SON DAKİKA
Hava Durumu

El oğlu IŞİD'miş, iyi mi?

Yazının Giriş Tarihi: 14.06.2014 05:05
Yazının Güncellenme Tarihi: 14.06.2014 05:05

Hatırlasanıza, kendisine "dahi" muamelesi yapılmıştı. Büyük bir "caka" ile Dışişleri'nin başına kondurulmuştu. Kitabı bile vardı. Kitabının ismi bile havalıydı "stratejik derinlik". Bak bak sen hem "stratejik"li, hem de "derinlik"liydi.

Tanıdığım, birçok AKP'li övmekle bitiremiyordu Ahmet Davutoğlu'nu. Kimileri onun için "gelecekteki başbakanımız" yakıştırması yapıyordu.

Bu övgüleri sıralayanlar bugün "stratejik derinlik" ve " Ortadoğu'da oyun kurucu olacağız" diyerek ortalıklarda dolaşan Davutoğlu ile ilgili ne düşünüyorlar doğrusu merak ediyorum. Oysa ne havalı günlerdi o günler.

Davutoğlu ve Tayyip Erdoğan kafa kafaya veriyor ve birgün "en yakın zamanda gidip Şam'daki Emevi Camii'nde namaz kılınacak" hedefini açıklıyor, diğer bir gün parmağını sallayarak "Esed, Esed " diye kükrüyordu.

Biz de merak ediyorduk "yaa bu kırk yılın Esad'ı şimdi niye Esed oldu" diye.

Şimdi anladık. İşin kerameti ve sihiri o büyülü lafta gizliymiş, "stratejik derinlik".

Sahi Tayyip Erdoğan'ın İran Cumhurbaşkanı Ruhani ile yaptığı basın toplantısını izlediniz mi? İzlemediyseniz dönüp arşivden bir bakın Allah aşkına!

Ruhani: "Esad'a kutlama mesajı gönderdiğini, kendi hakkındaki kararları her halkın kendisinin alacağını, seçimlerin Suriye'de demokrasiye doğru atılmış bir adım olduğunu, yanlış olanın yurtdışından gelip Suriye'ye dalan teröristleri desteklemek olduğunu" söyledi.

Sustu kaldı Tayyip Erdoğan. Sanırsınız Ruhani'nin söylediklerini duymadı. Onları duymayınca doğal olarak Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Mısır'da ki General Sisi'ye kutlama mesajı gönderdiğini de duymadı. 

Basılan konsolosluk ve rehin alınan vatandaşlar bir gerçeği gözler önüne serdi .

Türkiye düne kadar "stratejik derinliklerde" yüzerken kiminle kucaklaştı, kime kucak açtıysa şimdi onlardan uzaklaşmak, karşısına aldıklarıyla da yakınlaşmak zorunda kalıyor.

Sisi'yi kutluyor, Bağdat'taki Maliki'yi arıyor, İran'la yakın işbirliği geliştirerek dün besleyip silahlandırdığı gruplarla savaşmaya hazırlanıyor, iyi mi? Hatta "kırmızı çizgi" olarak ilan ettiği Kürt devletinin doğumuna bile selam duruyor. Selam durmak zorunda kalıyor.

İster misiniz bir adım ötesi de "Esed yine Esad" olsun!

Neden peki?

Çünkü, çok açık ki uluslararası sistem (siz bunu küresel güçler diye okuyun) artık Türkiye'nin kafasına göre derin sularda yüzmesine izin vermeyecek. Bu nedenle Tayyip Erdoğan baktı "papuç pahalı" Ruhani yönetiminde kendisinden daha fazla güven veren İran'a, "armudun sapı üzümün çöpü" demeden İsrail'e, hatta kafa kesenlere göre tercih edilebilir görülmeye başlanan Esad'a yaklaşacak. Böyle olacak yani. Zaten öylede yapmaya başladılar.

Her işi çözmüş, ukala, "Ortadoğu uzmanı" havasında yazıyı devam ettirmek istemem ama durumu hatırlar ve özetlersek o "havalı günlerin" neden geride kaldığını anlayabiliriz. Çok basit aslında, hatırlayalım.

