SON DAKİKA
Hava Durumu

'Baskıyla tehditle korkutarak teslim alamazsınız'

Cumhuriyet gazetesi yönetici ve yazarlarına yönelik açılan Akın Atalay, Murat Sabuncu ve Ahmet Şık'ın da aralarında bulunduğu 20 sanıklı davanın 8. duruşması Silivri'de görülmeye başlandı. Akın Atalay, esas hakkındaki savunmasında, "Bu siyasi bir davadır. Şimdi medya kuruluşları ve basını kontrol altına almak istiyorlar. Ama bu gazeteyi baskıyla tehditle korkutarak teslim alamazsınız." ifadelerini kullandı.

Haber Giriş Tarihi: 24.04.2018 13:43
Haber Güncellenme Tarihi: 24.04.2018 13:43
Kaynak: Haber Merkezi
https://www.bursaport.com
'Baskıyla tehditle korkutarak teslim alamazsınız'

Cumhuriyet gazetesi yönetici ve yazarlarına yönelik açılan Akın Atalay, Murat Sabuncu ve Ahmet Şık'ın da aralarında bulunduğu 20 sanıklı davanın bugün 8. duruşması Silivri Cezaevi'nin karşısında bulunan İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi'nde başladı.

Davada sanıkların esas hakkındaki mütalaaya karşı savunmaları alınıyor. Cuma gününe dek sürmesi planlanan duruşmaların ardından hükmün açıklanması bekleniyor.

Cumhuriyet'e çok sayıda destek

Cumhuriyet'te yer alan habere göre, Cumhuriyet gazetesine destek olmak için çok sayıda milletvekili ve gazeteci Silivri'ye geldi. CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, CHP İstanbul Milletvekili Barış Yarkadaş duruşma öncesi açıklamalarda bulundular.

Basın açıklamasının ardından duruşma salonuna geçildi.

Akın Atalay'dan bilirkişi raporuna yanıt

Tutuklu olarak yargılanan Cumhuriyet gazetesi İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay, bilirkişi raporuna cevap verdi. Atalayın'ın ifadelerinden satır başları şöyle: 

"Cem Küçük, "Cumhuriyet gazetesi FETÖ'nün elinde oyuncak olmuş, FETÖ'nün ele geçirdiği Cumhuriyet, mahkeme kararıyla asıl sahiplerine iade edilecek" diye yazmış. Alev Coşkun'un Asliye Hukuk Mahkemesi'nde açtığı dava ve FETÖ soruşturmasında ilk ifadesine başvurulan tanık Cem Küçük. Küçük dışında, arama ve gözaltı kararı gerçekleştirilene kadar başka bir tanık ifadesi yok.Koskoca Cumhuriyet gazetesi operasyonu bu şahsın ifadesi sonrası yapılmış ve operasyon bu kişinin ifadeleri uzerine kurulmuştur. 

Anımsayalım; 4 şubat 2016 Mustafa Balbay yazılarına son verilmesine tepki olarak attığı tweetten bir gün sonra Alev Coşkun dava açıyor. 22 Mart 2016'da Alev Coşkun, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğine isimsiz bir ihbar mektubu gönderiyor ve Cumhuriyet gazetesinin yörüngesinden çıkarılıp terör örgütlerine yardım eder hale geldiğini söylüyor. 19 Temmuz 2016'da gazetenin yöneticileri hakkında Küçük'ün ifadeleri üzerine FETÖ üyeliğinden dava açılıyor. Sonra gazete yöneticilerini yakalayıp tutuklatıyorlar. Suçlamalar arasında bir kişi için yapılan yönetim kurulu üyeliği seçiminin yasaya uygun olarak yapılmadığı ve vakfın ele geçirildiği iddia ediliyor. Deliller arasında Can Dündar'ın el yazısıyla yazılmış bir tweetine de yer veriliyor ancak içeriğe bakınca onun bu dava ile ilgili olmadığı görülüyor. Sadece bana ait antetli bir kağıda yazıldığı için benimle ilişkilendirilmiş. Kaderin cilvesi, tweet tarihi 17 Aralık 2015. Ama MİT tırları soruşturması nedeniyle tutuklu olduğu icin Silivri Cezaevinde olması gerekiyor o tarihte. Can Dündar o sırada Silivri'den Çağlayan'a getirilmiş. Ben de o duruşmada vekil olarak vardım. Dündar duruşma esnasında benden not kağıdı istemiş ve duruşma devam ederken, twitter hesabından paylaşılmak üzere arkadaşına bu mesajı vermiş."

