SON DAKİKA
Hava Durumu

Olay Gazetesi, biz, hatıralar

Yazının Giriş Tarihi: 29.09.2020 11:44
Yazının Güncellenme Tarihi: 29.09.2020 11:44

Olay Gazetesi bir ay ışığı gibi asılı kaldı Bursa'da. Yerel olmasından ötürü mütevazı fakat etkileyici bir odak olarak, 33 yıl önce Ekim ayında başlamıştı yayın hayatına.

150 yıllık geçmişiyle Bursa basını ve Anadolu'daki bu parlak yerel deneyimin adresi olarak Olay, ileriye yönelik birikimin okur birleşimince cömertçe omuzlanan en özgün örneklerinden oldu.

1987'nin yaz başı, Bursa Hâkimiyet'teyiz, sonradan Olay Tv'nin yereldeki son yöneticisi olacak olan İsmail Öztat ile Cavit Çağlar'a ekonomi sayfasına söyleşiye gitmişiz. Öztat çıkıyor tekrar geliyor dağınıklık oluyor, telefon ısrarla çalıyor. Belli etmiyor ama biraz sonra Çağlar'ın istediği Bursa Hâkimiyet'i, Sönmez Grubu'nun aldığını öğreniyorum. Yeni bir gazete kararına belki de bu provokatif an kaynaklık etmişti.

Bursa Hakimiyet'ten ayrıldığımızda Olay Gazetesi sadece bir fikir olarak vardı. Saruhan Bey, İzmir'den gelmiş, İlkay Balaban ile beni görüşmeye çağırıp "Niye ayrıldınız?" diye sorduğunda, tek bir şey söyledik, "Bir merhaba tenezzülü gösterilmediği için." Bunu kısa küçük ayrıntıyı da yazmak şimdiye kalmış demek ki

İktidardaki ANAP'tan bağımsız tutumuyla ihtiyatlı bir güç olarak algılansa da, ihtiyaç duyulandan başka izdüşümleri oldu her seferinde.

Bundan söz etmemek, bilinen bir şeyi unutacak hale getirme yanılgısı olur. Bu bir icattı ve hemen çok katılımlı bir icat oldu. Çağlar'ın öngörüsünün dışında, fakat itiraz etmediği bir pratikti.

Gazeteyi oluşturan ekibin yanında köşe yazarları arasında olmaktan onur duyduğum Özden Alpdağ, Yılmaz Akkılıç, Enver Ayhan, Aykan Uzoğuz'dan hayatta şimdi  sadece ben varım.

Hazin, kısa anlar... Özden Alpdağ'ın Ankara'dan omuzlarına attığı beyaz saçları. Vitrinde gördüğü keten takım elbiseye maaşımızın beş katı fiyat söyleyen mağaza sahibine "Senin patronun Özal mı?" diye çıkışan yazısı ve unutulmaz sadeliğiyle Enver Ayhan.

Madanoğlu Davasından yargılanmış bir süvariyken, 1977'de Bursa CHP İl Başkanı olup, Bursa'da elli yıldır tekrarı yaşanmamış yerel seçim kazandıran, fakat örgütü yeraltına götürüyor diye partiden atılan Yılmaz Akkılıç.

Ecevit, Olay Gazetesi'ne yakın köftecideymiş, Zafer (Opsar) haber dönüşü görmüş, Genel Yayın Yönetmenimiz Engin Özpınar, gazeteye davet etmemizi söyledi. Ecevit 'in çabası olmasa Rahşan Hanımı asla ikna edemezdim. Bu arada da, "1976'da öğretmen okullarından kazanılmış hakları neden aldınız"ı soramadım. Gazeteye geldiğimizde matbaadan yemekhaneye, yazı işlerinden yola, herkes Gençosman Köprüsüne uzanıyor neredeyse...

Çaylar içildi, Çağlar'la telefonda görüşüldü diye anımsıyorum, umarım yanılmıyorumdur. Fakat çıkışta Rahşan Hanım, Yılmaz Akkılıç'a elini uzatmadı... Bunu bu örgütçü, arşivci, mücadeleci ve şehrin yanılmaz hafızası ve herşeyin yanına Çağdaş Gazeteciler Derneği kuruculuğunu da katan ismi olarak Akkılıç'a, Olay'ın yönetim katında Demirel'in ''Bunları yılların antikomünisti olarak söylüyorum, 141 ve 142. maddeler kaldırılmalıdır'' demesiyle anarım hep. Mahkûmiyet dayatan paradoksun bir sureti olarak.

