağ bir parti ve ekip yönetmeye aday olsun "katılım ve birlikte yöneteceğiz" söylemini kullanıyor. Kulağa hoş geliyor bu söylem. Seçildikten sonra da unutuluyor.

Şimdi denebilir ki; "yahu milletin yerel yönetime katılacak hali mi var. İşsizler iş peşinde, işi olanlar aldığı düşük ücretlerle Bursa gibi pahalı bir kentte geçim derdinde. Elektrik ve doğalgaza gelen bu yüksek zamların yansımaları ile geçim derdi daha bir 'dert olacak'. Çocukların eğitim paraları, sağlıkta katkı payları, ulaşımın pahalılığı, kriz söylentileri, acaba işimi kaybeder miyim korkusu, işi olmayanın artık zor iş bulurum kaygısı" kısacası hayat gailesi.

Kim nereye-nasıl katılacak? Neden katılacak? Katılacak hal mi var? Katılsak bir yararı mı var?

Soruları olabilir.

Yazının bundan sonrası "katılıma meraklı olanlar" ve "katılımı önemseyenler" için devam edecek.

Elbette katılımcığı önemsemek için, katılımcığın önünü açan, kentsel demokrasiyi temel alan, toplumun değişik kesimlerine karar alma süreçlerinde söz ve karar hakkı tanıyan, adil, saydam ve ayrımcı olmayan bir belediye anlayışı gerekir.

Bu sadece "yeter şart" değil aynı zamanda "gerek şarttır".

Şimdi denebilir ki, "biat" ve "tevekkül" ün hakim kültür olduğu, popülizmin, iş bitiriciliğin ve Osmanlıcılığın merkeze alındığı belediyecilik anlayışında ne katılımcığı, kim katılacak?

Bu sorular anlaşılabilir ve sorulabilir.

Yazının bundan sonraki bölümü "bu koşullarda" katılımı önemseyenler için devam edecek.

Katılım iyi bir yönetsel sistemin kurulması ve toplumun söz karar sahibi olmasına aracı olup, genel amacı daha fazla demokrasidir.

Toplum katılımı ile siyasal sistemin alacağı kararların ilgili kamuoyu ile birlikte alınması ve yurttaşların karar süreçlerinin işleyişinden olabildiği ölçüde bilgi sahibi olması sağlanmakta ve bu yolla bireylerin siyasal sisteme ve kente yabancılaşması önlenmektedir.

Daha fazla yurttaş katılımı ile birlikte, fırsat eşitliğinin sağlanması, halk denetimi, bireysel hakların korunması, yönetimle bütünleşme, meşruluk, doğru ve etkin karar alma gibi konularda adımlar atılabilir.

Şimdi daha yerel ve öznel bir soru sorulabilir.

Büyükşehir Belediyesi "baş danışmanı" Semih Pala'nın başında olduğu Bursa Kent Konseyi hem katılım aracı olarak yurttaşların görüşünü "toparlayacak" hem de bu görüşlerin Büyükşehir Belediye politikalarıyla uyumlu bir hale getirileceği bir "sesin, isteğin, talebin, kimi zaman karşı çıkışın" "bağımsız sesi" olacak.

Bu mümkün mü?

Şimdiye kadar yaşanan pratik mümkün olmadığını gösterdi.

Sorun Semih Pala sorunu değil elbette. Semih Pala'yı tanırız. Kendi doğruları olan, inatları olan, hırsları olan ama en önemlisi Belediye ortamında yıllarca bulunmasına rağmen ismi "rant ve çıkar dosyaları" ile anılmayan bizim bu ilişkiler içinde adını duymadığımız bir kişidir. Bunu önemsemek lazım.

Kent ekonomik ve siyasal elitlerinin Büyükşehir Belediye dosyalarının nasıl "halledildiğini" bilen bizler bu özelliği önemsiyoruz.

Rant ve kent yönetiminin iç içe olduğu bu yerel yönetimde bu önemsenebilir. Ancak Kent Konseyi için bu "gerek şart" olabilir ancak "yeter şart" değildir. Rant ilişkilerine girmemek başka bir şeydir, "reel siyasetin gereği" şeklinde rasyonalizasyonla ranta direnememek ayrı bir şeydir.

Benim tanık olduğum ve yaşadığım örnekler ortada.

Semih Pala'nın başında olduğu Kent Konseyi önemli bir adım atmıştı. Kent dinamikleri ile "Bursa 1/100.000 Ölçekli İl Çevre Düzeni Planı Çalıştayı" düzenlemişti. Bu çalıştay da geniş kesimler ile alınan kararlar 22 Ekim 2010 tarihinde büyük bir toplantı ile paylaşıldı.

Demek ki bir yıl olmuş.

Bu çalıştay ciddi bir emek ve geniş bir katılım sağlanması açısından bence çok değerli bir çalışmaydı.

53 madde de toplanan önemli kararlar alındı.

Elbette her maddesi önemli ancak ben değerlendirmeye çerçeve olması açısından 50 ve 51. Maddeleri paylaşmak isterim.

50. Yeni yapılacak il çevre düzeni planında sınırları belirlenmiş mevcut tarım alanı arazileri üzerinde ilave yeni sanayi bölgeleri kurulmamalı, kontrolsüz sanayileşmenin tarım arazileri ve tarımsal üretime etkisi incelenerek planlama kararları üretilmelidir.

51. Korunacak tarım alanları içinde oluşmuş mevcut sanayi alanları dondurularak, ilave yeni sanayi alanları önerilmemelidir. Mevcut çevre düzeni planına aykırı bir şekilde oluşmuş sanayi bölgeleri ıslah edilmeli, kent içinde dağınık sanayi tesisleri, kapasitesi dolmamış organize sanayi bölgelerine taşınarak tasfiye edilmelidir.

