SON DAKİKA
Hava Durumu

Saruhan Oluç: HDP tüm annelerin çığlığını duyuyor

HDP Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, çocukları dağa kaçırıldığı gerekçesiyle HDP Diyarbakır İl Başkanlığı önünde annelerin devam eden eylemleriyle ilgili olarak, "Adalet Bakanı belki sadece o annelerin çığlığını duyuyor olabilir ama bizler hem Diyarbakır'da oturan annelerin, hem Barış Annelerinin, hem de Cumartesi Annelerinin çığlığını duyuyoruz. Cumartesi Annelerine karşı ağır saldırıları yapan biz miydik?" dedi. Oluç tüm annelerin talepleri konusunda üzerlerine düşeni yapmaya hazır olduklarını söyledi.

Haber Giriş Tarihi: 06.09.2019 18:12
Haber Güncellenme Tarihi: 06.09.2019 18:12
Kaynak: Haber Merkezi
https://www.bursaport.com
Saruhan Oluç: HDP tüm annelerin çığlığını duyuyor

HDP Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, HDP Genel Merkezi'nde basın toplantısı düzenleyerek başta HDP'li belediye başkanlarının görevden alınarak yerlerine yapılan kayyım ataması olmak üzere gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi. Oluç, Diyarbakır'da çocukları dağa kaçırıldıkları iddiasıyla HDP İl Binası önünde oturma eylemi yapan annelere ilişkin soruya, "Adalet Bakanı belki sadece o annelerin çığlığını duyuyor olabilir, ama bizler hem o annelerin, hem Barış Annelerinin, hem de Cumartesi Annelerinin çığlıklarını duyuyoruz. Cumartesi Annelerine karşı ağır saldırıları yapan biz miydik? İktidar değil miydi? İçişleri Bakanı değil miydi." yanıtını verdi.

Saruhan Oluç'un yaptığı konuşma ve sorulan sorulara verdiği cevaplar şöyle:

-Diyarbakır'daki bahsettiğiniz eylemle ilgili ailelerin sayısı artıyor. Buna yönelik Adalet Bakanı'nın bir açıklaması oldu. "Diyarbakır'daki annelerin sesini ortadan kaldıramayacaksınız. Bu çığlık asla kesilmeyecektir. Çocukların dağa değil okula gitmesi için her türlü desteği yapacağız" diyerek bir açıklama yaptı. Bu açıklamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

-Biz hem o annelerin çığlığını duyuyoruz, hem Barış Annelerinin çığlığını duyuyoruz, hem de Cumartesi Annelerinin çığlığını duyuyoruz. Bütün anne ve babalara onun için sesleniyoruz. Diyoruz ki, HDP sizin çığlığınızı duyuyor. HDP, sizlerle birlikte çocuklarınızın evlerine gelmesi için her türlü mücadeleyi yapmaya hazırdır ve yapıyoruz zaten. Adalet Bakanı belki sadece o annelerin çığlığını duyuyor olabilir, ama bizler hem bütün annelerin çığlıklarını duyuyoruz. Cumartesi Annelerine karşı ağır saldırıları yapan biz miydik? İktidar değil miydi? İçişleri Bakanı değil miydi? Onlarca yıldır Galatasaray'da barışçıl bir şekilde oturan ve kayıp çocuklarını arayan Cumartesi Annelerini zorla, şiddet kullanarak oradan kaldırıp başka yere gitmelerini sağlayan ve açıklama yapmalarını engelleyen biz miydik? Adalet Bakanı o günleri unuttu mu?

'Annelerin tek bir gözyaşı daha dökmemesi için elimizden geleni yapacağız'

Biz diyoruz ki, bizler için fark etmiyor, hangi anne olursa olsun, ister asker-polis annesi olsun, isterse dağda ölen gençlerin anneleri olsun, bütün annelerin çığlıklarını duyuyoruz. Bütün annelerin bir tek gözyaşı daha dökmemesi için elimizden gelen her şeyi yapmaya hazırız. Bu konuda HDP'nin çok net bir tutumu var. Defalarca söyledik, söylemeye de devam edeceğiz. Bu mücadelemizden de vazgeçmeyeceğiz. Ancak barış sağlanırsa, ancak silahlar susarsa, ancak Türkiye'de demokrasi gelişirse, demokratik hak ve özgürlükler kullanılabilir hale gelirse, Türkiye'de yaşam hakkı ve barış hakkı işler hale gelirse, işte o zaman hiç kimsenin gözyaşı akmaz. Bir tek damla kan bile dökülmez ve Türkiye'de herkes mutlu ve huzurlu bir yaşamı, hak ettiği bir şekilde sürdürebilir.

'Soylu'nun tehditleriyle yerel seçimlerde ortaya çıkan irade çiğnenmektedir'

-Biraz önce Süleyman Soylu "İstanbul'a da kayyum atanacak mı?" sorusuna, "Pazar sabahı açıklayacağım" diye yanıt vermiş. Bu konuda neler söylemek istersiniz? 

