SON DAKİKA
Hava Durumu

Ağaca bakarak ormanı görememek

Yazının Giriş Tarihi: 26.08.2012 01:59
Yazının Güncellenme Tarihi: 26.08.2012 01:59

Ne de olsa "bizim haberler" sınıfından sayılmazdı. Medyanın dış haberler bölümünde okunurdu hep. "Bağdat'ta bomba yüklü araç pazaryerine daldı, 73 ölü. Ölenlerin çoğu sivil Irak vatandaşı."

Kanıksamıştık artık. Bazen benzer "bombalı araç" haberleri Afganistan ya da nadiren Suriye haberleri arasında yer alırdı. Canımız sıkılırdı, üzülürdük.

Gazete haberi, TV görüntüsü olarak "dış haberler duyarlılığı" kadar bir sürede "vicdanımızı sızlatırdı".

O kadardı yani.

Başımıza gelince, başka oluyor.

Duyarlılığımız "dış haberler" zayıflığında olmuyor doğal olarak.

"Ateş düştüğü yeri yakıyor."

İçimiz yandı. Çocuk yaşta yurttaşlarımızı kaybedince. Bombalara bir kez daha lanet okuduk.

Antep'teki bombalı saldırı bunca "şiddet sarmalında" daha bir içimizi sızlattı.

Nicedir ülkemizde ortalık yeniden kan gölüne dönünce akla geleni yazmaya başlıyor "köşeler". Ama ortama tam bir "kakafoni" hâkim.

Teşhisler aynı bayatlıkta, klişelerde en ufak bir rötuş yok, kullanılan cümleler maalesef hep aynı. Bazı gazeteciler var ki sanırsınız ki, gönüllü "devlet gazetecileri".

O kadar akıldan, izandan yoksun, bıktıran içi boş analiz müsveddelerine talim ediyorlar ki yıllardır, insan şaşırıyor, sıkılmazlar mı, bıkmaz, usanmazlar mı?

Bu yazdıklarınızı hep okuduk, hep aynı nakarat. Sıkılmadınız mı? Copy-paste yazılarınızdan.

Siyasetçilerimizde aynı durumda.

Bir çoğu "hala gündemdeyiz" demek uğruna tıpkı Gürhan Akdoğan gibi "ben yıllar önce benzer bir açıklama yapmıştım" edasında eski açıklamasını "copy-paste" yapıyor. Bunun adı da açıklama oluyor.

Ne diyor? Hiçbir şey. Sadece ve sadece her tür sorumluluktan uzak "ben buradayım" lafları. İçi bom boş. Bunun adı da açıklama oluyor ve yazıyor köşelerinde birileri.

Ne diyor? Hiçbir şey. Kafasını takmış kendi partisindeki "ya ne olursa olsun barışı düşünelim, biraz düşünelim sonra konuşalım, bildik,benzer cümleleri kurmayalım" diyen kişilere. Oradan konuşuyor, fırsatı bulmuş onları suçluyor işte. Bazı "köşelerde" önemli açıklama sınıfından yazıyor bunları.

Ne diyor? Hiçbir şey. CHP-MHP arası "beyaz takım elbiseli, siyah gömlekli, beyaz Türk" açıklamaları işte.

Ne diyor? Hiçbir şey. Canı yanan anaların dilinden değil söyledikleri, "tuzu kurular sınıfından" açıklıyor da açıklıyor işte. Bildik bir dil yani. Şaşırtmıyor.

Sevgili Ceyhun İrgil'in "ayrılıkçı yazılarına" ne demeli?

Köşesinde yazmış da yazmış. PKK'ya sinirlenmiş "yetti gari" demiş.

İspanya'da BASK eylemleri ile Katalon hareketini PKK/ Kürt hareketi ile aynı zeminde değerlendiren talihsiz bir yazıyı köşesine koymuş.

Lafı getirmiş ve "Katalonlar gibi biz de sizi istemeyiz, ayrılırız, yetti gari, canımıza yettiniz" gibi bir yere bağlamış. Neresinden baksan sorunlu bir görüş. Birincisi Katalonlar zengin ve fakir coğrafyadan ayrılmak istiyor. Kürtler ise yoksul. Herkes şimdilik Ceyhun İrgil kadar varlıklı olmamalı ki " yoksul coğrafyadan ayrılma isteğinde değil."

İkincisi ülkemizde sayın İrgil kadar "ayrılık meraklısı" şimdilik çok yok şükür ki.

Yaşadığımız şiddet ortamında ilk akla gelenleri söyleyip köşesine taşıyanlardan birisi de sevgili Yüksel Baysal. Sayın Baysal'ın söyledikleri çok bildik. Hızlı geçiyorum.

Ama "Bursa'nın yeni siyasi patronu" Bülent Arınç'ın söylediklerini aynı hızla geçemeyeceğim.

Sayın Arınç, Kılıçdaroğlu'na kızmış ve demiş ki:

"Biz, ikimiz yapalım dediğimizde Sayın Kılıçdaroğlu niye bize gelmiyor da Meclis'i toplantıya bir başkasının isteğiyle topluyor?" demiş.