Kadri Gürsel'in savunması

Cumhuriyet gazetesi yazarı Kadri Gürsel savunmasını yaptı. Gürsel'in savunmasından satır başları şöyle: 

"İddia makamı HTS kayıtlarına bakarsa görecektir ki; Samanyolu şirketinden kimseyi aramadım ya da onlar tarafından aranmadım. Sadece Abdulhamit Bilici tarafından bir kez arandığım halde mütalaada çok kez FETÖ sanıkları ile irtibat kurduğum haksız olarak iddia edilmiştir. Abdülhamit Bilici ile ben Milliyet Dış Haberler Servisinin başındayken, o da Cihan Haber Ajansı'nın müdürü iken tanışmıştım. Feza Gazetecilik'ten Bana yapılan aramalar benden görüş almak amacıyla yapılmıştır, ama ben kendilerine hiç görüş vermedim. İddia makamı 32 yıllık meslek yaşamımı göz ardı ediyor. Gazetecileri arayanların ve onlara mesaj gönderenlerin niteliğine bakarak gazetecileri yargılayamazsınız. İçeriğe bakmalısınız. Ama benim yazdığım yazıların içeriğine bakarak da beni yargılayamazsınız çünkü bunlarda suç niteliğinde bir şey yoktur. Ortada sadece onların benimle irtibat kurma çabaları vardır. İletişim ve görüşme tek taraflı değildir, halbuki SMS'ler tek taraflıdır ve karşılık bulmamıştır.

Bana bu SMS'leri gönderenlerle hiçbir şekilde iletişim kurmadım. Muhalif görüşleriyle tanınan bir gazeteciyim. SMS bombardımanına tutulduğum zaman ana akım bir gazetede yazı yazıyor ve ana akım bir televizyon programında yer alıyordum. FETÖ soruşturmasına tabi olanlar ve Bylock kullanıcılarının SMS atarak bir kişiyi yardım ve yataklık yapar hale getirmeleri imkansızdır. Gazetecilik faaliyeti hiçbir demokraside suç olarak görülemez. Gazetecilik suç değildir.

Savcı FETÖ üyeleriyle sıklıkla ve çok sayıda iletişim kurduğum iddiasını delillendirememiştir. İştar Gözaydın, söz konusu kişiler haricinde 90'lı yıllardan beri tanıdığım bir kişidir. Savcı Gözaydın'la neden iletişim kurduğum hakkında tek bir soru bile sormamıştır.

'Erdoğan Babamız Olmak İstiyor' yazısı mı delildir? 34 günlük yayın danışmanlığım mı delildir? Haftada iki gün köşe yazısı yazmak mı delildir? En son tarafıma yapılan arama Cumhuriyet Davası'ndan 6 ay öncesine gitmektedir.

Esas hakkında mütalaa Cumhuriyet haberleri, köşe yazıları ve manşetlerini kriminalize etmek istemektedir. Terör örgütlerini destekleme suçunu işlediğimi iddia etmektedir.

Savcı bir gerçeği itiraf etmiştir: Mayıs 2016'dan itibaren köşe yazarı, Eylül 2016'dan itibaren ise yayın danışmanı olarak gazetenin dört yazı işleri toplantısından ikisine katıldığımı belirterek gazetenin yayın politikasının değişmesinde payım olduğu iddia edilmektedir. Halbuki 34 gün içinde icrai bir görev almadan, daha önce başladığı iddia edilen bir yayın değişikliğinde görev almam akla uygun değildir. Savcı 34 günlük yayın danışmanlığım sırasında katıldığım toplantıları suç delili olarak sunmaktadır. Haberlerin sunumunun yapıldığı toplantılara katılmam suç unsuru yani haberlerin suç oldugunu ima etmektedir.