Ben de şimdi sizden duydum. Bu konuda bir bilgim yok. Hangi bağlamda kullandığını  bilmiyorum, ama böyle bir söz sarf ettiyse hukuksuzluğun ve demokrasi düşmanlığının, seçmen iradesini gasp etmenin bir başka göstergesi olacaktır. 3 Büyükşehire,  Diyarbakır, Van ve Mardin'e kayyum atandığı zaman şunu söyledik: Öyle hukuksuz bir iş yapıldı ki, öyle keyfi bir iş yapıldı ki, bunu kabul ettiğimiz anda, bunu sadece HDP için demiyorum, bütün demokrasi güçleri için, bütün toplumsal ve siyasal muhalefet için söylüyorum, bunu kabul ettiğimiz anda bütün belediyelerin, büyükşehir-il ve ilçe belediyelerinin tepesinde Süleyman Soylu'nun Demoklesin Kılıcı gibi sallanmasını kabul etmiş oluruz. Biz bunu kabul etmediğimiz için Diyarbakır, Van ve Mardin'de sesimizi yükseltiyoruz ve herkese de susmayın diyoruz. Bu tehditlerle Türkiye'de yerel seçimlerde ortaya çıkan sandık iradesi çiğnenmektedir.

'AKP-MHP sandıkta kazanamadığını devlet şiddetini kullanarak elde etmeye çalışıyor'

Yarın İstanbul'da da yapabilirler, öbür gün İstanbul'un ilçelerine musallat olabilirler. Bir sonraki gün Ankara'ya gidebilirler, bir sonraki gün İzmir'e gidebilirler. Bunları niye söylüyorum. Yapsınlar diye değil. Şunun için söylüyorum: Bu yapılanlarla, bu atılan adımlarla AKP-MHP ittifakı sandıkta kazanamadığını devlet zorunu ve şiddetini, hukuksuzluğu kullanarak elde etmeye çalışıyor. Sandıkta kaybettiniz, şimdi başka türlü elde etmeye çalışıyorsunuz, ama bu halk bunu kabul etmeyecektir. Eğer İstanbul'a yönelik böyle bir şey yapılırsa, hiçbir demokratik meşruiyeti olmayan bir adım olacaktır.

-Açıklama şöyle gelmiş. "İmamoğlu, başka işlerle uğraşırsa pejmürde ederiz" demiştiniz. İstanbul'a kayyım mı atanacak? O da onu pazar sabahı açıklarız demiş.

Pejmürde sıfatını da yanlış kullandı biliyorsunuz. Türkçesi de biraz eksik. O konuda görüşlerimizi açıklamıştık, o konu üzerinde durmayayım.

Oluç'un gündeme ilişkin değerlendirmeleri ise şöyle: 

'6-7 Eylül'le yüzleşilmezse, farklı kimliklere yönelik baskılar asla durmayacaktır'

"Bugün 6 Eylül. 6-7 Eylül'e ilişkin bir hatırlatma yapmak istiyorum. 64 yıl önce bugün, tarihimizin bir utanç sayfası ile karşı karşıya kalmıştık. Tipik bir derin devlet provokasyonu ve operasyonuyla, Atatürk'ün Selanik'teki evinin kundaklandığı yalanıyla, başta İstanbul olmak üzere çeşitli kentlerde Rum yurttaşlarımız ve diğer Hristiyan yurttaşlarımıza yönelik ağır bir saldırı gerçekleşti. 12 kişi katledildi bu saldırılarda, kadınlar tecavüzlerle karşı karşıya kaldı,  ev ve işyerleri, sinagog, kiliselere, manastır, okul gibi yaklaşık 5300 mekana baskınlar yapıldı. Ve sonunda İstanbul, farklı dillerin, kültürlerin, inançların barış içinde bir arada yaşadığı bir kent olma özelliğini o yıllarda kaybetmiş oldu. Rum yurttaşlarımız göç ettiler. Biz bunu unutmuyoruz, bunca yıl sonra bile unutmuyoruz. Çünkü bu mesele unutulur ve bu mesele ile yüzleşilmezse, Türkiye'de farklı inançlara, kültürlere, anadillere, farklı halklara ve kimliklere yönelik baskılar asla durmayacaktır. Onun için bir kez daha bunca yıl sonra 6-7 Eylül 1955 olaylarını hatırlıyoruz. Yaşamını yitirenleri saygı ile anıyoruz.