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ve devam etmiş:

"İkimiz bu işi yapacaksak, iki parti yüzde 76... Müthiş bir şey... Neyse söyleyeceğiniz biz dinlemeye hazırız. Doğru bulduklarımızı yapmaya hazırız... Ama gelmiyorlar."

İnsan sormadan edemiyor; yüzde 76 ile ne yapmak istiyorsunuz, kimseyi bulaştırmadan?

Çözümünüz var da, yüzde 76'nız mı eksik? Nedir çözümünüz?

Çözüm öneri yok.

Politika gereği konuşmuş işte. Çözüm önerisi nedir? İşte o yok.

Oysa sorunu çözmenin önkoşulu, sorunu anlamaktan geçiyor, ancak anlamak isteyen nerede? Bu aralar ortalarda o yok işte.

Sorunu konuşmaya çalışmamız, anlamaya çalışmamız gerekli ancak oraya geçmeden Antep'teki saldırı ile ilgili bir de İran cephesinin değerlendirmesine bakmakta gerekli sanırım.

İran'dan AKP'ye acı hatırlatma

İran Meclisi Milli Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu Sözcüsü Hüseyin Nakavi, Gaziantep'teki terör saldırısına değinerek, Ankara'ya komşuları konusunda yürüttüğü politikayı gözden geçirmesi uyarısı yapmış.

Nakavi, Gaziantep'te gerçekleşen bombalı saldırıyı değerlendirerek, "Ankara Suriye'ye müdahale edeceğine kendi iç meselelerine yönelsin" demiş.

Ankara'nın başta El Kaide olmak üzere Suriye'deki terör gruplarını desteklediğini hatırlatan İranlı parlamenter "Türkiye'nin bu desteği sadece Suriye'deki günahsız insanların hayatını kaybetmesine neden olmuyor belki Türkiye verdiği bu destekle kendi güvenliğini de tehlikeye sokmuş oluyor" diye konuşmuş.

Nakavi, "Türkiye şimdi bir iç krizle karşı karşıya kalmış durumdadır. Ankara Suriye'ye karışacağına ve bu ülke için düşmanca beyanat vereceğine kendi iç işlerini çözmeye baksın" demiş.

Nakavi, Türkiye'nin Suriye'nin iç işlerine müdahalesinin Ankara'nın zararına olacağını söylemiş.

Yani ne demiş İran özetle; "Suriye'de siz bunları yaparsanız, onlar da size bunları yapar" demiş. Suriye meselesinde AKP neler yapıyor hepimiz biliyoruz sanırım.

KRİTİK SORU: PKK MI KÜRT SORUNUNU YARATTI, KÜRT SORUNUMU PKK'YI?

Doğru sonuçlara ulaşmak için doğru sorular sormak gerekli şüphesiz.

Bu soruya yanıtınız; PKK Kürt sorununu yarattı ise bildik klişeleri konuşmaya ve yazmaya devam edebilirsiniz. Ne gam.

Ancak yanıtınız Gürhan Akdoğan, Ceyhun İrgil, Bülent Arınç gibi kestirmeden değilse biraz kafa yormanız gerekliliği ortaya çıkacaktır.

Ben de aklıma ilk gelenleri sıralamak istiyorum.

1- Suriye sorunu ile birlikte Ortadoğu'da taşların yeniden dizildiğini herkes söylüyor. Irak, İran ile Türkiye'nin politik dengeleri ortada.

Bu durum Kürt siyasetinde yeni yönelimlere ortam yarattı. Suriye Kürt özerk bölge girişimi ile yeni bir mevzi kazanan PKK, dönemin sunduğu fırsatlarla vur-kaç taktiğinden, vur-kal taktiğiyle topluma AKP rejiminin "güvenlikçi" politikalarının çözümsüzlük olduğuna dair mesajlar vermeye başladı.

Kılıçdaroğlu, BDP-PKK buluşması için, "PKK orada, BDP orada, medya orada, devlet nerede?" derken durumu özetliyordu aslında. PKK, tam da bunu söyletmek istiyordu. Hakkâri de gövde gösterisine yeltenen İçişleri Bakanı'nın başına gelenler ise bozgunun fotoğrafıdır aslında.

2- Bu görünümün tüm toplumda PKK ve Kürt siyasetine sempatiyi artırdığını sananlar yanılmaktadır. Bu görünüm, PKK sempazitanı Kürtleri, onlarla dayanışanları umutlandırabilir ama MHP'lisinden CHP'lisine büyük bir kesimde, AKP'nin düştüğü acizliğe sevinmekten çok, bir kızgınlık, öfke duygusu hâkimdir.

Bu duygunun da etkisiyle, zaten malumun ilanı olan BDP-PKK kucaklaşmasını da hazmedememekte, barışa, kardeşliğe, sağduyuya hiç de hizmet etmeyen duygu seli topluma hâkim olmaktadır.

