SON DAKİKA
Hava Durumu

Ankara'da gazeteciler var!

Yazının Giriş Tarihi: 01.12.2013 01:24
Yazının Güncellenme Tarihi: 01.12.2013 01:24

Aslında yerel medyanın kullandığı "yazı taktiklerini" bir de ben taklit etmeye çalışayım istedim ama gördüm ki, bu yazı denemem sonucunda Bursa'nın yarısı bana küstü!

Demek ki neymiş? Her tarzı denememek gerekliymiş.

Şimdi o tarzı bırakarak başka bir deneysel yazı için oturdum klavyenin başına.

Bakalım Bursa'nın geri kalan diğer yarısını küstürebilecek miyim? Deneyeceğiz, göreceğiz.

Bu yazım tarzı aslında biraz tembellik biraz da kolaycılık...

Hani bir "dert" anlatmak istersiniz ama kurduğunuz cümleler, peş peşe sıraladığınız görüşler bunu yeterince ifade edemez ve kısırlaşırsınız.

Sonra bir yazı okursunuz ya da bir film izlersiniz ya da bir şiir çıkar karşınıza "haaa tam da bunu anlatmak istemiştim" diye düşünürsünüz ya...

Sonra o yazıdan yaptığınız alıntılarla "derdinizi anlatmaya" çalışırsınız ve böylece de bir yazı yazmış olursunuz ya, işte onu deneyeceğim.

İtiraf edelim ki aslında o yazıyı siz yazmış olmazsınız.

Daha güzel derdini anlatan birinin kalemini kullanarak siz de dert anlatmaya çalışmış olursunuz.

İşte bunu yapmaya çalışacağım. İşin kolayına kaçacağım yani.

Düşündüm de Bursa'nın yarısı bana niye küstü!

Aslında yalın hali şu, bu küsmelerin.

Ben, "Önümüzdeki yerel seçimlerde CHP bir önceki hatalarını yapmamalı, sağdan "kalan" aday adaylarını, aday yaparak inandırıcı olamaz" demiş oldum. Bu nedenle AKP'den adaylık girişimde bulunup aday gösterilmeyince, CHP Büyükşehir Belediye Başkanı adayı yapılan Necati Şahin "uygun olmadı" diye bir görüşümü de naçizane ifade etmiş oldum.

Bu görüşümü yerel medyada kullanılan yöntemleri de içerecek şekilde söylemiş oldum bir de.

Necati Şahin'in adaylığını "çok uygun gören" bazı CHP'li arkadaşlar ve muhabir köşe yazarları farklı düşündüler ve "Necati Şahin CHP için çok uygun adaydır, en çok oy böyle alınır, mesele de zaten fazla oy almak meselesidir" demiş oldular. Farklı düşünenler için de, "densizdir, hemen istifa etsin" türünden görüşler beyan ettiler.

Eyvallah... Buraya kadar sorun yok. Sonuçta "küsmeleri" bir kenara bırakırsak her şey fikir özgürlüğü çerçevesinde ilerliyor.

Sorun şurada sanırım. Ben derdimi iyi anlatamadım.

Bu nedenle diğer deneysel tarza geçiyorum. 

Derdi daha iyi anlatan Birgün Gazetesi Yazarı Doğan Tılıç'ın benzer kaygıları içeren yazısından alıntılarla ilerlemeye çalışıyorum bundan sonra.

Sağ siyasetlerin tarzı açısından Doğan Tılıç şöyle diyor:

"Haydi, biraz sağa, sağın en fiyakalılarına bakalım.

"Dik duracağız ama dikleşmeyeceğiz" lafını ağzından düşürmeyen en fiyakalıların, dik durmaktan ne anladıklarını MGK belgesinin fiyaka bozan ıslak imzaları sayesinde gördük. O ıslak imzalar "yok hükmünde"ymiş, "konjonktürel"miş, o gün AKP henüz yeterince güçlü olmadığı için istenmeden atılıp, sonra sümen altı edilmiş.

Dik durup dikleşmemek; ilkeyi boş verip yalnızca yeneceğiniz kavgalara girmekmiş. Yalnız yeneceğin kavgaları göze almak, o güne kadar sinmek, hiç olmayacak ittifaklara girebilmekmiş dik durmak!

"O imzaları atmışız da ne olmuş, uygulamış mıyız?" demenin, "darbe konuşmuşsak ne olmuş, yapmış mıyız?" demekten ahlaken hiç farkı yok. İlkenin yerini "güç" alınca, bazen biri bazen diğeri hükümran oluyor. O kadar!

Sağa çektikçe siyaset bu hale geliyor işte. Burada iktidar paylaşımları çerçevesinde girilen ilkesiz çatışmalarda, ne kavgalar sonsuza kadar sürer ne de ittifaklar."

Anladığım kadarıyla Ankara için de CHP şöyle "sağlam bir sağcı aday" arayışına girmiş.

Ankara'daki CHP'liler ya da en azından bir kısmı bunu çok uygun görmemiş ve itiraz ederek görüş beyan etmişler. Bu görüşleri de Doğan Tılıç köşesine taşımış. Şöyle demişler:

"Türkiye'de AKP'nin, Ankara'da Gökçek'in yıkımını ve zorbalığını" izlemekten usanmış, sokağın gücünü de Gezi'den sonra daha net görmüş bir grup Ankaralı, belli ki CHP'deki gidişattan endişeli "CHP Genel Merkezi merkez sağ seçmeni kazanabilmek adına sağda aday göstermenin yollarını arıyor" dediler. Belli ki CHP'nin iyiliğini istediklerinden, arayışın yanlışlığını vurgulayıp, solun yerel yönetimlerde "solda olmayı, kendi olmayı savunduğunda başarılı olduğunu" anımsattılar.