'19 Ağustos Kayyım Darbesi'ne karşı büyük bir dayanışma dalgası oluştu'

Şimdi, biliyorsunuz 19 Ağustos'ta bir kayyım darbesi gerçekleşti, bir siyasi darbe gerçekleşti. 19 gündür bu Kayyım Darbesi karşısında çeşitli demokratik tepkileri, protestoları yaşıyoruz, dayanışmaları görüyoruz. Çok önemli bir destek ve dayanışma yaşandı. Özellikle Türkiye açısından bakacak olursak, Meclis'teki çeşitli siyasi partiler, Meclis dışındaki siyasi partiler, sivil toplum örgütleri, sendikalar, meslek birlikleri, dernekler, vakıflar, saymakla bitiremeyeceğimiz birçok kurum ve kuruluş 19 Ağustos'ta gerçekleşen kayyım darbesinin meşruiyetinin olmadığını, bunun halkın iradesinin gasp edilmesi anlamına geldiğini açık bir şekilde ifade ettiler ve destek ve dayanışmalarını sundular. Biz bunu çok kıymetli ve değerli buluyoruz. Gerçekten Türkiye'nin her yerinden ve her kurumundan bu destek ve dayanışmayı gördük, bunun sürmesini istiyoruz elbette ki.

Ama sadece Türkiye ile sınırlı kalmadı. Aynı zamanda Avrupa'dan, Amerika ve Japonya'ya kadar birçok yerden hem kurumsal düzeyde Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği gibi kurumsal düzeyde, hem de siyasi partiler düzeyinde, STK'lar, hukuk kuruluşları düzeyinde, çok ciddi bir destek ve dayanışma geldi. Bütün dünya halkın iradesinin, seçmen iradesinin gasp edildiğini, bunun demokrasiye çok ağır bir darbe olduğunu açık ve net bir şekilde görmüş oldu ve dayanışmalarını dile getirdi. Bu dayanışma devam ediyor, bunu çok kıymetli buluyoruz.

'Darbeye karşı son derece kararlı bir duruş olduğunu görüyoruz'

Halkımız bu darbeyi kabul etmediğini her fırsatta ifade etti. Son derece meşru olan demokratik protestolar, sivil itaatsizlik etkinlikleri sürüyor. Başta Van, Mardin ve Diyarbakır'da ve birçok kentte her gün halkın bu konudaki tepkilerini, itirazlarını, bu konuyu kabulenmeyeceklerini görüyor ve izliyoruz. Milletvekillerimiz başta olmak üzere parti yöneticisi ve parti örgütlerimiz bu konudaki çalışmalarını halkla birlikte sürdürüyor. Mahallelerde, ilçelerde halkla yüz yüze gelip konuşma, görüşme ve bu konuyu anlatma çabamız sürüyor. İrademize sahip çıkmak, geleceğimize sahip çıkmak, siyasi partimize sahip çıkmak konusunda son derece kararlı bir duruş olduğunu görüyoruz.

'Demokratik protestolara saldırmak suçtur'

Bu demokratik ve meşru protestolar Türkiye'nin batısında da yaşanıyor. İstanbul, Ankara, İzmir başta olmak üzere, Antalya, Mersin, Adana ve birçok başka ilde de hem parti örgütlerimiz hem de STK'lar bu protestoları devam ettiriyorlar. Ancak ne yazık ki, özellikle batı illerinde, İstanbul'da, Ankara ve İzmir'de bu demokratik protestolar kolluk güçlerinin saldırıları ile karşı karşıya kalıyor. Dün de İstanbul, Ankara ve İzmir'de gözaltılar oldu ve gözaltına alınan arkadaşlarımız serbest bırakıldı. Ama bu gözaltılar sırasında ağır darp yaşandı. Kolluk güçlerinin bu protestoları kabullenmemesini, bu gözaltı ve saldırıların yaşanmasını da biz kabullenmiyoruz. Bu anayasal hakkıdır herkesin, düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında basın açıklaması yapması, barışçıl bir şekilde protestosunu dile getirmesi, iktidarın hukuksuz bir şekilde anayasayı, yasaları, evrensel demokratik sözleşmeleri çiğneyerek seçmen iradesini gasp etmesi karşısında pozisyonunu ifade etmesi, görüşlerini açıklaması anayasal bir haktır. Buna yönelik saldırılar ise suçtur.

Biz biliyoruz, iktidarın neden bu adımları attığını. 2 temel konu var. Bir tanesi seçmen iradesini yok saymak, seçmen hakkını gasp etmek, sandık iradesini yok saymaktır. HDP'nin yerel yönetimlerde, belediyelerde yer almaması, halkın kendisini yönetecek kişileri seçmemesi için bu adımı attıklarını biliyoruz. Bu işin siyasi yanı. Ama bir başka yanı daha var.

'Yenikapı İsraf Sergisi yolsuzlukların ve hırsızlıkların fotoğrafıdır'

Biliyorsunuz dün itibariyle İstanbul'da büyük bir sergi açıldı. Herkes gidip görebilir. Yenikapı İsraf Sergisi adı altında bir sergi açıldı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde nasıl bir israf uygulandığının birçok örneği var elbette; nasıl bir usulsüzlük ve yolsuzluk yapıldığını ortaya koyan bir sergi. Anlatmama çok gerek yok, fotoğraflar ortada. Yenikapı İsraf Sergisi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi başta olmak üzere AKP'nin elinde olan bütün belediyelerde yaşanan israfın, yolsuzlukların, usulsüzlüklerin, hırsızlıkların, yandaşa peşkeş çekmenin, yandaş şirketleri ve vakıfları halkın parasıyla beslemenin örneklerinden bir tanesidir. Tek değildir elbette. İstanbul'da açılması gereken çok dosya var. Onlar da açılacaktır diye umut ediyoruz. Bu ahbap çavuş ilişkisinin ortaya çıkarılması ve bunların hesabının sorulması, hem hukuki hem de siyasi anlamda hesabının sorulması elbette çok önemlidir.