BDP'yi kapatmaya, milletvekilli dokunulmazlıklarının kaldırılmasına heves ve niyet etmenin politik iklimi, kamuoyu, kolayca oluşturulmaya çalışılmaktadır.

3- Şemdinli'de, PKK militanlarıyla BDP milletvekillerinin kucaklaşmaları Başbakan'a "Bu ne muhabbet?" sorusunu sordurtmuş. Cumhurbaşkanı'nı, AKP'li bakanları üzmüş gibi görünmektedir.

Bekleneceği gibi, MHP'sinden bir dizi CHP'lisine, geniş bir kesim pek içerlemiştir bu görüntülere. Oysa ortada olağanüstü, umulmadık bir fotoğraf yoktur aslında. Kürt siyasetinin legal partilerinin hiçbiri PKK ile aralarında mesafe olduğunu, ayrı düşünüp ayrı davrandıklarını söylemediler ki şimdiye kadar. Niye şaşırıyor herkes, niye üzülüyor, niye kırılıyor anlamak güç.
Bundan dolayı milletvekillikleri düşürülüp içeri atılanlar olmadı mı? Oldu. Ardı ardına kurulan ve artık bir çırpıda isimlerini hatırlamadığımız Kürt siyaseti partilerinin hangisi PKK'den ayrı, onun yaklaşım ve yöntemlerini eleştirdiğini söyledi ki?

Hiçbiri.

"Siz başkasınız, sivil siyaset yapıyorsunuz, PKK silahlı terörist, onlarla aranıza mesafe koyun, onları kınayın, onlardan uzak durun" diyenler ve böyle olmasını isteyenler, hep ağaçla uğraşırken ormanı gözden kaçıranlar olmadı mı?

Sorun şu 2009'da Habur'da silah bırakmış üniformalı PKK'lileri karşılayan AKP iktidarı, yönetemediği bu açılım sürecinin ardından "güvenlikçi politikalara"dönüş yaptı. KCK operasyonları altında 7-8 bin Kürt siyasetçini, tutuklandı. Bunların aralarında milletvekilleri, belediye başkanları da var. "Kürt sorunu yoktur, Kürtlerin sorunları vardır" çizgisine kadar geldi ve herkes onun peşine takılarak birden Mehmet Ağar'ı -Tansu Çiller'i hatırladı.

4- PKK, BDP, KCK, gibi kısaltmaları olan oluşumlar, Kürt siyaseti ile ilgili bir bütünün parçaları değimlidir aslında? Üstelik bu yeni bir şey değildir ve herkes bilir. Bilir de kabul etmek istemez.

Günün birinde BDP'nin PKK'den ayrı duracağını, PKK'nin her nasılsa, durduk yerde, beklentileri yerine getirilmeden silah bırakacağını, bunların dışında başka uysal Kürt siyasetlerinin inisiyatif alacağını - mesela Kemal Burkay- umarak geçti on yıllar. Öyle olmadı, olacağa da benzememektedir. Ağacı bırakalım,ormana bakalım.

SONUÇ:

Silahla, zindanla, parti kapatmalarla bir şey elde edemiyoruz. Bunları defalarca ve yıllarca yaşayarak gördük, öğrendik.

Artık herkese giderek hâkim olan "akıl tutulmasından" sıyrılıp yeniden barışçı çözüme yönelmek zorundayız.

"Büyük Kürdistan, kurtarılmış bölgeler" gibi toplumu kutuplaştıran saçmalıklardan uzak durup, empati, sağduyu, ve aklımızı hakim kılmalıyız.

Her tür şiddeti kınamalıyız.

Ülke bütünlüğü içinde bir arada yaşamak ve eşit yurttaşlar olarak kabul görmek istiyoruz, diyenleri bir kez daha anlamaya çalışmalıyız. Ne isteyip ne istemediklerini, isteklerinin ne kadarının makul, karşılanabilir şeyler olduğunu tartışmak için elimizde hâlâ fırsat var, zaman var. Çok şey kaybedildi, daha fazlasını kaybetmeden yeni bir şey yapmalıyız.

Müzakere ile, konuşarak sorunları çözme yolundan yana, hep barıştan yana olmalıyız.

Ülkesini sevenlere, bu topraklarda Türküyle Kürdüyle birlikte yaşama tutkusu olanlara, özellikle akla gelen ilk bildik açıklamaları yapan, yazıları yazan arkadaşlarıma bir kez daha, ezberlerini gözden geçirmelerini öneririm.

30 yıldır "hadlerini bildirmek yazıları, açıklamaları" yapmak yerine, konuşabilmeyi, anlayabilmeyi yapabilseydik, bu ülkede hâlâ birçok genç insan hayatının baharını yaşardı, daha az düşmanlık, daha çok kardeşlik olurdu. Kanı durdurmak için, barış için hâlâ geç değil.

Seçim elimizde...

Seçim herhalde son kişi ölene dek birbirimizi vurmak olmayacaktır. Aklımız bu kadar tutulmuş olamaz.

Geride kalan ve hala sağ olanları yaşatmak için yüreğimiz kanasa bile ön koşulsuz 'barış' demek zorundayız.

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.