Kim almış bu kararları?

Başında Semih Pala'nın bulunduğu Kent Konseyi Çalıştayı.

Sonrasında BESOB Sanayi Sitesi ve KOTİYAK kararları alınırken ne yapmış Semih Pala, alınan bu kararların başındayken. Sesini çıkarmamış/çıkaramamış.

Neden olabilir bu "kuzuların sessizliği".

Reel siyasetin çarkları işlemiştir muhtemelen. Burada Çağlar'ın Yeşilkent, Sönmez'in Hüsnügüzel Otel Projesi ve Osman Çelik'in Nilüfer'de villalık-konut projelerini hiç tartışmayacağım.

Diğerlerine "yutkunanların" bunlara yutkunması kent ekonomik elitleri ve "medya gücü" açısından daha bir anlaşılır. Ancak kabul edilemez bir "reel ihtiyaç ve güç" durumu.

Bana zaman zaman "Büyükşehir Belediye Meclisi'nden iyi ki ayrılmışsın" ya da "keşke ayrılmasaydın" diyenleri daha bir anlıyorum şimdilerde. Neyse konu bu değil.

Şimdi Semih Pala ve yönetiminin Kent Konseyi seçimini rakiplerine konuşma hakkı vermeden, açık oylama zorlamaları ile "hazırlanmış seçim ortamı" atmosferinde kazanmasını gönderdiği bir SMS mesajıyla "ezici" olarak tariflemesini anlıyorum.

Seçimde rakiplerini değil de "kenti rant uğruna" tahrip edenlere karşı neden "ezici bir rol üstlenemediğini" anlayamıyorum. Bu da benim anlayışsızlığım olarak kalsın.

Bursa yerel yönetimini izleyen hemen herkesin bu Kent Konseyi seçimleri ve işleyişinin ne kadar "göstermelik" bir anlam taşıdığını hissettiğini biliyoruz artık.

Kentin Akademik Odalarının "biz bu tiyatronun içinde olmayacağız" diyerek seçimlere katılmamasını son derece anlıyorum.

KONU KATILIMCI BELEDİYE OLUNCA BİR ÖRNEK: FATSA BELEDİYESİ

Katılımcı Belediye denilince ülkemizde hala aşılamamış bir Fatsa örneği tartışılır.

Hatırlamakta ve hatırlatmakta yarar var.

Terzi olan Fikri Sönmez Fatsa Belediye Başkanı seçilir.

Sanırım yıl 1979.

Fikri Sönmez Fatsa Belediye Başkanı olduktan ve belediye çalışmalarıyla ilgili olarak program taslağı oluşturduktan sonra ilk iş olarak mahallerde "Halk Komiteleri" seçimi yapılmıştır.

7 mahallesi olan Fatsa, yerleşim ve toplanabilme özelliklerine, ihtiyaçların kolayca karşılanabilme koşullarına göre 11 birime ayrılmıştır.

Her birim, nüfusuna göre üç ile yedi arasında Halk Komitesi temsilcisi seçmiştir, değişik siyasi görüşlerden.

Mahallerde halkın katıldığı ilk toplantılarda Fikri Sönmez ve belediye çalışanlarınca oluşturulan belediye çalışma programı taslağı tartışılmıştır.

Bu toplantılarda Halk Komiteleri üyeleri, gizli oy açık sayım esasına göre seçilmiştir.

Bu komiteler esas olarak mahallerde yapılan toplantılarda kararlaştırılan belediye hizmetlerini yürütmek, halkın yakacak, gaz vb ihtiyaçlarının rayiç fiyatlarla eşit olarak dağıtımını sağlamak, mahallelerin yol, su, elektrik, kanalizasyon vb belediye ile ilgili her türlü sorununun çözümünde söz ve karar sahibi olarak hareket etmelerine olanak sağlamıştır.

Fatsa ve Terzi Fikri deneyimi hala "katılımcı yerel yönetim" açısından konuşulmakta ancak geliştirilmemektedir.

Birimlerde yapılan halk toplantılarına Belediye Başkanı ve belediye çalışanları ve halk komiteleri üyeleri katılmıştır.

Belediye Başkanı ve belediye çalışanları belediyenin mali durumunu, maddi kaynaklarını, mahallerinin sorununu, hazırlanan program çerçevesinde yapılanları-yapılamayanları anlatmışlardır.

Yapılanlar ve yapılacak olanlar bu toplantılarda kararlaştırılmıştır. Mahalle toplantılarında belirlenenler, belediyelerin organlarından geçtikten sonra Belediye Başkanı tarafından yürürlülüğe konulmuştur.

Peki, bu deneyim nasıl sonuçlanmıştır?

12 Eylül darbesinin şefi Kenan Evren 5 Nisan 2005 tarihinde gazeteci Yavuz Donat'a bu modeli şöyle anlatmıştır.

"Orada Terzi Fikri diye birisi çıkmış... Devlet benim diyor... Fatsa'yı o komite yönetiyor... Ne yapılıp yapılamayacağının kararını halk veriyor... Veya halk adına o komite... Yani kararı devlet vermiyor... Devlet otoritesi sıfır... Devletin kanunları Fatsa'da işlemiyor... Sana böyle yüzlerce örnek anlatırım... İster misin?"

Toplum katılımı açısından ben isterim Ancak Recep Altepe ve Semih Pala ister mi bilemem? "göstermelik" değil "sahici" katılım açısından geliştirilmesi gereken iyi bir deneyim.

"Halk" ve "Halk Komitesi" lafından ürkmüyorsanız incelemenizde yarar var.

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.