'Benzer israf sergilerinin açılmaması için kayyım atadılar'

Peki neden İstanbul'daki Yenikapı İsraf Sergisini söylüyorum? Şunun için. Diyarbakır, Van ve Mardin belediyelerinde, bu 3'üne kayyım atandığı için şimdi bunlar üzerinde duracağım.

Daha önce, 2.5 yıl önce kayyım atanmış 95 belediyemize de yolsuzluk, usulsüz harcama ve israf dizi boyudur. Yani gerçekten saymakla bitmez. Bunları, belediye eşbaşkanlarımız seçildiği zaman yavaş yavaş açıklamaya başladılar. Ele geçen faturalar ve kayıt defterlerinde bu israfın bu usulsüzlüğün hangi boyutlara vardığı ortaya konulmaya başlandı. İstanbul'daki Yenikapı İsraf Sergisi'ne benzer sergilerin Diyarbakır'da, Mardin'de, Van'da açılmaması için de kayyım atadılar. O usulsüzlük ve yolsuzlukları örtmek için kayyım atadılar.

Bakın Biz çıkardık, mesela kayıt defterleri ve faturalar açısından Diyarbakır, Mardin ve Van'da kayyımların kişisel harcamalarını çıkardık.

'Kayyımların kişisel harcamalarıyla binlerce öğrenciye burs verilebilirdi'

Belgeler elimizde, kişisel harcamalara baktığımızda mesela Diyarbakır'da 2 milyon 500 bin TL, Mardin'de 2 milyon 581 bin TL, Van'da 856 bin TL kayyımların  2,5 yıl boyunca yaptıkları. Bu kayyımların kişisel harcamaları ve usulsüzlüklerinden neler yapılabilirdi? Kaç çocuğa burs verilebilirdi? Eğitim-öğretim yılı başlıyor pazartesi, okula yeni başlayan ve okula devam eden kaç çocuğa kitap ve kırtasiye sağlanabilirdi? Kaç çocuğa faydalanabileceği kitaplıklar,  kütüphaneler açılabilirdi. Sadece eğitimden bakmayalım, kaç ailenin su faturası ödenebilirdi? Kaç aileye gıda yardımı paketleri verilebilirdi? Kaç aileye kira yardımları verilebilirdi? Bunların hepsini çıkardık, dosyaladık.

Yolsuzluk ve hırsızlık öyle bir boyuta varmış ki, kişisel harcamalar öyle bir boyuta varmış ki,  her baktığınızda insanın içi acıyor. Mesela Diyarbakır'daki 2 milyon 127 bin liralık banyo faturasıyla 4255 öğrenciye burs verilebilirdi. O fıstıklı kadayıfların faturalarıyla yüzlerce burs ve kitap-kırtasiye yardımı yapılabilirdi. Mesela Mardin'de 1 milyon 719 bin liralık yemek faturası var. 3500 öğrenciye yardım yapılabilirdi öğretim yılı açısından baktığımızda. Van'da 170 bin liralık takım elbise bedeliyle 350 öğrencinin öğretim giderleri sağlanabilirdi.

'AKP-MHP iktidarının korkusu bütün bu rakamların ifşa olmasıydı'

Tek tek bunları açıklayacağız. Bütün bunların elimizde raporları mevcut. Bu dosyaların açıklanmaması için de aslında kayyım atandı. Kayyımlar belediyelere inanılmaz borçlar bıraktılar. Diyarbakır'da 760 milyon TL borç vardı, Van'da 1,5 milyar TL borç. Mardin'de 1 milyar TL borç. Bütün belediyelerde, en küçük belediyede bile inanılmaz ölçülerde borç bıraktı kayyımlar. Şu anda belediyelerimizin yaptığı, yapabildiği tek şey bu borçları ödemek. Bu borçları ödeyerek belediyenin kendi imkanlarını halk için seferber etmesinin sağlanması gerekiyor. Bu borçlar nedeniyle çalışanların maaşlarının ödenmesi bile son derece zor.

Bu borçlarla, 3 büyük şehir açısından söylüyorum, halk için hangi imkanlar yaratılabilirdi? Çocuklar için, yoksul aileler için kira yardımları, eğitim giderleri konusunda yine bir çalışma yaptık, inanılmaz rakamlarla karşı karşıyayız. Bunlar konuşulmasın diye kayyımlar atandı aynı zamanda. MHP-AKP iktidarının korkusu buydu aynı zamanda. O bölgede yaşanmış olan Diyarbakır, Van, Mardin başta olmak üzere bütün il ve ilçelerde yolsuzlukların faturaları ortaya çıkacak diye.