1- 11 Eylül sonrasında, Ortadoğu'nun yeniden dizayn edilme sürecinde ABD şartları henüz oluşmamış olan bir coğrafyaya "demokrasi" götürme bahanesiyle Irak'ı yeniden işgal niyetindeydi. AKP'nin iktidara gelmesi de bu döneme rastlar. AKP'nin iktidara gelmesiyle birlikte Amerika bölgede ihtiyacı olan, "oyun açıcı" ve bölgeye model olacak bir güce AKP sayesinde sahip oldu. Bu nedenle AKP iktidarının önünü açtı. Üstelik AKP sadece "ılımlı" İslam anlayışının değil, aynı zamanda bölgede neoliberal ekonomilerin yerleşmesi için rol üstlenebilecek bir özellikteydi.

2- Bu rol tanımı ile birlikte Türkiye, "Büyük Ortadoğu Projesi" ve "Medeniyetler İttifakı" gibi havalı isimleri olan benzeri birçok oluşumda etkin öznelerden birisi haline geldi. Bir de kitap bile yazmış olan Davutoğlu'nun Dışişleri Bakanı olmasının ardından Osmanlı'dan kalma inanç eksenli etkiler yeniden canlandırıldı. O havalı günlerde "One-minute ayarı" yapılarak Tayyip Erdoğan'a bir tür "post modern halife" süsü verildi.

3- Türkiye ekonomik olarak daha önce görülmemiş bir hızda Ortadoğu'ya nüfuz etti. Mütahitler akın etti, ihaleler alınır işler yapılır noktalara gelindi. Hatta bu etkiye "yerli dizilerle" sahip olduğu kültürel paketi de beraberinde sunmayı ihmal etmedi. Kısa sürede yeniden Arap halkları için görülmesi gereken önemli bir cazibe merkezine dönüştü.

4- Bu noktaya kadar Türkiye rolünü gerektiği gibi oynamıştı. Ancak Erdoğan'ın artan kibri, Hakan Fidan ve Davutoğlu'nun kelimenin yumuşak anlamıyla "cehaleti" diyelim, yani devlet geleneği, diplomasi ve Dışişlerinden bihaber olmaları durumu Türkiye'yi yavaş yavaş felaketin kıyısına doğru getirdi. Suriye, Mısır ve İran politikalarıyla önceden pozisyon almaya çalışan ve sadece "Sünni eksenli" bir yaklaşımı benimseyen AKP çoğu kez başta ABD olmak üzere kendisine rol tanımlayan ve bu rolü de kabul ettiği küresel güçlerle ters düştü.

5- Gezi direnişi ile birlikte ortaya "politik bir paranoya" çıktı. Gezi'yle birlikte Tayyip Erdoğan uluslararası tüm aktörleri varlığına tehdit olarak görmeye başladı. Bu tehdit algısı ile Tayyip Erdoğan, reformist görünebilme becerisini yitirdi. Bir süre sonra söylemleriyle adeta Ortadoğu diktatörlerini dönüşmeye başladı. Bağırdı, çağırdı, parmağını salladı, sesini yükseltti, tehdit etti.

İPLER NE ZAMAN KOPTU?

Bence ipler Suriye ile birlikte koptu. Yine hatırlayalım;

1- Suriye'ye "demokrasi getirme" girişiminden bir süre sonra, başta ABD olmak üzere, Batılı ülkelerin Suriye'ye ilişkin tutumları daha değişken ve temkinli bir hal aldı. Bunun nedenleri arasında Esad'a karşı savaşan güçlerin El Kaide'yle olan bağlantıları yatıyordu. Esad'a karşı savaşanların, Suriye'nin ötesine geçip "Büyük İslam Devleti"ne dönüşme ihtimali Batılıları hem endişelendiriyor hem de bataklığa dönen coğrafyanın kendi haline bırakılmasının uzun vadede daha fazla avantajları olabileceği stratejisi olabilir. Çatışan tarafların zaman içinde güçlerini kaybederek, geçmişte olduğu gibi kendilerini yeniden "Batı medeniyetinin" şefkatli, iktisadi ellerine teslim edebilecekleri ihtimali her zaman olanaklıydı. Bu nedenle bir süre sonra ABD bölgede "kör taklidi" yapmaya başladı.