Aydın Engin'in yazı işleri toplantısına katılmasının suç unsuru olarak lanse edilmesi ve bana savcının sorduğu bir soruya verdigim yanıtın delil olarak gösterilmesi kabul edilemez. Mesleki olarak tecrübeli isimlerin yazı işleri toplantısına katılması Babıali'den kalma bir gelenektir ve normaldir.

Savcı iddialarını kanıtlayamamakta ancak tekrarlamaktadır.

Ortada bir süreç yoktur tekil olaylar vardır. Cumhuriyet'e katılmam bir süreç olsaydı, Milliyet'in patronu tarafından 10 ay önce işten çıkarılmam ile başlanmalıydı."

Kadri Gürsel, beraatini talep ederek savunmasını bitirdi.

Akın Atalay'ın savunması

Akın Atalay, esas hakkındaki savunmasına başladı. Atalay'ın savunmasından satır başları şöyle: 

"Ergenekon davası iddianamesinde İlhan Selçuk'a yönelik "Hükümeti devirme amacıyla ülkede kaos yaratmak için kendi gazetesini 1 haftada 3 kere bombalatmıştı" denmişti. Peki bizde durum ne?

İlhan Selçuk yazısında "Bir gazeteye atılan bomba tüm medaya yönelik tehdittir. Tüm gazeteler, kimden yana olursa olsun ortak dayanışma içine girer, iktidarı onaylarlar. Kim olduğu bilinmeyen kişiler Cumhuriyet'e ikinci bombayı attı, fısss... Umarım 3 bombadan sonra hükümetimiz de devletimiz de uyanır. Neyse üçüncü bomba sonunda beklenen tepkiyi getirdi ama biz her zaman üç bombacıyı nasıl bulacağız?" diye yazmıştı.

Üçüncü bombadan sonra basının haber yapmasına tepki olarak böyle yazmıştı. Olayı bağlamından koparan Ergenekon savcıları "kendi gazetesini bombalattı" diye yazdılar iddianamelerine.

Her dönemin önde gelen gazetecisi olmaya başaran ve zamanın ruhuna uygun davranan bazı gazeteciler de o zaman bu iddiayı çok ciddiye almıştı. Bugun bizim hakkımızdaki iddianameye alınan suçlara bakınca bir sigortaya ihtiyacımız var.

Bu davanın savcıları da Ergenekon savcıları gibi davranıyor ve düşünüyor. İnsanların ömründen çalıyor, büyük mağduriyetlere neden oluyorlar. Hakkımızda düzenlenen iddianameyi okuyorum, eviriyorum, çeviriyorum ama anlayamıyorum.Hedef belli; Cumhuriyeti teslim almak, uysal ellere teslim etmek ve diğer gazete ve gazetecilere gözdağı vermek.

İlhan Selçuk'a kendi gazetesini bombalatma suçlaması gibi biz de gelecekte savcı ve hakimlerle anlaşarak kendimizi tutuklatmak gibi absürt bir suçlamayla karşı karşıya kalabiliriz.

"Bu olağan bir dava değil." Soruşturma sırasında bizi itibarsızlaştırmak için absürt ötesi iddialar ortaya atıldı. Utanmazca ahlaksızca iddialar dolaşıma sokuldu, televizyonda dinledik, hatta iddianameye bile sokuldu.

"Burada yargılanan sanıkların eski eşlerine ve yakınlarına varana kadar banka hesapları ve ekstreleri dahi inceletildi. Kamuoyunda parkeci ve pideci olarak tanınmasına yol açan iddialar döndü dolaştı sahiplerini vurdu.

İkinci olarak Cumhuriyet gazetesi ve vakfının tüm bağlantıları, reklam verenleri inceletildi. FETÖ bağlantılı şirketlerin, hangi gazetelere ne kadar reklam verdikleri yıllara göre karşılaştırmalı olarak anlatıldı. Peki ne oldu? O gazetelere dava mı açıldı? Hayır.