'Türkiye'deki bütün insanlara çağrı yapıyoruz: Sesinizi yükseltin'

Şimdi biz halkımıza çağrı yapıyoruz, Türkiye'deki bütün insanlara çağrı yapıyoruz. Bu yolsuzluk, usulsüzlük karşısında susmayın, sesinizi yükseltin. Bu susulacak bir konu değil. Bu kayyım atamalarıyla iş bitti mi? Bitmedi. Bakın bu iktidarın icraatı devam ediyor.

Bizim il ve ilçelerde çoğunluğu elimizde bulunan belediye meclislerine musallat oldular. Ne yapıyorlar? Elimizde çoğunluğu olan belediye meclisleri, il ve ilçeleri kast ediyorum, oradaki çoğunluğu kaybettirmek için belediye meclisi üyeliklerini düşürüyorlar. Van'daki ilçelerde bu yapıldı, başka yerlerde yapıldı. Şimdiki yöntem bu, niye? Çünkü belediye meclislerinde biz çoğunlukta olursak, belediye meclisinde yaptıkları usulsüzlük ve yolsuzlukları çıkarırız. Bunu da engellemek istiyorlar.

Örneğin Van'da hatırlarsanız, KHK'li oldukları iddiasıyla 6 ilçede belediye başkanlarımızın mazbataları iptal edilmiş, seçilmemiş olan kişilere mazbata verilmişti. O belediyelerde çoğunluğumuz olduğu için, şimdi o belediye meclis üyeliklerini düşürüyorlar. Son derece hukuksuz bir başka işle karşı karşıyayız. 3 büyükşehir belediye meclislerini zaten kayyımlar çalışamaz hale getirdi. Belediye başkanları çağırmadığı müddetçe meclisler toplanamadığı için, o belediye meclisleri adeta fesh edilmiş oldu. Yani ilçelerde seçilmiş ve büyükşehire gelmiş olan belediye meclis üyeleri şu anda çalışamaz durumda. Büyük bir hukuksuzluk ve haksızlıkla karşı karşıyayız. Bu da kabul edilemez bir durum. Bunu da bütün Türkiye ve bütün dünyaya anlatmaya devam edeceğiz.

'HDP'li belediyeler yönetemesin diye elektriği ve suyu kesiyorlar'

Bununla bitiyor mu yaptıkları? Bitmiyor. Şimdi bir başka oyunları daha var. Borçlu olan belediyelerin DEDAŞ'a olan borcunu toptan almaya çalıştıkları için, belediyelerin de gelirleri bu borçları toptan ödemeye yetmediği için, DEDAŞ belediyelerin elektriğini kesiyor, o zaman su pompaları çalışamıyor ve o şehirlere su verilemiyor. Halk su alamıyor. Daha önce başka yerlerde yaptılar en son İdil'de yaptılar, şimdi de Batman'da.

Batman'da 550 bin kişiyi etkileyen bir kesinti ile karşı karşıyayız. Batman şehrine elektrik verilmediği için su pompalanamıyor. İtfaiye araçlarıyla arkadaşlarımız halkın su ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyorlar. Mahkeme kararı var elimizde. Batman 4. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin kararı, "şu numaralı abonenin elektrik kesintisinin uygulanmasına son vereceksiniz, yeniden elektrik sağlayacaksınız" diyor. Bu mahkeme kararını DEDAŞ tanımıyor. Biz itiraz edeceğiz nasıl olsa deyip, elektriği kesmeye devam ediyor.

Batman Belediyesi'ne kayyım 307 milyon 367 bin TL borc bırakmış. Bu durumla karşı karşıyayız. Bu kadar büyük hukuksuzluk, adaletsizlik, bir halk düşmanlığı kabul edilebilir mi? Halk elektrik ve su hizmetinden faydalanamıyor, bunu kim yapıyor, iktidar yapıyor. AKP-MHP ortaklığı halkın elektriğini ve suyunu kesiyor. Neden? HDP'li belediye oraları yönetemesin diye.

Bunların hiçbiri kabul edilebilir değil. İktidara bir kez daha çağrı yapıyoruz. Bu konudaki tutumunuza, halka düşmanlık eden anlayışınıza bir an evvel son verin. Belediyelerin halka hizmet edilmesi önündeki engelleri bir an önce kaldırın. Biz buna karşı mücadelemizi elbette sürdüreceğiz. Hem hukuk alanında hem de belediyelerde, halkımızla birlikte eksik-gediğimiz ne varsa onları gidermek için, ihtiyaçları karşılayabilmek için elimizden geleni yapacağız.