"CHP'nin ve Ankara'nın ihtiyacı olan belediye başkanının kendini solda tanımlaması şarttır. Çünkü solda belediye başkanı dürüsttür. Çünkü solda belediye başkanı birleştirir. Çünkü solda belediye başkanı paylaşımcıdır. Çünkü solda belediye başkanı doğa dostudur, insan dostudur. Çünkü solda belediye başkanı Vedat Dalokay'dır. Çünkü soldaki başkanın belediyesi Fatsa'dır, Dikili'dir, Eskişehir'dir", dediler.

Dinleyip dinlememek, hep yakın duranları burada bırakıp Zaman'ın ruhuyla birlikte ABD yolculuğuna çıkmak CHP'nin bileceği iştir."

Akıl vermek bizim tarzımız değil.

Aklımızı kocaman partilerin ve onların ayar vericilerinin aklının üstüne koyup, onların yapıp ettiklerini akıl eksiliğinden sayarak, dert anlatmakta bizim işimiz değil.

Kim siyaseti ve adayları nereye çekiyorsa, aklına ve gönlüne öyle uygun düştüğü için çekiyordur. Eyvallah.

Ama biz "sol olsak biraz, sol kalsak birazda" dedikçe, "sol ne la" diyen bazı CHP'li kardeşler ve "CHP en çok oyu sağla alır" diyen "ayar vericilere de" birkaç cümle kurmuş Doğan Tılıç. Şöyle demiş:

"Solda duranlar yenilecekleri kavgalara bile gözlerini kırpmadan girdiler, ilkeleri vardı. Sola çekmek cesaret ister o yüzden!

Solda birinin, soldaysa gerçekten, ne sağın şimdiki nimet paylaşımı dışında kalmışlardan medet ummasının anlamı var, ne de bugünkü nimet paylaşımı kavgasından.

Haklarını teslim edelim, "sola çek" diyenler bunu epeyce yapmışlar. Solda bir belediye başkanının "dürüst" olması gerektiğini söylemişler. Dünü, bugünü ve yarına dair ortaya koyduklarıyla dürüst... "Birleştirici" olmalı demişler. Birleştiriciliğin garantisi olarak "paylaşımcılığı" yazmışlar. Gökleri delen yapıların değil, doğanın ve onun bir parçası olarak insanın dostu olması gerektiğini vurgulamışlar. Söylediklerini somutlama adına Fatsa'ya, Dikili'ye, Eskişehir'e işaret etmişler.

Şunu da ben ekleyeyim: Solda bir belediye başkanı, nimet paylaşımında kendisini en sona, külfet paylaşımında en başa yazabilmeli.

Önce bunları konuşup, buradan hareketle siyaset yapmaz ve yalnızca sonuca odaklanıp "bölmeyin" derseniz, o dehşet sözcüğünün de hiçbir ahlaki değeri olmuyor!"

Çocukluğumdan hatırlarım eskiden belediye başkanlarına "reis" denilirdi. Sonra "belediye başkanı" denilmeye başlandı. Şimdilerde ise "kent yöneticisi" gibi bir terim kullanılmaya başlandı.

Kurulu bir düzenleri olanlar için önemli olan kimin "reis" olacağıdır, yani mesele reisin ismidir. 

Kendilerine "emanet edilen" şehirlerde, "her işi halka mı soracağız" diyenlerin ağaçlar keserek yollar açtığı, köprüler yaptığı, AVM'ler diktiği bir düzenleri vardır ve bu düzeni devam ettirmek istemektedirler. Bunun diğer adı, şehri sorumsuzca bölüp parçalayıp satan "reis"ler düzenidir. Kenti rant olarak gören, insanlarından çok onlara tepeden bakan beton yapılarını seven bir düzendir bu.

Özelleştirmeyi güzelleştirme sayan, belediye hizmetlerini de özelleştirip, taşeronluğu yayan bir düzendir bu.

CHP seçmeni açısından durum bu nedenle zor.

Önüne konulan seçenek reis mi? Belediye başkanı mı? Kent yöneticisi mi?

Sağa yanaşarak, sağdan reislere "çok güzel oldu, en uygun reis de buydu, daha iyisi zaten bizim partide bulmak da zordu" diyenler bana küsmeye devam edebilirler. Dert değil.

Ankara'da gazeteciler var ama bizde de muhabir köşe yazarlığını aşacak bir tarz gerekir deyince küsen epey bir arkadaş da oldu bu arada. Bu da dert değil.

Aslında ben anladım durumu. Ama bu durumun bu halka bir yararı yok ne yazık ki. Bunu anlayamadım işte.

Sırrı Süreyya çok güzel bir cümle kurdu bu arada.

"Sadece kazanmak üzerine hesap yapanlar ganyancılardır"

Biz ganyancı değiliz.

Seçim bitince tası-tarağı toplayıp eve gidecek ve milletvekilliği seçiminde sırasını bekleyecek bir tarz yerine "Kente sahip çıkacak, sıkı bir muhalefette yaratmak da" önemli bir iştir.

Muhalif bir ruhun varsa elbet.

 

 

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.