Aykan Uzoguz, cerbezeli eski bir öğretmen, hem de, Bursaporcu, yeni hediye etmiş Yalçın Küçük'ün 'Fatih' kitabını. Cesaretim biraz da bundan. Grup Yorum'a izin sıkıntısı var diyoruz. Valiye sorayım diyor. 1989'un son ya da ilkbaharı. Bursa Kültür Sanat Vakfı'nın en fırtınalı dönemini yöneten Genel Sekreteri Ömer Ersöz uğruyor, Theodorakis'in 'Z' filmindeki müzik anlamlarını anlatıyor, Inti Illiman'iyi getirmişliği var mesela. Sorumluluğu aldım diyor Açık Hava'da yağmur altında oluyor konser... Bu beşlide yer almamın hali başka oysa.

Heykel'e yakın bir yerde karşılaşıyoruz Emel Yoldaş'la. Annem genç ve hayatta. Mahkemelere o gidip geliyor, haber getiriyor. Cezaevinden çıkmışım bir vakit önce. İçimde küfür, dilimde Ahmet Telli, onlar muhabbet ediyorlar. Emel ressam, bir sergisine Mudanya'dan balıkçılar gelmişti ağları görmeye. Onlar gelirdi de Hasan Telci'yi anmaz mıydık?

Yeşil'de, Cihan Borçbakan'a kilim antika, boya sormaya gidiyoruz. Sonradan Willy Brandt'ın cenaze tören davetlileri arasında yer alan bu yenilmiş ama renk vermeyen kentsoylu, Emel'in okur yazardır dediği benim için, o gün Saruhan Ayber'e telefon ediyor, gazeteye başlıyorum. Ayber İzmirli gazeteci, Bursa Hâkimiyet'in öncü yenilikçi genel yayın yönetmeni. Çok yıl sonra tanış olduklarını bir söyleşide öğreniyorum Ant Dergisi yönetici Doğan Özgüden'den.

Organize Sanayi Bölgesi'nde binlerce işçinin çiçek bile sulanamaz bir suyu kullanmak zorunda kaldıkları haberini yapıyorum. Telefonlar çalıyor. Açıyorum. Ben diyor, Basın Bürosundan Bekir. Beni bana soruyor. Saruhan Bey çıkıyor odadan, herkesin duyacağı bir sesle polis işten çıkarmamı istiyor ama yapmayacağım diyor. Ismarla çayları. Bursa da 12 Eylül' den çıkmak istiyor. Fakat anmasam olmaz, Ceyhun İrgil o vakit Tıp Fakültesi'nde ögrenci, kısa bir süre çocuk sayfasında ben de çalışıyorum, Ceyhun'un şefliğini de güzeldi...

Bir de sinema var. 'Fahriye Abla' filmine ilişkin yazıyorum, Milliyet Sanat'ta Atilla Dorsay beğendiğini yazıyor, 1986 Abdi İpekçi adına Film Eleştiri Ödülleri için gidiyorum, Yaman Okay, Yavuzer Çetinkaya, Zeynep Oral hep beraber çekilen fotoğrafı Cumhuriyet Büro'dan Kutlu Esendemir ile Adnan Baştopçu Milliyet Larousse'ta görüyor. Geçiyorlar dalgalarını Aydın Doğan'la foto deyip, döndüğümde Ayber, köşe yaz bundan sonra diyor.

1987 Genel Seçimleri'nde Fehmi Işıklar SHP'den, Çağlar, Gazioğlu ve Cenkçiler DYP'den milletvekili seçildi. ANAP birinci yine.

Bursa'nın dağınık ilgisi, Özal'ın özelleştirme, savaş ve sermaye aktarımlarının kıyamet koparan meşruiyetine dair sonuçlardan yayılan karaltı değişik formlarla varlığını güçlendiriyor, 12 Eylül sürüyor, 90'lı yıllar hızla yaklaşıyordu. ANAP'lı yereldeki yöneticilere artık hayatta olmayan Ziya Hısımcıl'a gözaltılara alınan öğrencileri sormanın, Ural Duraner'le savaş karşıtlığını, rakı kadehini kafasında oturtan Semih Hısımcıl'a tutuculuğu, Ömer Esmer'e kendi kitaplığındaki kitapların öğrencilerde suç oluşunu konuşmanın  hükmü kalmıyordu. Bütünü önüne katıp götürecek alametler mevcuttu.

Birbirini bölen, kesen el değiştiren ve yıkan sosyo ekonomik değişimlerin hemen tümündeki asıl payda, şehirdeki güçlü küçük üretimin karakteri, teknoloji ve sermaye gelgitleriyle çatırdıyordu.

Sermaye yaratmaya hevesli ve başarısız çok örneği de barındıran ekonomik öncüller, 12 Eylül'ün açtığı yolda, yerel ve kişisel çıkarlarla ilgili bir dünyayı, kendisini tamamlayan oligarşik statüye mal ederek mevcudiyet dinamiğine eklemleniyordu.