'Demirtaş için 18 Eylül'e kadar beklemeyin, bir an önce kararınızı verin'

Bir diğer değinmek istediğim konu Selahattin Demirtaş ile ilgili. Biliyorsunuz Selahattin Demirtaş'ın ana dosyasının görüldüğü duruşmada heyet oybirliği ile tahliye kararı verdi. Fakat, bu konudaki belirsizlik sürüyor. Çünkü savcı bir üst mahkemeye başvurdu ve bu tahliye kararının ortadan kaldırılması için itiraz etti. İtirazda bugüne kadar herhangi bir gelişme olmadı. Üst mahkeme bu konudaki itirazı henüz karara bağlamadı. Zamana yayıyorlar.

Şimdi Selahattin Demirtaş'ın zaten tutuklu yargılanması, hukuka, Türkiye'nin imzaladığı uluslararası demokratik sözleşmelere aykırıydı. AİHM'in bu konuda verdiği bir karar var. Hem Demirtaş hem de tutuklu diğer vekillerimizi de kapsayan bir karar var. Türkiye bu kararı uygulamamak için hileye başvurdu. Diğer davalarla birleştirmediği bir davada düşünce ve ifade özgürlüğünü kullandığı bir konuşmasında, söylediklerinden dolayı hak etmediği bir şekilde, hukuksuz bir şekilde 4 yıl 8 ay ceza verdi.

İstinaf Mahkemesi de alelacele AİHM kararını uygulamamak için bu kararı onadı. Önce üst mahkemeye sesleniyoruz. İpe un sermeyin. Bir an evvel kararınızı verin. Mahkeme heyetinin oybirliği ile verdiği kararı doğru mu buluyorsunuz, yoksa savcının itirazını mı doğru buluyorsunuz? Bu konuda 18 Eylül'ü beklemeyin. AİHM'de 18 Eylül'de Demirtaş dosyası tekrar görüşülecek. 18 Eylül'e kadar beklemeyi düşünüyorsanız, beklemeyin, bir an önce kararınızı verin. Tutuklanması da hukuka ve uluslararası sözleşmelere aykırıydı. 3 yıla yakın zamandır cezaevinde tutulması da. Sadece Demirtaş değil, Figen Yüksekdağ ve diğer seçilmişlerimizin cezaevinde tutulması da hukuka aykırıydı. Uluslararası demokratik sözleşmelere aykırıydı. Ama şimdi kararınızı verin, hem partimiz hem de Demirtaş hangi adımları atacağını o karar çıktıktan sonra belirleyecektir.

'Toplum yargı mekanizmasına güvenmiyor'

Bu vesileyle Türkiye'de adalet konusuna değinmek istiyorum. Adalet Bakanı da açıklama yaptı. Temmuz'da Meclis'e gelmesi beklenen yargı paketi, bir tartışmanın tamamlanmaması nedeniyle Meclis'e gelmedi. Şimdi Ekim ayında birkaç paket olarak arka arkaya Meclis'e getirilecek. Adalet Bakanı'nın da açıklaması bu doğrultuda. Bu ciddi bir ihtiyaç.

Bu yargı alanında tuz koktu, adalet duygusu yok oldu. Bunu sadece biz söylemiyoruz. Yapılan kamuoyu araştırmalarında soruyorlar. "Türkiye'deki yargı ve adalet sistemine güveniyor musunuz" diye soruyorlar, verilen cevaplar yargı mekanizmasının son derece düşük bir güven oranına sahip olduğunu gösteriyor. Çok açık, toplum yargıya güvenmiyor, yargı mekanizmasının adil davrandığına güvenmiyor, mesele sadece siyasi davalarla ilgili değil, ticari ya da adli suçlarla ilgili de yargıda tuz kokmuş durumda.

'Yargı alanında ciddi bir düzenlemeye ihtiyaç vardır'

Ciddi bir düzenlemeye ihtiyaç var. Aslında reforma ihtiyaç var, ama AKP-MHP iktidarının bir reform yapacağına dair çok ciddi şüphelerimiz var. Ama düzenlemeye ihtiyaç var, 3 temel konuda çok köklü düzenlemelere ihtiyaç var. Birincisi, Türkiye'de adil yargılanma hakkı ihlal ediliyor. Adil yargılanma hakkının ihlal edilmesinin ortadan kaldırılması için yasalarda düzenlemelere ihtiyaç var. Yönetmeliklerde düzenlemeye ihtiyaç var. İkincisi, İnfaz Yasası'nda çok büyük eşitsizlikler var. Adaletsizliğin ortadan kaldırılması için İnfaz Yasası'nda bir standardizasyona ihtiyaç var. Üçüncüsü, düşünce ve ifade özgürlüğü konusunda TMK nedeniyle ihlaller yaşanıyor. Evrensel bir hak, Türkiye'nin imzaladığı uluslararası demokratik sözleşmelerde geçerli olan evrensel bir hak ihlal edilmektedir. Bu alanda bir düzenleme yapılmasına ihtiyaç vardır. TMK başta olmak üzere Ceza Kanunu'ndaki düşünce ve ifade özgürlüğünü engelleyen maddelerde acil değişikliğe ihtiyaç var.