Ama haksız iddiadan vazgeçildi ve iddianameye bu yönden sahip çıkılmadı. Eğer savcılık FETÖ bağlantılı şirketlerin, hangi gazetelere reklam yoluyla destek olduğunu araştıracaksa hala geç değil. Cezaevinde tüm gazetelere bakarım ve önce gazetelerin reklam sayfalarını incelerim. Kayyım atanan şirketler, yine aynı gazetelere aynı reklamları vermeye ve onlara kaynak aktarmaya devam ediyorlar. Bizim gazetemizin o kirli paralarla işi yok. Ne isterlerse yapsınlar, bize çamur sıçratmasınlar, yeter. Hani gazeteyi ve vakfı mali yoldan batırmışız ve gayrimenkulleri usulsüz olarak rayiç değerinin altında satmışız ve devretmişiz ya... Gelin araştırın. Burada yargılanan sanıkların, gazeteyi ve vakfı batırmadığı, düze çıkardığı görülecektir.

Bu davanın ruhuna gelirsek... Süreç icinde bir bütün olarak yayıncılık faaliyetinin yargılama konusu yapıldığı açık olarak belirtilmiştir. Özetle bir bütün olarak yayın faaliyetiyle örgüte yardım etme suçunun işlendiği belirtilmiştir. Olağan bir yargılamada ne denir? Önemli olan suçlama ile eylemin birbiriyle bağlantılı olup olmadıgı ve kanuna aykırı olup olmadığıdır. Oysa burada Cumhuriyet gazetesinin yayın faaliyeti suç olarak görülmektedir, gazetecilik suç olarak görülmektedir. Ne demektir bir bütün halinde yayıncılık faaliyetini yargılamak ve gazeteciliği suçlamak? Tehlikenin farkında mısınız? Cumhuriyet gazetesinin, gazetecilik ve yayıncılık faaliyeti dışında bir başka işi yoktur. Diğer gazeteler gibi başka bir ticaretin ortaklığı yoktur. Bu sebeple bu gazeteye ekonomik yoldan baskı uygulanamıyor.

Gazete ve gazetecilerin görevi toplumun bilgilenmesini sağlamak, nitelikli enformasyon üretmek ve bunu topluma aktarmaktır. Gazetecilik diğer ticari faaliyetler gibi değerlendirilirse asıl amacı sahibine para kazandırmak olacağı için eleştiriden vazgeçmek zorunda kalır. Gazeteciliğin temel amacı olan gerçeklerin dışına taşarsa ticari amaçlar ve siyasi amaçları gözetirse o iş gazetecilik olmaz. Halkın devlet işleri hakkında bilgi alma ve bilgilenme hakkı basın aracılığıyla olur. Bu ülkenin en büyük medya grubuna birkaç hafta önce el konulmuştur. Bu değişim sonrası bu dava yoluyla kaybedilecek olan şey çok daha önemli hale gelmiştir. Bu siyasi bir davadır. Şimdi medya kuruluşları ve basını kontrol altına almak istiyorlar. Ama bu gazeteyi baskıyla tehditle korkutarak teslim alamazsınız. Gazetecilerini ve yayıncılarını tutuklayarak teslim alamazsınız.

Bu gazetenin çalışanları ve yöneticileri daha önce de öldürüldü, tutuklandı ve tehdit edildi. Şimdi bir kez daha test ediliyoruz. Gerekirse yanmayı göze alırız. Bu gazete ve mensupları baskıya ve tehdide rağmen işini gereği gibi yapar. Korkutulamazlar bu tür davalarla.

Yasakçı, baskıcı ve hukuk dışı uygulamalara karşı çıkılmalı ve bunlar hukuktan temizlenmelidir. Basın özgürlüğünün boğulmasına izin verilmemelidir. Yalnızca 94 yıldır yayınlanan bir gazetenin basın özgürlüğü değil bu toplumun özgürlüğü ve şerefi de söz konusudur. Norveçli bir polisiye yazarı hukuku uçurumun ucuna dikilen bir çite, hukukun ayaklar altına alınmasını da bu çitin kırılmasına benzetir. Gazeteciliğin yargılandığı, ifade özgürlüğünün çiğnendiği bu davada, sözlerimi Tevfik Fikret'in yüz yıl önce söylediği şu dizeyle sonlandırıyorum:

"Haksızlığın envâını gördük.. Bu mu kaanun?
En gamlı sefâletlere düştük.. Bu mu devlet?
Devletse de, kanunsa da, artık yeter olsun
Artık yeter olsun bu denî zulm-ü cehâlet"

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.