Savunmasız yoksul insanları dert etmelerini kim bekledi ki ticaret ve sanayi odalarından, ama vergi veriyor diye ödül alanı, tarihi sektirerek burjuva kültürü mensubu olarak yutmadığımızı da biliyor ve kızıyorlardı muhtemelen, dil kavgasını kim hatırlamaz ki? Amirim, müdürüm, valim, bakanım, vekilim, başkanımmış!

Aklımda kalan bir çeşme açılışıydı galiba. Bir kalabalık bir tören, yazmış bulundum ki, Uruguay Devlet Başkanı da, öğlen şekerlemesinden önce böyle törenlerle telefon kulübesi açılışı yapıyormuş diye, o neydi, o ne çok laf işitmiştim hani! Hayır ziyanı yok lafın sözün de, Bursa sudan ibaretti de Zürih'te neden 1200 çeşme vardı madem!

Hakiki bir dili hayata geçirmeye çalışmak, lütuftan çok zakkumun yaşam sebebi zehrin vazgeçilmezliğiydi.

Gazetenin düne dair hatırasında, onca dert ve ihmal içinde gazete okuma saatleriyle, günün atıf ve çehre oluşturan canlılığını ekleme hevesindeki macerası değerli bir kazanımdı.

Yarattığı heves ve hisle, herkesin okuduğu, aksinde kendisinin devamına ilişkin bakiyeye sahiplik olduğundan Kapalıçarşı'da muhayyer süpürgeler yapan son ustaya, cezaevi koşullarını protestolarına imzalarımızla kendi gazetemizde destek ilanları yayınlama, yerelin yüz yüzeliğindeki çatışma ve kırılmayı göğüslemeye, Zonguldak kömür işçilerinin direnişine, Özal'ın "Mandela'mız ol" çağrısına itibar etmeyen Eşber Yağmurdereli'nin cezaevinde yıllardır yan gelip yatmadığına,125. Madde hukuksuzluğuna, toprak hattı olmayan evde yeni bağlanan çamaşır makinesinin elektrik kaçağından ölen gepegenç kadına, ikide bir sendikacı Mehmet Kanca'nın elindeki işsizlik sayılarına, gerilemeye rağmen teki yetmeyip iki şubeyle temsil edilen tekstil işçilerine, mesela Otomobil-İş üyesi işçilerle Mudanya'da hayranlık uyandıran sohbete, Mithat Kırayoğlu'nun şehri katleden imar projelerine direnişine, karmaşık bir bütünden enerji alıp enerji taşıdı.

Okurlarınca da oluşmasına el verilen bu özel hattın asıl parlaklığı, anti demokratik tüm hukuksuzluklara karşı 12 Eylül alçaklığından çıkış talebiydi.

Olay Gazetesi, tamamına erememiş bir deneyimdir. Bu özel deneyimin ilk katılımcıları Engin Özpınar, Erol Bilenser, Erdal Çolak, İlhan Öztat, İsmail Öztat, Mehmet Ali İnan, Yeşim Doğan, İlkay Balaban, Cengiz Yakut, Figen D. Arat, Kutup Dalgakıranlar, Yusuf Kotaman, Ayşe Aygör, Hülya Güven, Figen Akyıldız, İbrahim Erdoğan, Oya Bilenser, Suat Paçacı, Aziz Bükey, Erdal Akçay, Kahraman Atılgan, Aslan Şahin, Aysın Komitgan, Adnan Kabakçı, Ramazan Gelmez, Zuhal Kişin Köseoğlu, Sahavet Suda, Özden Dağtekin, Sadullah Organ, İbrahim Bursalı, Zafer Opsar, Ahmet Trak, Kayhan Kaymaz, Zeki Subay, Kadri Güler, Nahit Kayabaşı ve bunca yıl sonra adlarını anamamışlıktan ötürü af dileyeceğim tüm sevgili arkadaşları bir hatıra selamıyla, aramızda olmayanları sevgiyle anmış olayım.

Olay Tv nedeniyle de gündemde olan Cavit Çağlar'sa, ünlü İrlandalı yönetmen K.C. Branagh'a atıfla, başrolü kendine ayırmış olmalı.

Engin Özpınar ve Erol Bilenser, tüm kuşatma ve baskılara rağmen beni gazeteden çıkarmadı, veda yazım çıktığında, bir dili, şehri, ülkeyi sevdiklerimi uzakta bırakmak zorunda kalmıştım.

Evet, Olay, bir ay ışığı gibi asılı kaldı Bursa'da. Can Yücel'in şiirindeki o, bir sen eksiktin ay ışığı... misali.

Yükleniyor..
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.