'Canan Kaftancıoğlu düşüncelerinden dolayı yargılanıyor'

Bakın bugün şu sıralarda CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu yargılanıyor. Çok açık bir hukuk katliamı ile karşı karşıya. Çok açık bir şekilde, düşüncesini ifade ettiği için, yani düşünce ve ifade özgürlüğü hakkını kullandığı için yargılanıyor. Ortada ne bir şiddet çağrısı var, ne bir şiddet eylemi var, hiçbir şey yok. Ama Canan Kaftancıoğlu şu anda yargılanıyor. Bu da kabul edilebilir bir şey değil.

'Diyarbakır'da oturanlara sesleniyoruz, bir tek anne acı çekmemelidir'

Diğer değinmek istediğim ve çok önemsediğimiz konu ise Diyarbakır il binamızın önünde bir kaç gündür annelerin ve babaların, ailelerin yaptığı oturma eylemi ile ilgili. Orada oturan anneleri ve babaları çok iyi anlıyoruz. O konuda en ufak hiçbir şüphemiz yok. Çünkü bizim mücadelemiz bir tek anne ve babanın daha acı çekmemesi içindir. Bir tek annenin bile gözyaşının akmaması içindir. Biz bunun için mücadele ediyoruz. Dolayısıyla biz Diyarbakır il binamızın önünde oturma eylemi yapanları anlıyoruz. Dağda ölen çocukların, asker ve polislerin ölmemesi için mücadele ediyoruz. HDP'nin barış ve demokrasi mücadelesi bunun içindir.

Kimse ölmesin diye, HDP yaşam ve barış hakkını en kararlı şekilde savunan partidir. Biz de bütün çocukların evlerine dönmelerini istiyoruz. Gelin bu mücadeleyi birlikte sürdürelim, çocukların, kazasız belasız evlerine dönebilmeleri için, hiçbir eve ateş düşmemesi için, gelin bu mücadeleyi birlikte yapalım.

'Çocukların kaybolmasının sorumlusu çözüm sürecini bozan iktidardır'

Çözüm sürecinde  2.5 yılı aşkın bir süre boyunca hiç kimse hayatını kaybetmedi. Peki şimdi sormayacak mıyız, bu süreci savaş politikaları ile bozan; Dolmabahçe Mutabakatı'nı yok sayan, müzakere masasının ayaklarını kırıp deviren kimdi? Kim müzakereye devam edelim ve bir çözüm bulalım, Kürt sorununu demokratik ve barışçıl bir yolla çözelim diyordu? Bir tek kişinin artık burnu bile kanamasın diye direten kimdi? Bu soruları sormamız gerekiyor.

Bu süreci savaş politikaları ile bozan kimse, işte çocuklarımızın kaybolmasının ve hayatını kaybetmesinin sorumlusu da odur. İktidardır. İktidara sesleniyoruz, bakın bu sorunun bir an evvel çözülmesi gerekiyor. HDP, Kürt sorunu başta olmak üzere bütün sorunların çözümünde müzakerenin, konuşmanın, diyalogun birincil iş olduğuna kanaat getirmiştir. Uzun yıllardır bunun için mücadele etmektedir. Biz diyoruz ki, hiçbir sorunumuz yoktur ki, konuşarak çözemeyelim. Her sorunumuzu konuşarak çözebiliriz. Biz buna hazırız, defalarca bunu deklare ettik.

'Ailelere sesleniyoruz: Gelin Meclis'te iktidar partileriyle görüşme yapın'

Meclis'te bunu defalarca söyledik, dedik ki "gelin Meclis'te bir komisyon kuralım. O komisyonda Kürt sorununun çözümü için nasıl adımlar atılabilir, gelin bunu konuşalım, değerlendirelim. Ortaklaştığımız konularda barışçıl ve demokratik çözümlerin gerçekleşmesi için birlikte adımlar atalım." Annelere ve ailelere, bir kez daha onları ve durumlarını anlayarak sesleniyoruz: Çözüm istiyorsanız, çocukların dönmesini istiyorsanız, ki sadece Diyarbakır il binamızın önünde oturan anneleri kast etmiyoruz, bütün anne ve babalara sesleniyoruz. hiçbir çocuğun ölmesini istemiyorsanız, bunun konuşulacağı adres Meclis'tir. Gelin Meclis'te iktidar partileriyle görüşme yapın. Biz hazırız bu konuda adım atmaya.