2- Türkiye işte tam bu sıralarda rolünü oynamaktan vazgeçerek, diğer güçler dünyasında ayrıştı. İktidarı ve medyasıyla gözünü Suriye'ye karşı kocaman açtı. Batılılar uçaksavar, top ve benzeri silahları vermekten özellikle kaçınırken AKP elinde, avcunda silah olarak ne varsa vererek "Özgür Suriye Ordusu"nun müttefiki haline geldi. Neden? Çünkü stratejik derinliği kendinden menkul olan Davutoğlu olayın sadece Suriye'yle sınırlı kalacağını düşünüyordu. Esad'a karşı girişilen savaşta Suriye'ye rahatça sokularak bir araya getirilen, MİT tarafından eğitilen, silahlandırılmış "kafa kesen cihadçı grupların" sebep olacakları felaketi öngörememişti Davutoğlu.

3- El Kaide'nin 25 yıllık eylem planları bilinirken bu planlar içerisinde yer alan, "halifeliğin yeniden canlandırılması" ve "Sünni İslam Cumhuriyeti kurulması" ideali var iken, muhtemelen bunun nasıl uygulanacağına ilişkin istihbarat bilgileri önünde dururken, bu eylem planında Türkiye'ye de yer verilmişken, "Stratejik Derinlik" isimli teorik kitabın yazarı Davutoğlu, Türkiye'yi bir karanlığa sürüklemeyi başardı.

4- El Kaide ve IŞİD arasında karışık bir hale gelen ilişki, IŞİD'in güçlenmesiyle yeni bir sürece girecektir. Musul'daki bankaların içini boşaltan IŞİD, artık sadece "iman gücüne" değil, ciddi bir paraya da sahiptir. Irak'ın ikinci en büyük kenti, petrol zengini Musul'u, Tikrit'i ve Felluce'yi ele geçiren IŞİD'in çarşamba günü Bağdat'a gireceği iddia edilmektedir. IŞİD'in güçlenmesi daha şimdiden diğer "cihadçı grupları" etkilemeye başlamıştır. Bağdat'ın IŞİD'in eline geçmesi ABD, Batılı ülkeler ve Türkiye için her şeyin Saddam Hüseyin döneminden daha kötü bir sürece girmesi anlamına gelir. Ayrıca IŞİD'in "popülerliğinin" artması Avrupa ve Amerika'da yaşayan sempatizanlarının radikal eylemler gerçekleştirmesine neden olabilir.
Şimdi tüm bu gelişmelerden sonra ne olur?

Muhtemelen küresel güçler kendi pratiğinde olmayan "İslam ve laiklik" ilişkisini daha önce hiç tartışmadığı bir şekilde, masaya yatırmak zorunda kalır.

Türkiye'nin bu süreçten nasıl etkileneceğini ise hep birlikte göreceğiz.

Bir gerçek var ki; Türkiye acilen AKP'den ve Neo-Osmanlıcılık saçmalığından kurtularak, inançlara saygılı yeni bir "özgürlükçü laiklik" anlayışına yönelemezse Ortadoğu'yla olan tarihsel ilişkisine mezhepçi çizgiden yaklaşmaya devam ederse, bu "stratejik derinliklerin" yıkımını çok daha derin yaşabilir.

Yeni-Osmanlıcı stratejik derinlikte yüzerek geldiğimiz nokta bu!

Diğer yandan, "emperyalizm eliyle demokrasi getirme" masalını da unutmamak gerekli. ABD'nin Irak'a demokrasi getirmekten kastı, milyonlarca insanın ölümü, tecavüzler ve katliamlar pahasına ülkeyi üçe bölmek idiyse, başardı.

Türkiye, bu coğrafyada önemli ve örnek bir ülke olarak bu derinliklerde boğulmadan durabilecekse, bu ancak bütün yurttaşlarıyla barışık, laik ve demokratik bir sistemi yaşatmasıyla olacaktır.

Bu "Osmanlıcılık" hayallerinin bizi ne hallere getirdiği ortadadır.

Mesele bu nedenle "parmak sallayarak" tehdit ederek, bağırıp-çağırarak konuşmakta değil gerçekten barışcı bir "fıtrata" sahip olacak bir meziyeti taşımaktır.

twitter.com/bulentaslanhan

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.