'HDP olarak üzerimize düşeni yapmaya hazırız'

Bakın bir örnek daha vereyim. Bugün duyuyoruz ki, alıkonulan asker ve polis aileleri de Diyarbakır'da çocuklarını istiyorlar. Evet, o aileler Meclis'e geldiler, bizimle görüşme yaptılar. Biz onlara demiştik, biz HDP olarak üzerimize düşen ne varsa, alıkonulan asker ve polis ailelerine bunu söyledik, çocuklarınızın sağ salim dönmesi için üzerimize düşen ne varsa, biz HDP olarak yapmaya hazırız. Siz AKP ve MHP ile konuşun, iktidar gerekli güvenceleri versin, biz HDP olarak herkesle birlikte ailelerle, sivil toplum kuruluşları, İHD, TİHV, hukuk kuruluşları ile birlikte bu işin sağ salim sonuçlanması için üzerimize düşeni yapmaya hazırız dedik. Şimdi orada oturmaya giden, alıkonulan asker ve polis ailelerine sesleniyorum: Biz Meclis'te bu açık ve net tutumumuzu sizin yüzünüze ifade ettik ve sözümüzden de geri dönmüyoruz. Sizin soracağınız yer biz değiliz artık. AKP ve MHP'ye sormanız lazım. Neden çocuklarımızı sağ salim getirmek için, evlerine ulaşmalarını sağlamak için adım atmıyorsunuz diye iktidara sormanız gerekiyor. Biz üzerimize düşeni yapmaya hazır olduğumuzu söyledik. HDP olarak bir kez daha söyleyelim ki, biz bu topraklara barış gelsin diye mücadele ediyoruz. Barış ve demokrasi gelmesi için mücadele ediyoruz.

'Bütün tasfiye operasyonlarına rağmen HDP demokratik siyasetin merkezindedir'

Bu konuda ısrar ettiğimiz, bu konuda kararlı olduğumuz, bu konuda taviz vermediğimiz için bu kadar ağır saldırılarla karşı karşıyayız. Bunu biliyoruz. Dolayısıyla bir kez daha vurgulamış olmak istiyorum ki, HDP demokratik siyasetin merkezinde yer alır. Çok açık ve nettir bu konudaki tutumumuz. Bütün tasfiye operasyonlarına rağmen, HDP bu konudaki kararlı tutumundan vazgeçmemiştir. Barış, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve adalet mücadelesinden vazgeçmemiştir. Ölüme karşı yaşam ve barış hakkını savunmaktan vazgeçmemiştir. Savaş ve çatışma politikalarının karşısında durmuştur. Sadece Türkiye sınırları içinde değil bölgede, Ortadoğu'da, Irak'ta, Suriye'de, nerede savaş ve çatışma varsa, savaş varsa, onun karşısında durmuştur ve her yer için diplomasiyi, müzakereyi, konuşmayı ve diyalogu esas almıştır. Demokratik siyaseti esas almıştır. Bundan sonra da bu tutumundan taviz vermeyecektir.

HDP, insanları sadece ve sadece demokratik siyasete yönlendirmektedir, başka bir yere değil, bu konudaki tutumumuz çok net ve açıktır. Bize yönelik saldırılara cevabımız budur. Bakın bugün duyuyoruz, okuyoruz. Çeşitli kuruluşlar, Perinçek-Erdoğan-Bahçeli ittifakının, bu üçlünün desteklediği kimi kuruluşlar provokasyon hazırlıkları içindedirler. İktidara sesleniyoruz, bu provokasyon hazırlıklarına yol vermeyin. Şimdiden söyleyelim ki, yapılacak provokasyonlarda ortaya çıkacak sorunların tek sorumlusu iktidardır.

'Türkiye'nin imzacısı olduğu nükleer silah karşıtı sözleşmelere bağlı mısınız?'

Son bir noktaya değineceğim. Yeni bir tartışma ile karşı karşıya kaldık. Bu tartışmayı ne kadar sürdüreceklerini bilmiyoruz, ama bir hatırlatma yapmaktan vazgeçemiyoruz. Nükleer başlıklı füze meselesi. AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, şimdi de nükleer başlıklı füze istemeye başladı.

Hatırlatmamız şudur: Türkiye, 1979 yılında Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Sözleşmesi'ni imzalamıştır ve 1979 yılından beri de bu anlaşmanın aktif tarafıdır. Bu anlaşma iki konuyu içerir. Bir tanesi elinde nükleer silah bulunduranların bunu başka ülkelere yaymamalarını, bunun teknolojisini ve silahları vermemelerini içermektedir. İkincisi de, bunu imzalamış olan ve 1979'dan beri imzasından vazgeçmemiş olan Türkiye gibi ülkelere de nükleer silah edinme konusunda adım atmama, bu arayışlardan uzak durma yükümlülüğünü içerir.

Açıklanması gereken şey budur. Cumhurbaşkanı sıfatıyla "benim elimde nükleer başlıklı füze bulunmalıdır" diyorsanız, 1979 yılında Türkiye'nin tarafı olduğu ve imzaladığı bu anlaşmadan vazgeçiyor musunuz? Bunu da açıklayın. Vazgeçmiyorsanız, bu söylediğiniz hamasettir. Vazgeçiyorsanız, hem Türkiye'de yaşayan herkes ve dünya halkları da bu anlaşmadan Türkiye'nin vazgeçtiğini bilme ve duyma hakkına sahiptir."

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.